. |
Rabıtanın Hükmü nedir? |
Şeyh Salih Ekinci (ks.) |
Rabıtanın hükmü nedir? Delilleri nelerdir? Bazı
kişiler onun şirk olduğunu iddia etmektedir. Bu iddianın doğruluk payı
nedir? Rabıta başlıbaşına bir ibadet değildir. Ehli Tasavvuf’un mutakaddimleri (ilk dönem şeyhleri) döneminde rabıta yoktu. Onu, tasavvufta istenilen bazı gayelere vesile olsun diye, müteahhir (Son dönem Şeyhleri) Ehli tasavvuf çıkarmıştır. Bu gayeler, şeyhe duyulan muhabbetin (sevginin) muridin gönlünde ve şeyhin azameti de onun kalbinde temekkün etmesidir (yerleşmesidir). Bu da; şeyhin emirlerini yerine getirmeğe, yolunda yürümeğe ve zikir ve amel olarak verdiği vazifeleri ihmal etmemeye vesile olur. Bu da tarikatta yükselmeye ve tasavvuf yolunda yürümenin asıl maksadı olan “ İhsan mertebesine” ulaşmaya vesiledir. Öte yanda Rabıta, Resulullah (s.a.v)’in ahlakıyla ahlaklanan ve şeyhin güzel ahlakını elde etmeye araçtır. Buna ek olarak söylemek gerekirse rabıta: bir insanın kalbini Resulullah (s.a.v)’in varisi niteliğini taşıyan bir büyüğe bağlanmaktır. Murit rabıta aracılığıyla şeyhinin her zaman kendisiyle beraber olduğunu düşünür. Kabul edilen bir gerçektir ki; bir işin yapılması insan ahlakında ve içgüdüsünde ne kadar tesir bırakırsa onu hayal etmekte ona yakın bir tesir bırakır. Binaen aleyh hayırlı şeyleri ve Salih kimseleri hayalinde canlandıran kimse de, salih amellere ve kimselere bir meyil meydana gelir. Kötülüğü ve kötüleri düşünen insan da ise, kötülüğe ve kötülere karşı bir meyil meydana gelir. İnsanın hayatının gidişatını belirleyen, davranışlarını, zahirini ve batınını (dışını ve içini) etkileyen hiç kuşkusuz ki, temayülleridir. Şeyhi hayalde canlandırmak, insanın ahlakına ve meziyetlerine yaptığı etki, sahiden şeyhin huzurunda bulunmanın bunlara yaptığı etkiye yakındır İşte bu düşünceyle sonraki sufiler, Rabıta’yı bir yöntem olarak benimsemiş ve ona yoğunlaşmıştır. Rabıta’nın ne Kur’an ve sünnette ne de Selefi Salih’inin amelinde özel bir delili vardır. Sadece “hayra vesile onlan her şey matluptur.” kaidesi gibi genel kurallarla ispatlanabilir. Dediğimiz gibi Kur’an’da ve sünnette Rabıta’nın özel bir delili yoktur. Rabıta’ya Kur’an ve sünnetten delil getirmeye yeltenecek kimse ilzam edici (susturucu) bir delili bırakın, ikna edici bir delil bile getiremeyecektir. Rabıta ile ilgili şu iki hususun bilinmesi elzemdir (çok gereklidir): Birincisi:Rabıta’yı yöntem olarak benimseyen sonraki mutasavvıflar, onun sıhhati için iki şart koşmuşlardır: a) Rabıta yapılan şeyh, fena ehlinden, yani daimi murakabe ehlinden olmalıdır. b) Kendisine Rabıta yapılan şeyh, hayatta olmalıdır. Çünkü hayatta olmayanlara rabıta yapmak sahih olsaydı, insanlar Resulullah’a rabıta yapıp bununla yetinirlerdi. İkincisi: Rabıtada aşırıya gidilmemelidir. Çünkü bu, şeyhler hakkında da aşırıya gitmeye sebep olur. Hiç şüphesiz ki, aşırılık, Peygamber efendimiz hakkında bile olsa yerilmiştir. Allah Teala: “Ey kitap ehli! Dininizde aşırı gitmeyin.! diye buyurmuştur. Resulullah (s.a.v) de: "Hristiyanların Hz. İsa’yı, onda olmayan şeylerle onu övüp aşırılığa düştüğü gibi siz de beni övmekte aşırılığa düşmeyin. Benim için, ‘O, Allah’ın kulu ve Resul’üdür.’ deyin.” diye buyurmuştur. Şeyh Ahmed er-Rifai “el-Hikem” isimli kitabında şöyle der: “Aşırılığa düşenlerin hatalarına düşüp de şeyhlerin masum (günahsız) olduğuna inanma ve kesinlikle senle Allah arasındaki bir durumda şeyhlere itimad etme! Çünkü Allah azameti konusunda hassastır, kendi zatıyla ilgili olan bir konuda, hiç kimseyi, kendisi ve kulunun arasına koymaktan hoşlanmaz. Evet, şeyhler Allah’a ulaştıran rehberler ve onun yolunda müridlerin yürümelerine birer vesilelerdir. Ve müridler şeyhlerinden Peygamber Efendimiz’in