***************************
BİRİNCİ PERDE
(Siyah ve mücerred fon... Sol dip köşeden sağ ön
köşeye doğru, haşmetli taht... Tahtın sağında bir
gong... Büyüklü, küçüklü, şamdanlar... Siyah fonun üs-
tünde ve orta yerde, altun yaldızla işlenmiş " Es-Sultan
İbn-üs - Sultan İbrahim bin Edhem " yazılı tuğra...)
(Tahtında, sol ayağını sağ dizinin altına almış
ve yarı bağdaş kurmuş biçimde, hafif ve gayet za-
rif siyah sakallz genç Sultan İbrahim Ethem... Elin-
de incecik bir hezaren değneği... önünde, yere, diz-
leri üzerine çökmüş, birinci ve ikinci dervişler...
Mumlar yanıyor.)
İBRAHİM ETHEM - Neymiş şu dervişlik de-
diğiniz? (Elindeki değneği birinci dervişe uzatır)
Anlat bakalam!
BİRİNCİ DERVİŞ - Anlatılır şey değil, Sul-
tanım!
İBRAHİM ETHEM - Bu kadar anlatılır, an-
şılır şey dururken, bula bula bu anlatılmaz, anla-
şılmazı mı buldunuz? (Değneği ikinci dervişe uza-
tır) Sen söyle!
İKİNCİ DERVİŞ - Ben de söyleyemem! Bu iş
lâfa sığmaz!
İBRAHİM ETHEM - Ya: ! ! (Birinci Dervişe)
Lâfa sığmayan şeyi yine sen çalış sığdırmaya!
BİRİNCİ DERVİŞ - Bizim işimiz Allah'ı zik-
retmek, anmak...
İBRAHİM ETHEM - Herkesin işi o değil mi?
BİRİNCİ DERVİŞ - Dıştan öyle ama içten
başka türlü... zikr, dudakla anmak değil, gönülle
anmaktır. Zikri kalbe indirmek lâzım...
İBRAHİM ETHEM - Dudak, kalbde olanan
gayrini mi söylermiş?
BİRİNCİ DERVİŞ - Hep öyle söyler! Kalb,
dudağa hep yalanını söyletir.
İBRAHİM ETHEM - (Düşünceli) Demek hep
yalanını söyletir?
BİRİNCİ DERVİŞ - Hep!..
İBRAHİM ETHEM - Sen şimdi doğruyu mu
söylüyorsun?
BİRİNCİ DERVİŞ - Tam doğruyu, söylüyo-
rum?
İBRAHİM ETHEM - Peki, zikir kalbe inince
ne oluyor?
BİRİNCİ DERVİŞ - Kalb temizleniyor, ay-
dınlanıyor, onda dünya ilgisi diye bir şey kalmı-
yor.
(Durak... )
İBRAHİM ETHEM - Sonra?..
BİRİNCİ DERVİŞ - Allah'da fâni olmanın;
Hak'da yok olmanın ufku açılıyor.
İBRAHİM ETHEM - Ya dünya hayatı?..
BİRİNCİ DERVİŞ - İşte asıl o hayatı silmek,
yok etmek lâzım ya ! ..
İBRAHİM ETHEM - Dinimiz dünyaya âhire-
tin tarlası, demiyor mu?.. Efendimiz «Hiç ölmeye-
cek gibi dünya, hemen ölecek gibi âhiret» buyur-
muyor mu?.. Dünya diye bir vazifemiz yok mu?..
(Birinci Derviş cevap vermez. Uzun durak...)
(İbrahim Ethem dalgın.. Değneğini ikinci der-
vişe çevirir. )
İBRAHİM ETHEM - Sen söyle görelim .
İKİNCİ DERVİŞ - Bu emir, ibadetin dış yü-
zünde kalanlara mahsus... Kalabalaklara göre... İç
yüze girenler için dünya diye bir şey kalmaz.
İBRAHİM ETHEM - Ya herkes iç yüze girer-
se ne olur? Dünya bomboş mu kalır? Böyle mi ol-
malı?..
