***********************
Ömer: (Yerlerine otururlar). Mısır'da halka zulmeden
Yezid b. Ebimüslim ile haraç toplamakla görevli olan Usa-
me b. Zeyd'i azletmeye, görevden uzaklaştırmaya kararlı-
yım. Mesleme b. Abdulmelik'i de ordusuyla birlikte İstan-
bul'dan çağıracağım.
Reca: Ama biraz bekleseniz, iyi olur. Düşmanların he-
defleri, açığa çıkar.
Ömer: İslâm ordusu, uzun zamandan beri Bizans surları
önünde, karada ve denizde savaşıyor. Bu günlerde gıda sı-
kıntısı ve kolera yüzünden kırılıyorlar. Perişanlıkları sürüp
gidiyor. Geri çağırmak için ben, neyi bekleyeceğim.
Reca: Ama daha önce Halife Süleyman, hiç dönüş emri
vermedi.
Ömer: Bu, onun vebali. Bu işlerin beklemeye taham-
mülü yok.
Müzahim: (Divit, hokka, kağıt getirir.) Getirdim, efen-
dim.
Ömer: (Rahlenin başına oturur, dividi eline alarak üç
ayrı kağıda fermanlar yazar. Yazarken bazı açıklamalar ya-
par.) Mesleme'yi Ordusuyla birlikte geri çağırıyorum. Mısır
valisini, Kuzey Afrika valisini görevden uzaklaştırıyorum.
Yerine yeni valiler tayin edeceğim.
Reca: Hay Allah, razı olsun.
Ömer: (Kağıtları katlar) Müzahim, bunları al, acele yeri-
ne ulaştır.
Müzahim: Derhal efendim, özel posta ile göndereyim.
(Çıkar).
Reca: Bu ve benzeri hareketlerde daima yanındayım.
Ömer: Evet, Reca, benim için hak ve hukuk, sultanlık-
tan daha değerli. Merhamet, dalkavukların yardım dilenme-
sinden daha şerefli.
Müzahim: (Tekrar içeri girer.) Postacıya emrinizi ilettim.
Posta arabalarınızdan beğendiğiniz birisi ile götürecek,
efendim.
Ömer: (Hayretle bakar.) Ne diyorsun, ey Müzahim? Ne
posta arabası? Nasıl oluyor da benim posta arabalarım olu-
yor.?
Reca: Evet, ey mü'minlerin emiri, halifelere mahsus ara-
balardır.
Ömer: Ah Reca ah... Bunlar, ilk gündenberi karşılaştı-
ğım saltanat tantanası.. Şimdi beni iyi dinle, ey müzahim:
Git, o saltanat arabalarını beytülmale devret.. Haydi, durma
öyle.
Müzahim: (Hayretle bakar.) Derhal, efendim. (Çıkar).
Ömer: (Halılara, duvarlara, örtülere, tüm ihtişama şöyle
bir bir bakar. Bu halılar, şu süslü koltuklar, bu ziynet, bu
göz kamaştırıcı manzara kim için?.. Bunlar, kim için?.. Bi-
zans kralı için mi?.. İran kisrası için mi?.. Benim içinse, ben,
buna razı olamam. Ben, sizden biriyinı. Sırtınızda taşımak
zorunda olduğunuz bir asalak değilim.
Reca: Bunlar, saltanatın itibarı, melikin haşmetidir. Bun-
lar, milletin benliğinde, emir'il-mü'mininin heybetinin tim-
salidir.
Ömer: Parıltıların, lüks ve ihtişamın gölgesine sığınan o
heybet batsın. Ben, Allah'a boyun eğen heybeti arıyorum,
ya Reca.
Müzahim: (Girer.) Emrinizi beytülmale ilettim, efendim.
Saltanat ve posta arabaları, bundan böyle beytülmale kay-
dedildi.
Ömer: İyi etmişsin, Müzahim. Şu yeni hayatımda bunla-
rı da (Eliyle eşyaları göstererek) görmek istemiyorum. Hep-
sini beytülmale götür. Bunların yerine bana bir hasır getir,
kafi...
Müzahim: Efendim...
Ömer: Hasır dedim, hasır... Onun da üzerinde devlet iş-
lerini görebilirim.
Müzahim: Baş üstüne, efendim.
Reca: Müzahim, halifemizin tören alayı ne zaman hare-
ket edecek?
Müzahim: Yakında, efendim. Saray terzileri, tören elbi-
selerini hazırladı.
Ömer: Tören elbiseleri, saray terzileri... O da ne, ey
Müzahim?