halini ve tavrını alır." Şeyh Ahmed er-Rifai devamla şöyle buyurmaktadır: “Horasan sufilerinden bazı acemler, “Muhakkak ki, büyük sufi İbn Şehriyar (k.s)'ın ruhu, acem ve arap sofilerini düzenleyip idare etmektedir, demişlerdir. Haşa! O her şeyi yaratan ve vehhab olan Allah değildir ki!" Bunun ardından o şöyle demştir: "Ey hakikat yolunun yolcusu! Acemlerde görülen bu ifrattan şiddetle sakın. Kuşkusuz ki, onlardan bazıarının yaptığı amellerde, Resulullah (s.a.v)'ın sarihen nehyetmiş (açıkça yasaklamış) olduğu aşırılık vardır." Ve demiştir ki : “Şeyhin dergahını takdis etme (kutsallaştırma) .Onun kabrini put edinme ve onun halini çıkar aracı yapma. Seçkin mürit, şeyhiyle iftihar eden değil, şeyhin kendisiyle iftihar ettiği kimsedir. İşi gücü büyüklerin sözlerini tevil eden ve onların hikayeleri ve onlara nispet edilen (keramet vs.) ile vakit geçiren gurubun arkadaşlığından uzak dur. Zira büyüklere nispet edilenlerin ekserisi iftiradan ibarettir. Şeyh, Allah yolunun yolcusunu, salih amellere sevk eden onun zikir ve amellere devam etmesini sağlayan bir yönlendiricidir. Onu; yolun engebelerinden, nefsin hilelerinden ve şeytanın desiselerinden kurtaran bir rehberdir. İşte, şeyhin vasıflanması gereken nitelikleri ve yapması gerekenleri bunlardır. Bunların dışında, harikulade şeylerin zahir olması, keramet göstermek, ğaybi şeyleri bilmek hiç kuşkusuz ki “şeyhliğin” –hiçbir şekilde- şartlarından değildir. Tabi Allah Azze ve Celle bazı özel kullarına bunlardan bazılarını ikram ediyor. Daha önce de dediğimiz gibi bu tür şeyler, bir insanın doğruluğuna alamet değildir. Zira fasık ve kafirlerde bile bu tür şeylere rastlanılıyor.” Ve Şeyh Ahmed er-Rifai, şeyhin niteliği ve ona karşı yapılması gerekli olan davranışta demiştir ki: “Şeyh, sana nasihat ettiğinde, meselelerin önemini kavratır. Sana rehberlik ettiğinde, seni hedefe ulaştırır. Elinden tuttuğunda sizi harekete geçirir. Şeyh; seni kitap ve sünnete bağlayan ve bid’atlerden uzaklaştırandır. Şeyh, hem zahiri hem de batını şeriata uyandır. Etraflarındaki ayak patırtılarının çokluğu (tabilerin çokluğu) nice insanların başlarını aldı ve nicesini de dinden etti. Çok defa sadık olan şeyhler bırakıldı ve sahte olanlara tabi olundu. Ayaklar, genelde dünyaya aldanan mağrur insanların etrafında patırdar. Bu yüzden insanlar, yalnızlığına bakarak ehil şeyhleri terk ettiler. Niye hayret edelim ki! Bu insanlarının her zaman ki durumudur. Onlar, süslü kubbeleri, nakışlarla süslenmiş kabirleri, geniş revakları her zaman daha çok severler. Büyük sarıklı, yenleri geniş cübbeli ve boylu poslu şeyhler, onların nazarında daima daha sempatiktir.” Rabıtanın şirk olduğu iddiasına gelince; bu iddianın derin düşünceden zerre kadar payı yoktur. Çünkü şirk “Allah’a has sıfatlardan birini Allah dışında herhangi birine vermek” demektir. Örneğin; Allah’a has olan, “mutlak bir ifade ile kainatta mutlak tasarruf” ve “kişinin kendiliğinden gaybi bildiğini isbat gibi” bir vasıfla başkasını nitelemek gibi. Rabıta ise, -daha önce değindiğimiz gibi- Salih bir alimle hayali bir beraberlik halidir. Görüldüğü üzere, Rabıtada Allah’a has herhangi bir sıfatı başkasına vermemektir. Rabıta’nın şirkle hiçbir alakası yoktur. Evet, Rabıta şeyhe tazim (saygı) vardır; fakat her tazim şirk değildir. Bilakis dinde emredilen tazimler vardır. Allah’ın şiarlarına (sembollerine) , anne-babayı, ilim ve fazilet ehlini tazim gibi. Rabıtadaki tazim de bu kabildendir. Tazimden bir kısmı da nehyedilmiş (yasaklanmış) aşırılıktan ibarettir. Bu da, istenilen seviyeyi aşıp şirk derecesine ulaşmayan tazim gibi. Bir kısmı tazim ise Allah’a şirk koşmaktan ibarettir. Bu ise Allah Azze ve Celleye has olan sıfatlardan birini başka birine isbatta olur. |
|