BİRİNCİ DERVİŞ - Sultanım! Yoldaşım iyi
anlatamadı. Her şeyden önce, dış yüzde kalanlar
dünyaya yeter. İç yüze girerlerse dünyaya sevmez-
ler...
İBRAHİM ETHEM - Nasıl?.. Kapı kapı el aça-
rak mı, şunun bunun sırtından geçinerek mi? Der-
vişlik bu olmasa gerek!..
BİRİNCİ DERVİŞ - Biz kimseden bir şey is-
temeyiz! Verirlerse alırız.
İBRAHİM ETHEM - Verirlerse alacağını belli
eden, isteyen demektir.
İKİNCİ DERVİŞ - Biz tevekkül ehliyiz...
İBRAHİM ETHEM - (Elindeki değnekle der-
vişlerin üzerinde bir daire çizer) Siz, tevekkül ehli
değil, teekkül ehlisiniz! Hazır yiyiciler... Hazret-i
Ömer'in, bu söz... Cami köşelerinde pinekleyip te-
vekkül satanlara verdiği cevap... Biliyor musunuz?
BİRİNCİ DERVİŞ - Hayır!
İBRAHİM ETHEM - Bana öyle geliyor ki, siz,
tevekkülü, işsiz güçsüz tedbirsiz davranışsız, köşe-
lerde, bucaklarda pineklemek sananlardansınız!
BİRİNCİ DERVİŞ - Hayır Sultanım!
İBRAHİM ETHEM - Hazret-i Ömer, camide
yan gelip " biz tevekkül ehliyiz " diyenlere anlat-
mak istemişti ki, cemiyete çıkmak, topluluğa ka-
tılmak, iş sahibi olmak lâzım...
BİRİNCİ DERVİŞ - Bizim. iş sahibi olmaya
mecalimiz yok!
İBRAHİM ETHEM - (Doğrulur) Öyleyse Al-
lah'ı bulmaya da mecaliniz olamaz :
BİRiNCİ DERVİŞ - Halimizi Allah bilir...
İBRAHİM ETHEM - Halinizi kul da görüyor !
Haliniz bence dervişlik haline uymaz! Dervişlik,
dünya işini bırakmadan, belki onu yalnız gönül-
den kazıyarak, silerek Allah'a yükselmek gibi ge-
liyor bana... Yanlış mı?..
BİRİNCİ DERVİŞ- Doğru, Sultanım!.. Biz
de başka türlü anlamıyoruz...
İBRAHİM ETHEM -- Başka türlü anlamasa-
nız, dünyayı bırakmak iddiası içinde dünya ehliyle
uğraşır mısınız? Neydi o, sabah namazında camide
yaptığınız?.. İmam selâm verir vermez neydi o çığ-
lığınız?..
BİRİNCİ DERVİŞ - Halkın gafletine dayana-
mayarak, " Böyle Müslümanlık olmaz " diye bağırdık.
İBRAHİM ETHEM - Ya benim için söyledik-
leriniz?..
BİRİNCİ DERVİŞ - Sultanımızı uyandırmak
istedik.
İBRAHİM ETHEM - " İşi gücü, sırmalı elbi-
seler, altun tasmalı tazılar arasında, sülün ayaklı
küheylanlar sırtında ava çıkmaktan ibaret bir Sul-
tandan ne hayır beklenebilir? "... Böyle bağırmadı-
nız mı?
BİRİNCİ DERVİŞ - Öyle demek istemedik,
Sultanım.
İBRAHİM ETHEM - Kadı da sizi yakalattı,
isteğim üzerine saraya gönderdi. Camide ibadet
eden Müslümanlara hoyrat hoyrat bağırmakla ne
demek istiyordunuz?.. Onları benim üzerime
saldırmaya, beni mi onlara çullanmaya davet edi-
yordunuz?.. Bu mu dervişlik, bu mu dünyayı eh-
line bırakmak?.. (Sert) söyleyin!
İKİNCİ DERVİŞ - Söylemiştik Sultanım;
Halkı gafletten kurtarmak istedik.
