Kutlu Doğum ve
Tarihçesi (Mevlid) - Doç. Dr. Selami
Bakırcı
İnsanlığın İftihar Tablosu’nun doğumu, topyekûn
insanlığın da yeniden doğumu sayılır. O’nun dünyayı şereflendireceği güne
kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya
âdeta umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu..
Tarihçesi:
Mevlid, Efendimiz'in (sas) doğumuna, doğum yeri ve
zamanına, Hz. Peygamber'in doğumu münasebetiyle yapılan merasimlere verilen
isimdir. Aynı şekilde yine Hz. Peygamber'in doğumunu anlatan manzum veya
nesir eserlere de mevlid denir. Bu bağlamda Hz. Peygamber'in doğumuna ve
bununla ilgili yapılan faaliyetlere "mevlid", doğduğu aya "mevlid ayı"
doğduğu geceye de "mevlid gecesi" denmiştir. Aslı "mevlid" olan bu kelime
dilimizde "mevlüd" şeklinde de kullanılmıştır.
"Mevlid gecesi"'ne, yani Hz. Peygamber'in dünyaya
geldiği geceye, "Kadir gecesi, Mirâc gecesi, arefe gecesi, cuma gecesi" gibi
mübarek gün ve geceler içerisinde ayrı bir önem atfedilmiştir. Hattâ Kadir
gecesinden dahi üstün bir gece olarak kabul edenler vardır.
Hz. Peygamber'in doğum günü konusu, her şeyden önce Hz.
Peygamber'in kendisinin bazı ifadelerinde, yani hadîslerde de yer
almaktadır. Meselâ, kendisine pazartesi günü oruç tutulması konusu
sorulunca "Ben o günde doğdum ve Kur'ân bana o günde indirildi." şeklinde
cevap vermiştir. Benzer soruyu Hz. Ömer sorunca, ona da aynı cevabı
vermiştir. Aynı şekilde İbn Abbas'tan, "Hz. Peygamber'in pazartesi günü
doğduğu, peygamberliğin pazartesi günü geldiği, Mekke'den pazartesi günü
hicret ettiği, Medine'ye pazartesi günü girdiği, vefâtına işaret sayılan
âyetin pazartesi günü indiği ve pazartesi günü vefât ettiği" şeklinde bir
hadîs de rivâyet edilmektedir.2
Peygamber Efendimiz'in doğum tarihi, tarihçilerin ve
hadîsçilerin ortak görüşü olarak, "Fil Vakası" diye bilinen Ebrehe'nin
Kâbe'yi yıkmaya teşebbüs ettiği yılda, Ebrehe'nin Mekke'ye gelişinden elli
gün önce; Kisrâ'nın saltanatının kırkıncı yılında; İran Kıralı Enûşirvân'ın
saltanatının 42. yılında; Rebiülevvel ayının 12'si, Pazartesi günüdür. Bunun
için daha ilk dönemlerden itibaren, "12 Rebiülevvel Pazartesi günü" her yıl
düzenli olarak Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü olarak kutlanagelmiştir.
İlk önce şunu belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber
döneminde, aynı şekilde Hulefâ-i Râşidîn ve Emevîler döneminde Hz.
Peygamber'in doğumuyla ilgili olarak merâsim niteliğinde herhangi bir
faaliyet söz konusu değildir. Fakat Hz. Peygamber'in "doğum gününün" daha
sahabî döneminde dillerde dolaştığı, buna dayalı olarak birtakım işlerin
yapılmak istendiği düşüncesine rastlanmaktadır. Meselâ, takvim belirleme
için yapılan müzakerelerde belirlenecek takvimin Hz. Peygamber'in "doğum
günü" ile başlatılmak istenmesi, "doğum günü" kavramının toplumun
hafızasında nasıl yer ettiğini gösteren ve bunun bir önemi olduğunu
ispatlayan ehemmiyetli bir husustur. Bunun için Mevlidin izleri Hz. Ömer
dönemine kadar dayandırılmaktadır.