Reca: Evet, efendim. Müslümanlar, emirlerini yaldızlı el-
biseler içinde görmeye alışıklar, efendim.
Ömer: (Kızarak) Ama ben, o emirlerden değilim. Onla-
rı, taklit etmem. Benim için esas olan, Allah'ın Resûlüdür.
O, bizim önderimiz... Allah, Resûlü'nün diliyle neyi helal
kıldıysa o, kıyamete kadar helaldir. Neyi de haram kıldıysa
o, kıyamete kadar haramdır. Unutma ey Müzahim, o elbise-
ler de, benim değil, hazinenindir. Saray terzilerine söyle;
bana değil, kendilerine birer elbise diksinler. Çünkü onlar,
buna muhtaç..
Müzahim: Baş üstüne, efendim. (Çıkar.)
Ömer: (Reca'ya döner.) Ya Reca, bu, böyle olmayacak.
Ben, bütün malımı beytülmale devretmeye karar verdim.
Haydi gidelim. (Ömer ile Reca, çıktıktan sonra, Muti ile
Müsalim, konuşarak girerler.)
Muti: Dünkü emir'il-mü'minin başka idi, bu günkü baş-
ka... Bunun çevresinde bizim gibilerden hiç kimse yok.
Müsalim: Şu çevresindeki adamlar... Onlar da hep
mü'minlerin emiri Ömer gibiler... Çalışan müslümanlara
beytülmal'dan bol bol verecekmiş. Ama bize, hiç pay yok.
Gerçi biz de, asalak yaşamaya alışmıştık, öyle değil mi Mu-
ti?
Muti: Gerçeği arıyorsan, hazineyi biz yemeliyiz. Biz, ça-
lışmıyoruz. İşimiz yok, gücümüz yok... Avareyiz.
Müsalim: Muti sen çok acaib fikirler üretiyorsun. Keşke
sen, hazinenin muhafızı olsan. Dilediğin gibi yer, içer, sa-
vurursun.
Muti: Yani bu, imkansız bir şey mi?.. Dünya acaiblikler-
le dolu. Bir gün ben de, bu hazinenin, bu beytülmal'in mu-
hafızı olacağım. İmkansız sanma, bunu. O gün sana, çil çil
altınlar, bol bol dinarlar vereceğim. Başından sel gibi para-
lar dökeceğim. (Birden irkilir.) Müsalim biz, saraydayız...
Bizim burada ne işimiz var? Haydi... Kimse görmeden bura-
dan kaçalım.
Müsalim: Haydi, çabuk. Allah'a dua edelim de başımıza
birşey gelmesin.. Ya bizi gören olduysa.. (Korkarak, birbir-
Lerine ve çevreye endişeyle bakarak çıkarken perde kapa-
nır.)
PERDE II
TABLO I
(Ömer ibni Abdulaziz'in evi. Yerde halılar, çevrede koltuklar, renk renk
perdelerle muhteşem bir ev. Sağdaki pencereden, Ümeyye camii, soldakinden
Emevi hanedanının konakları görülür.)
Ömer: (Azatlı kölesi Müzahim ile ayakta konuşuyorlar.)
Nasıl canım sıkılmasın ki?.. Sarayı ıslah etmeye çalışıyorum.
Ama evim, saray gibi... Bunlar, vicdanıma birer yük.
Müzahim: Evi de mi değiştirmeyi düşünüyorsunuz?
Ömer: Evi değil, eşyaları değiştireceğim.
Müzahim: Emredin, daha iyisini, yenisini getirelim, de-
ğiştirelim.
Ömer: Hayır, eskisi ile...
Müzahim: Anlayamadım, efendim.
Ömer: (Oturur.) Çok açık.. Ben evimde böyle bir ihti-
şam istemiyorum. Şu halıları, şu kaftanları, şu ipeklileri
beytülmale teslim et...
Müzahim: Evet, efendim.
Ömer: Onların yerine, şahsi param ile bir kilim, birkaç
hasır al... Kafi... Şu fani bedene, bu kadarı kafı...
Müzahim: Bilmem ki efendim. buna, eşiniz Fatıma ha-
nım ne derler?
Ömer: O, ne der, bilemem. Bildiğim bir şey var: cehen-
nem azabından beni o da kurtaramaz.
Müzahim: Ferman sizindir, efendim.
Ömer: Müzahim, Müzahim, bilesin ki ferman, Allahın-
dır.
Abdulmelik: (18 yaşlarında, beyaz elbiseli bir delikanlı,
halifenin oğludur. İçeri girer.) Esselamü aleyküm.
