|
|
Prof.Dr. Hayrettin KARAMAN | |
C - ABBASİLER DEVRİ (Fıkhın Olgunluk Çağı) Abbâsiler: Hz. Peygamberin amcası Abbâs'a nisbetle bu ismi alan hanedâna iktidarın geçmesi, Emevilerin sonuna doğru kurulan gizli cemiyetin başarısıyla olmuştur. Aslında bu cemiyet ehl-i beyti (Hz. Pey- gamberin torunlarını) iktidara getirmek üzere ha- rekete geçmiş, ancak hareket başarılı olunca emâ- neti ehline vermemiştir. Bu yüzden Mansur, Mu- sâ el-Hadi, Hârün Reşid zamanlarında arka arkaya ihtilal teşebbüsleri olmuş, bu teşebbüsler birliği bozmuş, Endülüs'te Emevi, Kuzey Afrika,'da İdrisi devletleri kurulmuştur. Hârun Reşid bölünmeyi bir ölçüde önlemek üzere yarı müstakil beylikler kur- ma yoluna gitmiştir. Kuzey-doğu Afrika'da Ağlebi- ler, Horasan'da Tâhiriler, Yemen de Ziyâdiler... Bir kısım şiiler. Hz. Hüseyn soyundan gelen (torununun oğlu) Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail'i imam edinerek gizlice teşkilâtlanmış, doğu Afrikâ da ortaya çıkan Ubeydullah b. Mehdi (v. 332/934) liderliğinde bütün Mağrib'i istila ederek Fâtımi Devletini kurmuşlardır. Abbasiler arapların yanında -bilhassa ihti- lâlde kendilerine yardım eden- İranlılara dayan- mış, gerektiginde bu iki gücü birbirine karşı da kullanmışlardır. Halife Mu'tasım 1833-841) zama- nından itibaren önemli bir güç ve nüfuz temsilcisi olarak Türkler de sahneye çıkmışlardır. Hilâfetin merkezi otoritesinin sarsılması ve za- yıflaması, çeşitli bölünmeler muhâlif güçlere im- kân vermiş, doğudan batıya ilerleyen şii Büveyhi- ler (945-1055) Bağdad'ı da ele geçirerek kendi dev- letlerini kurmuşlardır. Bağdad merkezli Abbasiler (750-125a) en güçlü dönemlerini iktidarlarında ilk yüz yılında yaşadı- lar. Bu dönemde islâm ülkesinin sınırlarını Hindis- tan'da Keşmir vadisine- Kuzey'de Hazar ve Mar- mara sahillerine, Doğu'da Hayber geçidine kadar genişlettiler. Abbâsiler Devrinde Fıkıh 1. Din bilginleri ve Abbasiler: Emeviler için önemli olan iktidarı elde tut- mak, ülkede tam hakimiyyet ve birlik sağlamak, ülkenin sınırlarını genişletmek idi. Siyâsetleriy- le çatışmadıkça, din bilginleriyle ilgilenmiyor, on- ları çalışmalarında serbest bırakmış oluyorlardı. Ehl-i Beyt'in elinden iktidarı almak üzere hareke- te geçmiş bulunan bir hanedan iktidarının. Hule- fa-i Raşidin çizgisinde devlet idâresi gibi bir he- defleri olamazdı. Halbuki Abbasiler bu maksatla iktidara gelmiş görünüyorlardı. İdareyi ehl-i beyte teslim etmemekle beraber siyasetlerini İslâma in- tibak ettirmek, en azından böyle görünmek için çaba sarfediyorlar, dini meseleler ve din bilginle- riyle yakından ilgileniyorlardı. Bu ilgi, siyâsetleri- ne ayak uyduran bilginlere karşı müsbet ve iltifât- kar, siyasetlerine karşı çıkan bilginlere karşı ise acımasız ve zâlimce idi. Mansurun İmam Ebu-Ha- nife'ye, Memun'un "Kurân mahluk değildir" di- yenlere yaptıklarını burada örnek olarak hatırla- yabiliriz. 2. Fıkhın gelişmesi: İslam ülkesinin sınırları alabildiğine genişle- miş, birçok millet İslâm ümmetine dâhil olmuş, memleket idaresi durmadan yeni müesseselere ve düzenlemelere ihtiyaç gösterir hâle gelmişti. Zirai üretimi arttırmak için sulama tesislerine, kanal- lara, orduyu beslemek ve devletin giderlerini kar- şılamak için vergilere, ülke idâresi ve amme niza- mının tesisi için çeşitli teşkilât ve kuruluşlara ihtiyaç vardı. Emeviler devrinde buna benzer işler, siyaset ve saltanatın icaplarına göre hallediliyor- du. Şimdi ise başta, Râşid Halifeler-çizgisinde dev- leti idare etmek isteyen veya bu görüntüyü verme- ye çalışan halifeler vardı. Bütün tedbirler ve dü- zenlemeler fetvâya dayanmalı, İslâm bilginlerinin tasvibi ile "İslâma uygunluğu" sâbit olmalı idi? İşte bütün bu siyasi, içtimai, iktisâdi ve dini za- ruretler fıkhın inkişâfına yol açmış, o zamanlarda ekonomiyi de içine alan İslam Hukuku nazari ve ameli olarak büyük gelişmeler kaydetmiştir. ( İmam Ebü Yılsuf'uu Hitab'ul-Harac'ı bu neticenin canlı ve tipik bir örneğidir.) Fıkhın inkişâfının diğer âmillerini şöylece sıra- lamak mümkündür: a) Zenginleşen malzeme: Kur ân ve Sünnet kaynakları yanında sahâbe, tâbiün, etbaut-tâ- biin isimlerini alan ve birbirini