İBRAHİM ETHEM - Beni de beraber, değil
mi?..
İKİNCİ DERVİŞ - Estağfurullah...
İBRAHİM ETHEM - (Dervişleri uzun uzun
süzer) Yoksa en büyük gaflet içinde olan, siz misi-
niz?.. (Dalar, uzun durak...) Gaflet içindesiniz ama,
bilmeden hakkı da dile getiriyorsunuz. Birgün av-
da başıma geleni bilseydiniz, kimbilir şimdi ne ka-
dar hak taslamaya kalkardınız! ..
BİRİNCİ DERVİŞ - Bilmiyoruz Sultanım!..
İBRAHİM ETHEM - Bilmeyin, daha iyi!..
Bakın sizi saraya niçin çağırttığımı söyleyeyim! Av-
da başıma gelen o hadiseden sonra, şu dervişlik me-
selesi fena halde takıldı içime... Kadı " Garip halli
iki derviş " diye haber gönderince, dayanamadım,
sizi yakından görmek istedim. Gece vakti sizinle
baş başa konuşayım dedim. Belki ötelerden üzeri-
nizde bir ışık püskürtüsü vardır diye düşündüm.
(Değneğini iki ucundan kavrar, yay gibi gerer ve
bir ân, düşünceli, bekler) Ama yanılmışım; Cami-
de söylediklerinizin bana ait tarafı, sizin fikriniz,
görüşünüz değil:.. Söyleyene bakmıyorum, söyletene
bakıyorum..
BİRİNCİ DERVİŞ - Hep ona bak Sultanım.
İBRAHİM ETHEM - (Tane tane) Dervişlik,
Efendimizin saadet devirlerinde var mıydı? (Sü-
kût... )
(Uzun durak... Dervişler, çeneleri göğüslerin-
de düşünceli...)
İBRAHİM ETHEM - Söylesenize!.. Baş soru,
bu!.. Saadet devrinde, nur şelalesi zamanında bu iş.
var mıydı, yok muydu? (Değneğini birinci dervişe
çevirir) Söyle!
BİRİNCİ DERVİŞ - Bir şey diyemiyeceğim:
İBRAHİM ETHEM - Dört büyük halife çığ-
rında var mıydı, yok muydu? (Uzun durak... Sü-
kût...)
İBRAHİM ETFIEM - Yine bir şey diyemiye-
ceksiniz, öyle mi?..
BİRİNCİ DERVİŞ - (Ürkek) Her halde tohu-
mu vardı da ağacı meydana çıkmamıştı.
İBRAHİM ETHEM - Dervişlik işinde beni do-
yurabilecek bir cevap veremediniz! Tasladığınız
dervişliği belki de hiç, bilmiyorsunuz! Belki de dış
yüz, iç yüz derken, dervişliğin dış yüzünde birer ez-
berci, birer taklitçisiniz siz!.. (Durak, düşünce...)
Size bir sual sorayam...
(Durak... Karşılıklı bakışma... )
İBRAHİM ETI3EM - (Öfkeli) Hicretten yüz
bu kadar yıl sonra size mi kaldı bu ağacı meydana
çıkarmak?..
(Sükut... Uzun durak... Karşılıklı bakışma... )
İKİNCİ DERVİŞ - Sultanım, ben söyleyeyim...
İBRAHİM ETHEM - Söyle!..
İKİNCİ DERVİŞ - Saadet devrinde mûcize
vardı.
İBRAHİM ETHEM - Şimdi?
İKİNCİ DERVİŞ - Keramet var! O Resûl'ün
mucizesine bağlı keramet.
İBRAHİM ETHEM - Bana bir keramet göste-
rin öyleyse!..
(Sükût... Uzun durak...)
(Dervişlerde sanki bir murakabe hali. .. )
İBRAHİM ETHEM - (Öne doğru eğilmiş, bir-
den parlar) Kalpazanlar... Ağzınızla yakalandı-
nız! Ya bana bir keramet gösterir, yahut gösterin-
ceye kadar zindanda yatarsınız.
BİRİNCİ DERVİŞ - Nasıl bir keramet istiyor-
sunuz?