Yine Hz. Ömer dönemine ait olarak nakledilen şu bilgi
oldukça önemlidir: Hızla artan Müslüman nüfusun ve özellikle çocukların
eğitimi için okullar yapılmış, resmî öğretmenler atanmış ve Suriye'nin
fethiyle birlikte haftanın her günü eğitim yapılmaya başlanmıştı. Şam'dan
Medine'ye dönen Hz. Ömer, aralarında eğitim gören çocukların da bulunduğu
bir topluluk tarafından karşılanmıştı. Bu gün çarşambaydı. Hz. Ömer,
kendisini karşılayanlar arasında çocukları da görünce, karşılama günü olan o
günü, yani çarşamba günü ile birlikte perşembe ve cuma gününü de tatil ilân
etmişti. Ayrıca çocuklar için her yıl, Kurban Bayramında dört gün ve "mevlid
gecesi" dolayısıyla da bir hafta tatil günü belirlemiş ve bunu devam
ettirenlere hayır duada, kaldıranlara da bedduada bulunmuştur. Bu gelenek
son asırlara kadar devam etmiştir.3 Bu hususu destekleyecek, başka bilgiler
de bulunmaktadır. Meselâ: Ebû Abdillâh Muhammed el-Lahmî es-Sebtî
(öl.633/1236) adında Endülüslü bir tarihçi mevlidle ilgili bilgi verirken
bahsi geçen tatil konusuna da değinmektedir. Mevlid faaliyetlerine karşı
çıkan hocasına şöyle cevap vermektedir: "...Bu büyük günde, mevlid gününde,
çocukların cami ve mekteplerdeki eğitimlerinin tatil edilmesini inkâr
etmekte ve başka yerlerde insanların bu tatili yapmadıklarını
sanmaktadır..."4 Ebu Abdillah Muhammed es-Sebtî bu sözleriyle, Endülüs'te
yapılan bu faaliyetlerin, Hicaz bölgesini kastederek Endülüs dışındaki
ülkelerde de yapıldığını ve bu münasebetle mekteplerin tatil edildiğini
hocasına hatırlatmak istemiştir. Ayrıca Hacca gidenlerin ve güvenilir
seyyâhların Mekke'deki kutlamaları nakletmelerini de kendi görüşleri için
delil göstermektedir. Zira Hz. Ömer'e dayandırılan ve bu dönemlerde
Endülüs'te uygulanan mekteplerin tatil edilmesi konusunun Mekke ve Medine'de
uygulandığını belirten başka kaynaklar da bulunmaktadır.
Mevlid gününün sevinç günü olduğu gerekçesiyle II./VIII.
asırda özellikle Bağdat yöresinde bazı tasavvuf erbabının Ramazan ve Kurban
Bayramında olduğu gibi mevlid gününde de oruç tutmadıkları nakledilir. Yani
mevlid günü bir bayram olarak kabul edilmiştir.
Bunların dışında, günümüzdeki anlamda mevlid
merâsimlerini ilk başlatanın kim olduğu, ne zaman, nerede ve nasıl
başladığı konusunda fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak, III./IX. yüz yıldan
itibaren İslâm dünyasına yayıldığı, resmî kutlamalar hâlinde her yıl düzenli
olarak yapılan bu merasimlerin, Irak, Hicaz bölgesi, Yemen, Horasan (İran),
Hindistan, Mısır, Mağrib (Fas, Tunus, Cezayir) ve Endülüs gibi Müslümanların
yaşadığı hemen hemen her bölgeyi kapsayacak kadar geniş bir coğrafyaya
yayıldığı anlaşılmaktadır.
