Yine rivayet
olunduğuna göre, Bağdad'a Rum diyarından bir Dehri (maddeci, ahirete
inanmayanlar) gelip insanların inançlarını sarsmak için ilim adamları ile
münazaralara (ilmi tartışmalara) girişiyormuş. Bütün Bağdat âlimleri bu
dehri karşısında aciz kalıp sorularına cevap veremediler. Yalnız görüşmediği
âlim İmam Hammad kalmıştı. İmam Hammad ise, ben de gidip münazarada cevap
veremeyip aciz kalırsam cahiller arasında İslâm inancı sarsılır korkusuyla
münazara etmekten çekiniyordu. İmam Hammad bu düşünce ile muztarib (ızdıraplı,
sıkıntılı) halde uykuya dalmış, gece rüyasında görmüş ki; bir hınzır gelmiş
bir ağacın dallarım ve gövdesini yemiş, sadece kökleri kalmış. Bu esnada o
civarda bir arslan yavrusu çıkarak o domuzu parçalayıp öldürmüş. İmam Hammad
bir korku içinde uykudan uyanmış, kederli bir durumda düşünmeye başlamış.
İmam Âzam Hazretleri o zaman onüç yaşında bulunuyordu. Hocası Hammad'ı
kederli halde görünce sebebini sordu. İmam Hammad ona rüyasını anlattı.
Bunun üzerine İmam Âzam rüyasını şöyle tevil etti (yorumladı):
“O gördüğünüz ağaç ilimdir. Dalları diğer âlimlerdir.
Kökü zat-ı âlinizdir (yüce şahsınız-kendiniz) . Arslan yavrusu ise benim,
inşallah o domuzu ben öldüreceğim” dedikten sonra hocası Hammad ile beraber
camiye gittiler. O sırada dehrî gelip minbere çıktı ve münazaraya başlayarak
karşısına çıkacak birini istedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe karşısına dikildi.
Dehrî yaşının küçüklüğüne bakarak onu küçümsedi. İmam Azam: “Ne sormak
istiyorsan sor” dedi. Bunun üzerine dehrî İmam Âzâm'a şöyle sordu:
1-) “Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlığın bulunması mümkün müdür? dedi.
İmam Âzam tereddütsüz cevabında:
“Sen sayı bilir misin?” dedi. Dehri de :
“Evet, bilirim, dedi.” İmam Âzam:
“Bir sayısından önce bir sayı var mıdır?” dedi. Dehri:
“Bir sayıların evvelidir, ondan önce sayı yoktur,” cevabını verdi. Bu sözü
karşısında İmam şöyle dedi:
“Bir sayısından evvel sayı olmaz da
bir olan Allah'tan önce nasıl başka bir varlık bulunabilir?”
Bunun üzerine Dehri ikinci sorusunu sormaya devam etti:
2-) “Allah Teâlâ ne tarafa yönelmiştir?” Bu soruya karşılık İmam Âzam:
“Bir mum yakınca onun ışığı ne tarafa yönelir?” dedi. Dehri:
“Her tarafa yayılır” cevabını verdi. Buna karşılık İmam Âzam:
“Mecazî nur olan bir mumun ışığı her
tarafı kaplar da göklerin ve yerin nuru olan Allah Teâlâ her tarafı kaplamaz
mı? Bunun doğruluğu güneşten daha açıktır.” dedi.
Dehrî üçüncü sorusunu şöyle sordu:
3-) “Var olan her şeyin bir mekâna ihtiyacı vardır. Buna göre Allah
nerededir?” Bunun üzerine İmam Âzam bir kâse içinde süt getirerek:
“Bu sütün içinde yağ var mıdır?” diye sordu. Dehrî:
“Evet, vardır.” cevabını verince İmam Âzam:
“Yağ bu sütün neresindedir?” diye sordu. Dehrî:
“Süt içindeki yağın belli bir yeri yoktur, sütün her tarafında yağ vardır.”
dedi. Dehrinin bu cevabı karşısında İmam Âzam:
“Fâni ve zail olan bir varlığın
belli bir mekânı olmuyor da Allah Teâlâ için nasıl bir mekân tasavvur
edilebilir (düşünülebilir) ? Allah Teâlâ vardır ve O'nun varlığı her yeri
kaplamıştır.” dedi.
Bundan sonra dehri dördüncü sorusunu şöyle sordu:
4-) “Rabbin şimdi ne iş ile meşguldür?” İmam Âzam:
“Sen birkaç soru sordun, ben ise cevap verdim. Soru soranın yüksekte, cevap
verenin aşağıda olması yakışmaz. Sen in de minbere ben çıkayım.” dedi. Bu
söz üzerine dehri minberden aşağıya inip yerine İmam Âzam minbere çıktı ve:
“Benim rabbim, senin gibi bir kâfiri
minber üzerinde lâyık görmeyip aşağıya indirmekte ve benim gibi bir Tevhid
ehlini minber üzerine çıkarmaktadır.” cevabını verince dehrî cevap
veremez duruma geldi ve pes dedi. Böylece İmam Hammad'ın gördüğü o rüya
gerçekleşmiş oldu..
Fıkh-ı Ekber Şerhi-Al-i El
Kari |