İBRAHİM ETHEM - Herhangi bir "olamazı"ı
oldurun. (Ayaklarını indirir) Beni şu tahtın üze-
rinde görüyor musunuz?
BİRİNCİ DERVİŞ - Görüyoruz!
İBRAHİM ETHEM - Meselâ beni şu tahtm
üzerinde havaya kaldırın!
BİRİNCİ DERVİŞ - Koca Sultan! Keramet
zorla olmaz. İstemekle gelmez, Rüzgâra benzer. Es
demekle esmez. Onu estiren estirir. Allah isterse,
seni, tahtınla havaya kaldırmak şöyle dursun......
(Birden susar)
İBRAHİM ETHEM - Yerin dibine bile indi-
rirsiniz, değil mi?..
BİRİNCİ DERVİŞ - Böyle bir şey demedik...
Ama ille keramet diye direniyorsan gösterelim...
Bizim gibi iki hakîr dervişi huzuruna kabul etmen-
den üstün keramet mi olur? Allaha yakınlık yolu-
nu bizden öğrenmek istemenden daha açık keramet
ve bizim hesabımıza keramet.
İBRAHİM ETHEM - Şimdi de lâf canbazlığı-
na kalkıyorsunuz!
BİRİNCİ DERVİŞ - Yâ İbrahim Ethem! Bi-
zim aklımız yetmeyebilir, dilimiz dönmeyebilir, bu
işe aklı yetenler, dili dönenler de bulunabilir. Sen
inan ki, büyük sır, büyük hikmet bizim yolumuz-
da...
(İbrahirrı Ethem bir sıçrayışta ayağa kalkar.
Dervişler de doğrulur, kalkarlar.)
İBRAHİM ETHEM - İnandıramadınız. Ümi-
dim boşa çıktı. Allah'dan dilerim ki, bir gün, bu
yolu tam gösterebilecek birini çıkarsın karşıma!
BİRİNCİ DERVİŞ - Allah bir gün belki de
seni çıkarır senin karşına....
İBRAHİM ETHEM - Beni ikiye mi böler?
BİRİNCİ DERVİŞ - Kaça isterse ona böler.
Her gün aynada ikiye bölünmüyor musun?
İBRAHİM ETHEM - (Birinci Dervişe) Sen
arada bir hikmetli lâflar ediyorsun, ama dilediği-
mi veremiyorsun!
BİRİNCİ DERVİŞ - Haddime mi düşmüş be-
nim... O verir. O!..
İBRAHİM ETHEM - İstemekle mi verir?
BİRİNCİ DERVİŞ - Dilerse istetir, öyle verir.
Dilerse ne istetir ne bir şey; uykunun içinde bile-
tepene tokmakla vurup seni kaldırır, verir.
(İbrahim Ethem dervişlere dik dik bakar.)
(Uzun durak... Birden şimşek gibi döner, tah-
tın yanındaki gonga vurur. Ürpertili bir tunç se-
si... İbrahim Ethem Dervişlere döner.)
İBRAHİM ETHEM - Sizi alsınlar, serbest bı-
raksınlar! Bu defalık affediyorum. Bir daha mü'-
minlerin ibadet yerlerinde böyle haltlar işlemeyin!
(Başını kaldırıp sağ cepheye bakar) Bunları alıp
götürün, serbest bırakın. (Dervişlere) Buyurun,
serbestsiniz. (Dervişler, ellerini göğüslerine götü-
rüp geri geri çıkarken İbrahim Ethem de o istika-
mette ilerler.. Hallerini dikkatle süzer. Dervişler
çıkar. )
İBRAHİM ETHEM - (Çıkanların arkasından)
Bana bir şey veremediniz ama, ruhumu tırmık tır-
mık pençelediniz bir gün karşılaşırız inşallah..:
BİRİNCİ DERVİŞİN SESi - Yâ nasîp..