Ömer: Aleykümüsselam. Gel, oğlum, otur şöyle.
Abdülmelik: (Oturur.) Bir kaç gündür göremez olduk,
babacığım.
Ömer: Devlet işleri, bilirsin, çok yoğun.
Abdulmelik: Öyle ama biraz da istirahat et, babacığım.
Ömer: O kadar işin arasında en çok, geçmişin acısını
çekiyorum. Emevilere yaslayıp zulmedenler, başımın belası.
Abdulmelik: Her türlü zulmü bir anda önleyemezsin
ki...
Ömer: Bunun farkındayım. Onun için önce evimden,
kendimden başlamak istiyorum.
Abdülmelik: Nasıl?
Müzahim: Evin eşyası, hazineye teslim ediliyor. Yerine
kilim, hasır serilecek.
Abdulmelik: Bu, çok isabetli bir karar. Babacığını, ger-
çekten tebrik ederim. Ama o arazi, o mal mülk ne olacak?
Ömer: Onları da hazineye devrediyorum, hem de kendi
rızam ile...
Abdulmelik: (Biraz hayret, biraz sevinçle) Bütün malla-
rını, bütün servetini mi?
Ömer: Evet.
Abdulmelik: Yıllık geliri, kırk bin dinarı geçiyordu.
Hepsini mi hazineye devrettin?
Ömer: Evet, hepsini.. hatta elbiselerimi, elimdeki nakit
paramı, hepsini beytülmale devrettim.
Abdulmelik: Pekala... Günlük ihtiyaçlarımızı nasıl karşı-
layacağız? Ne yeyip, ne içeceğiz?
Ömer: Oğlum, ben, hem devlet başkanıyım, hem de ai-
le reisiyim. Hem milleti, hem de ailemi düşünmek zorunda-
yım. Ali fertlerim için Süveydiye kuyusunu ayırdım. Süvey-
diye kuyusunu, kendi ellerimle kazmıştım. Onda hiç kimse-
nin katkısı yok. Onun geliri, tümüyle helal.
Abdulmelik: Geliri ne kadar?
Ömer: Yıllık ikiyüz dinar.
Abdulmelik: Bence yeterli ama...
Ömer: Aması ne?
Müzahim: Yıllık kırk bin dinar harcamaya alıştınız. Şim-
di ikiyüz dinarla asıl idare edilecek?
Abdulmelik: Herkese örnek olmâsı için çalışırız. Ama...
sahi.. Hayber'deki Fedek arazisi ne oldu? Onun geliri, fena
değildi.
Ömer: Gerçekten Fedek arazisi, tüm servetime denkdi...
Ama o da, benim değildi. Aslında onu, Hz. Peygamber, yol-
da kalanlara hibe etmişti. Emevi halifeleri de onu, servetle-
rine katmışlar. Ben, onu da gerçek sahiplerine bıraktım.
Abdulmelik: Eee... bunlar güzel. Ama Emevi hanedanı,
hizmetçisinden bekçisine kadar hepsi, mal, mülk, arazi sa-
hibi...
Müzahim: Müslümanların mallarının nerdeyse üçte biri,
ya Emevilerin elinde, ya da bekçi ve hizmetçilerinin...
Ömer: Onların hepsi, gerçek sahiplerine verilecek.
Abdulmelik: Öyle ise işin çok zor...
Ömer: Neden?
Abdulmelik: Emevi hanedanının ileri gelenleri, seni asla
bırakmazlar. Onların servetlerini alıyorsun. Bu, onlar için
yaşarken ölmektir.
Ömer: Öyle de olsa hak, sahibine verilecektir.
Abdulmelik: Anlaşılıyor ki önce evden, hanedandan
başlıyorsunuz.
Ömer: Evimde önemli bir pürüz daha var.
Müzahim: Evde birşey kalmıyor ki.. Her şeyi beytülma-
le veriyorsunuz.
Abdulmelik: Beytülmale teslim edilecek başka bir şey-
kaldı mı?
Ömer: Evet, bence daha var.
Abdulmelik: Üzerimdeki şu elbise mi?
Ömer: Hayır, daha önemlisi...
Abdulmelik: Merak ettim. Ne olur?.. Söyle, babacığım.
Ömer: Annen Fatıma'nın altın ve ziynetleri..
Abdulmelik: Ama altın ve zinetleri, annemin şahsi malı.
Ona, nasıl el korsun, babacığım?
Müzahim: Ben de iyi biliyorum ki o altın ve ziynetleri,
elinize, merhum babası düğün hediyesi olarak vermişti.