Bu kutlamalar içerisinde Mekke-i Mükerreme ile Medine-i
Münevvere'nin ayrı bir yeri olmuştur. Zira Hz. Peygamber'in doğduğu ev (mevlidü'n-nebî)
yapılan merâsimlerin başlangıç noktası ve merkezi hâlinde idi. Mekke'de
Mevlid Sokağı olarak bilinen sokakta bulunan ve Haccâc b. Yûsuf tarafından
el-Beyzâ diye isimlendirilmiş olan bu ev, daha sonra Hârun-i Reşîd'in annesi
el-Hayzurân tarafından mescide dönüştürülmüştür. Bu mescit mevlid günü
ziyarete açılır, mevlid geceleri burada vaaz ve nasihat verilirdi. Ünlü ilim
adamlarından Alî el-Kârî Mekke'deki bu törenlere bizzat katıldığını ve
mevlid mahallini ziyaret ettiğini belirtir.5 Medine-i Münevvere'de Hz.
Peygamber'in Ravzasının önünde, mevlidlerin okunduğu da aktarılan rivâyetler
arasında yer almaktadır.
Mevlid kutlamalarının en meşhuru Erbil kutlamalarıdır.
Bu kutlamalar mevlid kutlamalarını düzenleyen ilk sultan", "Arap ve acemin
mevlid ziyafetini yapan ilk sultan" olarak meşhur olan Erbil atabeyi
Muzafferüddîn Gökbörü (öl.630/1232) tarafından ilk defa resmî hâle
getirilmiştir. Önce başşehir Erbil, daha sonraları Musul'da da yapılmış olan
bu kutlamalar oldukça görkemli bir şekilde düzenlenirdi. Bu kutlamalara uzak
yakın her bölgeden fakihler, sûfiler, vâizler, kırâat âlimleri, edip ve
şâirler katılırdı. Halk ve devlet adamlarının da katıldığı bu topluluğa
ziyafet verilir ve özellikle yoksul halka büyük yardımlarda bulunulurdu. Bu
arada vaizler veya hatipler konuşma yapar, askerler de gösteriler
düzenlerlerdi. 12 gün süren bu faaliyetlerle halkın gönlünü kazanan
Muzafferüddîn Gökbörü, aynı zamanda pek çok ilim adamının, yazar ve şairin
teveccühünü kazanmıştır.
Endülüs'te Sebte ve Gırnata'da; Cezayir'de Tilimsan'da
Zeytûniyye Câmii'nde düzenlenen mevlid merâsimleri pek meşhurdur. Özellikle
Endülüs'teki kutlamalar aynı zamanda bir edebî yarışa dönüşmüştür. Mevlid
için söylenen şiir veya kasideler ertesi yıl bir daha söylenmez ve birinci
seçilen şiir veya kasidelere büyük ödüller verilirdi.
Mevlid kutlamalarının en fazla yaygınlaştığı
bölgelerden biri de Mısır'dır. Burada Şia Mezhebi'ni benimsemiş olan
Fâtımîlerin hâkimiyet sürmesi ve bu kutlamalar arasına Şîa Mezhebi'nin
oldukça önem verdiği Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin'in adına da mevlid
törenlerinin ihdas edilmesinin büyük etkisi vardır. Ama mevlid
kutlamalarının tamamen Fatımî geleneklerinden doğmuş olduğunu ileri sürmek
doğru değildir.
Bu kutlamalar, Osmanlı Devleti'nde Süleyman Çelebi'nin
"Vesîletü'n-necât" adındaki meşhur mevlidi ile kendini göstermektedir.