(İbrahim Ethem, çıkanlara bakmakta. devam
ediyor. )
(Uzun durak... İbrahim Ethem döner, gayet
düşünceli, tahtına doğru yürür. Oturur. Uzun du-
rak... Sonra uzanmak istercesine sağına doğru yas-
lanır... )
(Uzun durak... Uzakta, derinlerden boru ses-
leri...)
İBRAHİM ETHEM - (Doğrulur) Gece yarısı....
Nöbet değiştiriyorlar. Amma da uzun konuşmu-
şuz!
(İbrahim Ethem yine tahta yaslanır.)
(Çok uzun durak... Birdenbire, tavanda sert
ve tüyler ürpertici bir tokmak sesi... İbrahim Et-
hem dehşetler içinde doğrulmuş; tavana bakıyor..
Tokmak sesi devamda...)
İBRAHİM ETHEM - (Başı tavana doğru, hay--
kırarak) Kim o?.. Kim var damda?
(Tokmak sesi... )
İBRAHİM ETHEM - (Aynı vaziyette) Ne olu--
yor?..
DAMDAN SES - Hiç!.. Yabancı değil...
İBRAHİM ETHEM - (Dehşete batmış) Ne
demek yabanca değil! Kimsin sen, ne arıyorsun
damda?..
DAMDAN SES - Bir katar devem varda; kay-
bettim! Damda onları arıyorum!
İBRAHİM ETHEM - (Mecnun edası ile tah-
tından sıçrar, tavana doğru) Bu da ne iş! Kaybo-
lan develerini sarayın damında mı arıyorsun?.. Öy-
le mi... dedin; ne dedin?
DAMDAN SES - Evet, öyle dedim!
İBRAHİM ETHEM - Deli misin sen, kim çı-
kardı seni dama?..
DAMDAN SES - Deli sensin! Nerede, ne ara-
nacağını bilmeyen...
İBRAHİM ETHEM - Damda deve aranır mıy-
mış?..
(Uzun durak... )
DAMDAN SES - (Değişik ton, tane tane) Ya
sen Allah'ı sırmalı elbiseler, inci düğmeli kaftan-
lar, altun yaldızlı taht, ipekli yastıklar üzerinde mi
arıyorsun?
(Çok uzun durak... İbrahim Ethem, elleri saç-
larında bir çılgın...)
İBRAHİM ETHEM - (Avaz avaz) Kimsin
sen?.. Ne istiyorsun; benden?..
DAMDAN SES - Seni istiyorum! Uyan, gafil,
uyan; uyanıklık sandığın bu uykudan! Uyan, so-
yun, çırılçıplak kal! Gel; gel!..
(İbrahim Ethem hep o tavırda, tavana bakı-
yor. )
DAMDAN SES - (Gittikçe uzaklaşarak) Gel,
gel, mesafeleri kaldır, gel!..
(Çok uzun durak... İbrahim Ethem iki bük-
lüm... Birdenbire deli gibi atılır, tahta koşar, gon-
gun tokmağını kaldırıp bütün kuvvetiyle indirir.
Korkunç ses helezonları... Mumların alevleri titre-
şiyor. İbrahim Ethem, elinde tokmak, yüzü sağa
doğru... Birden atılır, koşar, sağdan çıkar. Sahne
boş... Dışardan koşuşma sesleri... homurtular...)
UZAKTAN BİR SES - Silâh başına!..
(Uzun durak... Yükselen seslenmeler... Tiz
bir boru sesi... Peşinden trampetvâri kısa darbeli
kös sesleri... )
(Sağdan İbrahim Ethem gelir, ayni perişan e-
da... Ağır ağır yürür. Siyah fon üzerindeki tuğranın
karşısında durur. Tuğraya bakıyor. Uzun durak...)
İBRAHİM ETHEM - (Tuğrayı okuyarak) Es-
Sultan İbni-üs - Sultan İbrahim bin Ethem...
(Sultan oğlu Sultan Ethem oğlu İbrahim)
(Birden döner. Taht'a doğru yürür. Taht'ın
önünde diz çöker. Başı elleri içinde tahta kapanır) .
(Dışarıdan aynı sesler...)
***************************
BÜYÜKDOĞU YAYINLARI |