Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz
var mı bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm
ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi.
"İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak
ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım
onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim
minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm
ve yarıda bıraktığım
işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve
başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek çocuğu
bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu. Zengin mi? "Yo hayır!"
diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız
elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız, fincan
tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu.
Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi
ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi
fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı
patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi...
Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin
önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların
sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini.
Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu...
03.05.2002 - aslı armağan - ankara
www.hikayecik.com
|