Sultan 3. Murad zamanında resmî kutlama hâline getirilerek Osmanlılardaki
teşrifât (protokol) içerisinde "Mevlid Alayı" adıyla yerini almış olan
mevlid merâsimleri, Sultan 2. Ahmed döneminde zirveye ulaşmıştır. Osmanlı
ilim adamları veya şeyhülislâmlar bağış yapma veya vakıf kurma gibi değişik
şekillerde bu faaliyetleri desteklemişlerdir. Şeyhülislâm Yahyâ Efendi'nin
Rebîülevvel ayından Ramazan ayına kadar her hafta dergâhında mevlid okutması
ve ziyafet vermesi, Şeyhülislâm Çerkez Halîl Efendi'nin mevlid okunması için
büyük miktarda para vakfetmesi, Şeyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendi'nin Sultan
3. Murad'ın vefatının yıl dönümü dolayısıyla Ayasofya Camii'nde okutulacak
hatim ve mevlide katılması, ayrıca Mekke-i Mükerreme'de mevlid merâsiminde
mevlidin okunduğu kürsüye örtülmek üzere her yıl işlemeli değerli bir
örtünün gönderilmesi, Osmanlılar'ın mevlid faaliyetlerine verdiği önemi
gösteren en güzel örneklerdir. Mevlid dolayısıyla daha önce temas ettiğimiz
tatil olayını Osmanlılar'da da görmekteyiz. Safer-1328/ Mart-1910'da
Meclis-i Vükelâ'nın aldığı bir kararla mevlid günü resmî tatiller arasına
alınmıştır.
Mevlidin Maksadı ve İçeriği
Müslüman toplumlarda gittikçe gelişen bir faaliyet
olarak mevlidin maksadı konusunda önemli değerlendirmeler vardır. Genel
kanaate göre mevlid ibadet olmaktan çok, dinî niteliği olan, birtakım
iyilikleri (hayır ve hasenâtı) ihtivâ eden içtimaî bir faaliyettir,
yanlışlara düşmemek kaydıyla bu faaliyetlerin sürdürülmesi toplum açısından
faydalıdır. Bu maksada dayalı olarak pek çok hadîsçi, tefsirci, fıkıhçı,
kıraat âlimi ve tarihçi bu kutlamaları yerinde ve güzel bir gelenek olarak
görmüş ve teşvik etmişlerdir. Bu anlamda olumlu görüşler belirten ilk dönem
ilim adamlarından Ebû Şâme el-Makdisî konuyu şöyle özetlemektedir:
"Günümüzdeki en güzel yeniliklerden biri de her yıl Erbil'de Hz.
Peygamber'in doğum günü münasebetiyle yapılan faaliyetler, verilen
sadakalar, fakirlere yapılan yardımlar ve iyilikler, sevgi gösterileri
vs.dir. Bunlar Hz. Peygamber'e olan sevgi ve saygının tezahürüdür." Ebû
Şâme'nin bu görüşü İbnu'l-Cevzî, İmâm en-Nevevî, İbnü'l-Cezerî, İbn Hacer
el-Askalânî, Celâlüddîn es-Süyûtî, İbn Hacer el-Heytemî ve Alî el-Kârî gibi
İslâm dünyasının ünlü ilim adamları için bir referans niteliğinde olmuştur.
Bunlar da aynı şekilde bu kutlamalara sıcak bakmışlar, hattâ bunları teşvik
etmişler ve bu faaliyetlere gösterilen tepkilere karşı, bunları savunan veya
bu faaliyetleri teşvik eden eserler yazmışlardır. Özellikle İbn Hacer el-Heytemî,
"Mevlid, Kur'ân okuma, Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirme, şiir vs.
okuma ve fakirlere iyilik ve ihsanda bulunmaktan ibarettir." diyerek bu
maksadı "yazılı kurallar" hâline getirmeye çalışmıştır. Mevlidi çok önemli
bir içtimaî değer olarak değerlendiren İbn Hacer'e göre, bu faaliyetlerin
iyi taraflarının ön plâna çıkarılması ve esasa aykırı hususların da
yapılmamasına dikkat edilmesi gerekir. Böyle olduğu takdirde güzel bir şey
olur. Bu görüşleri aynen aktaran Celâlüddîn es-Süyûtî bu konuyu hararetli
bir şekilde savunmakta ve karşı çıkanlara, kısa fakat kesin ve açık
ifadelerle şöyle cevap vermektedir: "Bunlar Hz. Peygamber'e olan sevgi ve
saygının ifadesi, bir sevinç gösterisi olduğundan yapanın mükâfat alacağı
bir yeniliktir, bunlardan fazla bir şey yoktur." Mevlidin maksadının, Hz.