Abdulmelik: Onlar, annem için çok değerli.
Ömer: Biliyorum... Benim için de çok değerli. O takılar,
en mutlu günümüzün süsü, hatırası.. Ama Allah'ın rızası,
ondan daha değerli... Öyle değil mi?
Abdulmelik: Bence bir sakınca yok. Ama dedim ya işin
zor. Allah yardımcın olsun.
Müzahim: Öyle ya... Bize, ancak böyle demek düşer.
Ömer: Ben de sizden bunu bekliyordum. Benim için
Allah'ın yardımı çok önemli.
Abdulmelik: Babacığını, kendini çok yoruyorsun. Her
şeyi, birden düzeltmek nıümkün değil... Biraz istirahat
edin.
Ömer: Nasıl istirahat edeyim? Biraz uyuyacağım. Sonra
zalimlerle ve zulümle savaşacağım.
Abdulmelik: Allah yardımcın olsun... (Ayağa kalkar, dü-
şünür, gezerler.)
Ömer: Ne dünüşürsün, evladım?
Abdulmelik: Birden içimi bir düşünce kapladı: Senin
uyuman mı, yoksa zalimlerle savaşman mı daha önemli?
Başka bir ifadeyle zalimlerle savaşmak gibi önemli bir olay
varken mü'minlerin emirinin uyuması caiz midir?
Ömer: (Üzülür, ağlar, kısa sürede kendini toparlar.) Öy-
leyse oğlum, (Abdulmelik'e yaklaşır, elini omuzuna kor.)
Kalbini Ferah tut. Uykuyla vakit öldürmeyeceğim. Zulme
karşı savaşacağım. (Oğlu ile kucaklaşırlar.) Rabbime binler-
ce şükürler olsun ki benim neslimden böyle bir oğul verdi;
beni hakka çağırıyor, gaffetten uyarıyor. (Oğluna döner.)
Oğlum, şimdi mescide gideceğim. Orada haksızlığa uğra-
yan herkesi dinleyeceğim. Haklarını koruyacağım. Kapıya
doğru yönelir.) Haydi Müzahim, mescide..- Adalet, bizi
bekliyor. Çıkarlarken kulisten tellalın sesi duyulur:
"Ey ahali, duyduk, duymadık demeyin. Mü'minlerin
emiri Ömer ibni Abdülaziz, ferman buyurdu. Duyduk, duy-
madık demeyin. Her kim zulme uğramışsa mescide gelsin.
Her kim haksızlığa uğramışsa Ümeyye Mescidine gelsin.
Bugün, adalet günüdür. Kadre uğrayan herkese hakkı geri
verilecektir. Bugün zalim ceza görecek, mazlunıun yüzü
gülecek...")
(Işıklar söner.)
TABLO II
(Ömer ibni Abdülaziz'in evinden sade görünümlü bir
oda. Koltuklar, mobilya, süs, zinet, hepsi kaldırılmış. Yerde
de hasır serili. Tam bir derviş odası. Kulisten ,su mısralar
okunur:
Ne mutlu asrın çocuğunu dünyaya getirdi bu günler,
Günler geçiyor, aylar geçiyor, devrediyor yıllar.
Ondan şerefle devraldı mutluluk timsali Sıddık,
Onu hakla, hukukla, adaletle izledi Ömer'ül-Faruk.
İki nur sahibi Osman şan saldı, biladı İslâm'a (İslam ülkelerine),
İki salih evlatla ilmin kapısı Ali, ulaştı bu ünvana.
Mutluluklar ideal oldu, tüm elemler dağıldı.
Bu günlere Faruk, ahfadıyla (torunlarıyla) nida saldı.
Bu mısralar, kulisten okunurken, Ömer içeri girer. Hası-
ra oturur. yemeğini önüne alır, yemeye başlar. Bu esnada
Hişam ve Anbese, kapının önünde konuşurlar.
Hişam: Unutma ki Anbese, babalarımızdan bize intikal
eden mal ve mülkü, asla bırakmayacağız. Kellemiz, gövde-
mizden ayrılsa bile...
Anbese: Hayır, Hişam, hayır... Biraz sakin ol. Şayet de-
diğin gibi yaparsak, kendi ocağımızda fitne ateşini tutuştur-
muş oluruz. Düşmanlarımıza yardım etmiş oluruz.
Hişam: Öyleyse ne yapalım?.. Mü'minlerin emiri, bizi de
akraba olduğumuzu da unuttu. Söyle ne yapalım?
***********************
SARMAŞIK
YAYINLARI |