Peygamber'e olan sevginin yaygınlaştırılması olduğunu belirten Süyûtî, bu
kutlamaları yaygınlaştıran Muzafferuddîn Gökbörü'yü de minnetle anar.
Osmanlı mutasavvıf ve ilim adamlarından Abdurrahmân b.
Yakûb Çelebi, mevlidin maksat ve muhtevasını daha sistematik bir şekilde
izah etmeye çalışmıştır: "Mevlid, konusu itibariyle, Hz. Peygamber'in
hayatını konu alan siyer (tarih) ilminin bir parçasıdır. Rebîülevvel ayında
Müslümanların dünyevî ve uhrevî iyilikler elde etmek maksadıyla toplanıp
Kur'ân okuma, salât ve selâm getirme, Hz. Peygamber'in üstünlüğünü anlatan
şiir vs. okuma; iyilik ve ihsanda bulunma, sevinç gösterileri yapma, yemek
ve tatlı yedirmeden ibarettir." Ona göre mevlidin "hükmü" yani esası ve
gayesi Hz. Peygamber'in doğumu münasebetiyle sevinmek; "rüknü" yani icra
şekli ise Kur'ân okuma, Hz. Peygamber'e salât ve selâm getirme, Hz.
Peygamber'in doğuşuyla ilgili şiir ve methiyeler okuma, iyilik ve ihsanda
bulunmaktır. Buna göre mevliddeki asıl maksat, Hz. Peygamber'in doğumu
vesilesiyle sevinmektir.
Endülüs kutlamalarında da aynı maksadı görmekteyiz: "Mevlid
gecelerini ihyâ etmemiz gerekir, bu konudaki sözlerimiz ve yaptıklarımız
güzeldir; Biz muhtaçları doyurur, çıplakları giydirir ve bunların ailelerine
yardım ederiz." şeklindeki ifadeler, mevlidin maksadını açıkça
belirtmektedir.
Osmanlılar dönemindeki pek çok ilim adamı da konuya
olumlu açıdan bakmıştır. Edirne müftüsü olarak tanınan Mehmed Fevzi Efendi,
mevlid okutmanın güzel bir âdet olduğunu ispat etmeye ve karşı çıkanlara
cevap vermeye çalışmıştır. İbn Hacer el-Heytemî, Süyûtî ve İbn Kesîr gibi
ileri gelen ilim adamlarının görüş birliği içerisinde bulunmalarını kendisi
için önemli bir delil sayarak mevlidin koyu bir savunucusu olmuştur. Ayrıca
masraflarını bizzat kendisi karşılayarak Medine-i Münevvere, Kayseri ve
Edirne'de mevlid okunmasını sağlamıştır.
Arapça veya Farsça yazılmış yüzlerce mevlid yanında,
Erzurumlu Mustafa Darîr'den Beyzâde Mustafa Efendi ve Edirne Müftüsü Mehmed
Fevzi Efendi'ye kadar, pek çok ilim adamı, şair ve edip tarafından pek çok
Türkçe mevlid yazılmıştır. Ancak bunlar içerisinde Süleyman Çelebi'nin
kaleme aldığı Vesîletu'n-necât adlı mevlid diğer diller de dâhil olmak üzere
bütün mevlidler içerisinde mühim bir değere sahiptir.
Düzenlenen mevlid törenlerine yasak hususların
karıştırılmaması kadar, mevlid olarak okunan metinlerin sıhhati ve kaynağı
da önemlidir. Mevlide konu olan bilgilerin kaynağı birinci derecede hadîs
külliyatına, siyer kitaplarına ve daha sonra da tefsir kitaplarında
aktarılan güvenilir rivayetlere dayanmalıdır. Zira mevlidde yanlış ve
mesnetsiz bilgileri aktaranlar veya bunları mevlid olarak takdim edenler
şiddetli bir şekilde eleştirilmişler, hattâ "yalancı, uydurmacı" diye
vasıflandırılmışlardır. Hz. Peygamber, daha doğduğu andan itibaren övülmeye
başlanmıştır: "Bana bu güzel ve zarif çocuğu veren Allah'a hamd olsun!"
diyen dedesi Abdulmuttalib'in, ve "Sen doğunca dünya ışığa büründü ve Sen'in
nûrunla ufuklar aydınlandı." diyen amcası Hz. Abbas'ın deyişleri bunlardan
sadece birkaçıdır.
İslâmiyet'in gelişinden sonra ise pek çok Sahâbî şâir
O'nu övme için yarışmışlardır. Bu methiyelerin bir kısmında Hz. Peygamber'in
doğumu, kasidenin bir kısmı, parçası olarak dile getirilir, yani bununla
sınırlıdır. Ancak zamanla Hz. Peygamber'in nûrunun yaratılışıyla başlayıp
vefâtıyla son bulan mevlid konusuna, fizikî ve ahlâkî özelliklerini tasvir
eden "şemâil" konuları da dahil edilmiştir. Safiyyuddîn el-Hıllî'nin "Sen'in
doğumun hürmetine ateşler söndü ve sevinçten saraylar çöktü." diyerek
başladığı veya ünlü mutasavvıf şair Busîrî'nin Kasîde-i Burde adlı ünlü
kasidesinde dile getirdiği gibi pek çok şair, Hz. Peygamber'in doğumunu ve
doğumu anındaki harikulâde olayları büyük bir ustalıkla anlatmaya
çalışmışlardır.
Mevlide genelde "Daha levh-i mahfûz ve kalem yok iken
ve gökyüzü daha yükseltilmemiş iken O, vardı." veya "Muhammed'in nûru,
yıldızların burçlarında dolaştığı gibi, annesinden zuhur edinceye kadar,
tertemiz, yüce ve şeref sahibi kişilerde dolaşmaya devam etti." şeklinde Hz.
Peygamber'in "nûru"nun dile getirildiği bir girizgâhla başlanır. Güneşe,
dolunaya veya yıldızlara benzetilen bu "nûr" karanlıkları ve cehaleti yok
eden, bütün kâinatı aydınlatan bir sembol olmuştur. "O öyle bir Habîb'dir
ki, güneş, ay ve yıldızların nûru O'nun nûrundan yaratılmıştır." ve
"Şüphesiz Hz. Peygamber kendisiyle aydınlığa ulaşılan bir nûrdur." "Hidâyet
sabahı" doğan ve bütün kâinatı kuşatan bu "nûr" ile yeni bir zaman
başlamıştır. Hz. Peygamber'in doğuşu, güneşin doğuşuna veya sabahın o ilk
parlaklığına, yüzü dolunaya veya güneşe benzetilerek bununla aynı zamanda
İslâmiyet'in doğuşuna işaret edilmiştir.
Hz. Âmine'nin hâmile iken, hamileliğinin her ayında bir
peygamberin "Çocuğunun ismini Muhammed koy!" şeklindeki telkin ve müjdelere;
meleklerin sevincine şahit olması gibi hususlar özenle işlenen konular
arasında yer almaktadır. Aynı şekilde doğumun gerçekleştiği esnada (vilâdet
kısmında) anlatılan bilgilerin tamamı Hz. Âmine'nin doğum esnasında gördüğü
rüyaya dayanır. Hz. Peygamber "... Ben, babam İbrâhim'in duası, İsâ'nın
müjdesi ve annem Âmine'nin gördüğü rüyâ (üzere)yim."6 sözüyle de buna işaret
etmiştir.
Hz. Peygamber, "İlkbahar" anlamına gelen "Rebîülevvel"
ayında doğduğundan Rebîülevvel kelimesi de ayrı bir önem kazanmıştır. Ay ve
mevsim için kullanılan bu ad, aynı zamanda Hz. Peygamber için de
kullanılmıştır. "Üç ilkbahar"ın bir araya gelmesiyle, yani ilkbahar
mevsiminde, ilkbahar ayında "İlkbahar"ın doğumuyla bütün güzelliklerin ve
iyiliklerin buluştuğu ve bununla bütün kâinatın sevince büründüğü dile
getirilir:
-Rebîülevvel ayında ve bahar mevsiminde kalbler için bahar olan (O) Zât
doğdu,
-O bir bahardır! Hem de nasıl bir bahar! Güzel kokusu burcu burcu yayılır;
insanlar arasında yürüyen bir bahar!
-Sayesinde umut çınarlarının yeşerdiği bir bahar; (Âhirette) eli küçükler
(güçsüzler) için şefaatçi olan bir bahar!
- Cömert toprakların fışkırmaya başladığı bir bahar; Semanın bereket
yağdırdığı bir bahar,
- İşte O'nun ismi Hâmid, Ahmed, Mustafa; O, Hamîd (övülmüş), (şanı) yüce,
yücelerin yücesi olandır.
Bir başka yerde:
-O gecede bütün insanlığı sevinç kapladı ve o gecede cennetin sarayları
süslendi,
-Bu bize sevinç getiren ilkbahardır; o, güzellikte bütün zamanlardan
üstündür,
-Zira onda, kendisinden yardım istenen ve Azîz olan Allah'ın Rasûlü
Mustafâ'nın doğumu vardır.7
Mevlidlerde, Hz. Peygamber'in doğumuyla bütün kâinatın
sevindiği, meleklerin bu sevinci doğuya, batıya ve bir de Kâbe'nin üzerine
diktikleri sancaklarla bütün kâinata ilân etttikleri dile getirilir. Bu
arada fizikî güzelliği, ahlâkı, güzel konuşması, vefâkâr, kalben ve ruhen
temiz, sabırlı, eziyetlere karşı son derece dayanıklı, Allah katında en yüce
makama sahip oluşu, halk arasında "Emîn" birisi olarak tanınması ve
sevilmesi, soyunun üstünlüğü, sırasıyla işlenen önemli konular arasında yer
almaktadır.
Özellikle ilk dönemlerde ferdî okunan mevlidlerin daha
sonraları mevlidhanlar tarafından topluluğun/halkın huzurunda âhenkli bir
şekilde (nağmeli) okunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mevlidin okunuş
şekli için de belirli usüller konmuştur. Mevlid merasimlerine Kur'ân
okunarak başlanması usül hâline gelmiştir. İlk önce Kur'ân-ı Kerîm'den
اَوَلاَ يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِى كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ
مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ * وَاِذَا مَا
اُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ هَلْ يَرٰیكُمْ مِنْ اَحَدٍ
ثُمَّ انْصَرَفُوا صَرَفَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَ
يَفْقَهُونَ * لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزيزٌ عَلَيْهِ مَا
عَنِتُّمْ حَريِصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنيِنَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ * فَاِنْ
تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ
تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظيِمِ *
"Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp
imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar; Bir sûre
indirildi mi, "Sizi bir kimse görüyor mu?" diye birbirlerine göz ederler,
sonra da sıvışıp giderler. Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah
onların kalblerini çevirmiştir; Andolsun, size kendi içinizden öyle bir
peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size
çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir; Eğer yüz
çevirirlerse, de ki: "Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben
ancak O'na tevekkül ettim (sığındım). O, yüce Arş'ın sahibidir." (Tevbe
Sûresi, 126-129) âyetleri okunarak başlanır. Daha sonra diğer bölümlere
geçilir. Hz. Peygamber'in soyu ve nesebi, yaratılışı, soyu ve soyunun
üstünlüğü; babası Abdullah ile annesi Âmine'nin evliliği ve bu konuda
cereyan eden bazı olaylar; Hz. Âmine'nin hâmilelik dönemi, annesinin gayptan
duyduğu sesler, aldığı müjdeler ve gördüğü rüyâlar ve son kısımda doğum
hâdisesi (vilâdet) ve bu esnada meydana gelen olaylar, süt anneye verilişi
dile getirilir. Mevlid kısa bir duâ ile son bulur.
Mevlidin en önemli hususlarından biri "ayağa kalkma"
olayıdır. Mevlidin velâdet kısmı okunduğu esnada Hz. Peygamber'in dünyaya
geliş ânını sembolize eden ve Süleyman Çelebi'nin "Doğdu ol saatte O Şah-ı
Rüsül" şeklinde ifade ettiği sözler okunur okunmaz tazim için ayağa
kalkılır. Bu ayağa kalkma işini ilk defa VIII./XIV. asırda Takıyyüddîn es-Sübkî
adında mutasavvıf ve dindar bir ilim adamının başlattığı nakledilir. İleri
gelen ilim adamlarının da bulunduğu Emeviye Camii'nde okunan mevlid
esnasında mevlidhân, bir şâirin:
-En güzel yazı yazan eller, altın harflerle Muhammed Mustafa'ya methiye
yazsa azdır,
-İleri gelen kişiler, O'nun adını duyduklarında saflar hâlinde ve topluca
ayağa kalksa azdır.
mealindeki beyitleri okununca Takiyyüddîn es-Sübkî hemen ayağa kalkmış ve
diğer dinleyiciler de ona uyarak hemen ayağa kalkmışlardır. Bundan sonra
gelenek hâline gelen bu husus, böylece devam ettirilmiştir.
Mevlid oldukça sade ve anlaşılır bir şekilde, halkın
anlayacağı bir üslûpta yazılmıştır. Bununla birlikte dinleyici için cazip
olan hoş karşılanan üslûp ve sanat özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir.
Meselâ Hz. Peygamber'in dünyaya gelişini, şu güzel ifadelerle bütün kâinata
ilân etme gibi bir sesleniş vardır:
-Bu, kalbimi sevgisiyle doldurandır, Bu, (sevgisinden dolayı) gözlerimin
uyumadığı kişidir,
-Bu gözleri sürmeli, Bu Mustafa'dır; Bu, yüzü güzel, Bu biricik olandır,
-Bu, nitelikleri üstün, Bu Murteza'dır, Bu Habîbullah'tır, Bu Efendimiz'dir.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber'in
doğum günü için özel bir kavram hâline gelen "mevlid" başlangıcından kısa
bir süre sonra resmî kutlama hâlini almış ve İslâmî geleneğe uygun muhtevası
ve sınırları belli sosyal bir faaliyet olarak sürmüştür. Bu kutlamalar aynı
zamanda ilmî ve edebî faaliyetleri de beraberinde getirmiştir.
* Atatürk Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Öğrt. Üyesi
sbakirci@yeniumit.com.tr
Dipnotlar
1. Bu Makale "Arap Edebiyatında Mevlid,
Doğuşu ve Gelişmesi" adlı çalışmamızdan özetlenmiştir. Daha geniş bilgi ve
kaynaklar için bzk. Adı geçen eser.
2. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Sahihu Müslim, II, 819; Müsnedu Ahmed, V,
297; Sünenü'l-Beyhakî, IV, 300.
3. Abdu'l-Hay el-Kettânî, et-Terâtîbu'l-idâriyye (Nizâmu'l-hüûmeti'n-nebeviyye),
Beyrut, tsz. (2. Baskı), II, 200.
4. Ebu Abdillah Muhammed, ed-Durru'l-munazzam fî mevlidi Nebiyyi'l-muazzam,
vrk. 12/a.
5. Alî el-Kârî, el-Mevridu'r-revî fî mevlidi'n-Nrbî, vrk.3/a.
6. el-Müstedrek ala's-sahîhayn, II, 453.
7. Afîf b. Nûr Celâl, Mevlidu'n-Nebî, vrk. 173/a |