takip eden kay- nak müctehid nesillerin reyleri, fıkhî görüşleri birbirine eklenerek sonraki nesillere intikâl ediyor ve böylece hukuk ilminin malzemesi zenginleşiyor- du. b) Nazari (Teorik) fıkıh: Emeviler devrinde başlayan nazari fıkıh hareketi bu devirde eğitim ve öğre- tim, faaliyetleri ile çeşitli fıkıh ekollerinin çalışma- ları sayesinde daha çok gelişmiş, alıştırma ve ye- tiştirme maksadına yönelik olmak üzere en olma- dık meseleler üzerinde kafa yorulmuş, nazari çö- zümler getirilmiştir. c) Yeni şartlar, örf, âdet ve teâmüller: Yeni fetihler birçok milletin müslümanlarla temasını sağlamış, bunların bir kısmı İslam hâkimiyetine girmiş, İslâm ülkesi vatandaşları (ehl-i zimmet) olarak topraklarında eski işleriyle meşgul olmuş- lardır. İşte bu yeni coğrafi şartlar, örf, âdet ve teâ- müller ile karşı-karşıya gelen müctehidler, İslamın umumi ve hususi hükümleri açısından bunları ele almış, uygun bulduklarını benimsemiş bir kıs- mını reddetmiş, bir kısmını ise değiştirerek kabul etmişlerdir. Böylece gelişen İslâm kültür ve mede- niyeti içinde İslâm hukuku da malzeme, teknik ve düşünce bakımlarından önemli gelişmeler kay- detmiştir. Bu cümleden olarak İmam Ebu-Hanife, Kıbtiler ve İranlıların örf ve adetlerinin bulundu- ğu Irak'ta; Evzâi, Bizans örf ve âdetlerinin bulun- duğu Suriye'de; el-Leys b. Sa'd ve Şâfii Mısırda, Malik Hicaz'da fıkıh çalışmalarını yapmışlardır. O devirde âdet olan ilmi seyâhatler vâsıtasıyle de bu bölgeler arasında ilim ve fikir alış-verişi yapılmış- tır. d) Fikir ihtilafı ve tartışmalar: Aşağıdaki se- beplerle meydana gelen hukuk sahasındaki fikir ve görüş farkı ile tartışmalar da bilhassa nazari hukukun ve mezheblerin gelişmesinde önemli bir paya sahiptir. aa) Metinlerin farklı tefsiri, farklı anlaşılması. ab) Aynı konudaki nasların ve metinlerin farklı yorumlarla uzlaştırılması. ac) Hadislerin kabul şartları, bilinip bilinme- mesi, kabul edilen hadîslerin uygulanması konu- sundaki farklı görüşler. ad) İctihad usülündeki farklar; kıyas, istihsan, mesâlih gibi prensipleri kabul etmek veya etme- mek, tefsir farkları vb. ae) Tabii ve ictimâi çevrenin tesirine dayalı farklılıklar. 3. İctihad ve mezhebler: Bundan önceki devrelerde olduğu gibi ictihad, buna ehliyeti olanlar için serbest idi. Din ilimle- rinin olgunluk çağında ictihadı kontrol altında tut- mak için ilimden başka bir tedbire gerek yoktu; ilim ortamında ehli olmayanın ictihad etmesi ve tutunması mümkün değildi. İctihada ehliyeti olma- yan, bilgisi ve kabiliyyeti buna müsâit bulunma- yan müslümanlar itimad ettikleri bilginlere (müc- tehidlere) başvuruyor, ihtiyaç duydukları fetvayı alıyorlardı. Devamlı bir müctehide bağlanma (bir mezhebe bağlı bulunma) âdeti henüz mevcut de- ğildi. Kazâ sahasında ise halifelerin tayin ettiği ka- dılar çoğunlukla kendi ictihadlarına göre hüküm veriyorlardı ve bir hâkimin hükmü diğerini bağla- mıyordu. Hukuki istikrarı sağlamak için başvuru- lan tedbir, bir ekolden yetişmiş bilginleri kadı ta- yin etmekten ibâretti. Bu tedbir de her zaman ve her yerde uygulanmış değildir. |
Bu devrede ictimai müessese mânasında; yani bir kısım müslümanların özellikle tabi oldukları bir müctehide veya müctehidler grubuna (hanefi- lerde olduğu gibi) âit ictihadlar bütünü diye vasıf- landırabilecegimiz mezhepler şu sebeplerle meyda- na gelmeye başlamıştır: a) Daha önce müctehidler gerektikçe dağınık meseleler üzerinde ictihad ederlerken bu devrede fıkhın bütün konularına ait sistemli ictihad faali- yetleri gelişmiştir. b) Tedvin faaliyeti bu ictihadların kitaplarda toplanmasını ve isteyenlerin kolayca bulup fayda- lanma imkanını temin etmiştir. c) Aşağıda inceleyeceğimiz fıkıh mektepleri- nin doğması ve mektepler arası ihtilâf ve tartışma- lar, gruplaşma sonucunu doğurmuştur. d) Mesele tartışmalarının usül tartışmalarına ve araştırmalarına, bunun da usul ilmi (hukuk metodolojisini) kitaplaştırmaya yol açması ile mez- hebler daha belirgin hâle gelmiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen dördüncü hicri asırdan önce müslümanlar, bugün bildiğimiz dört mezhebe bölünmemişlerdi. Dört mezheb yanında el-Hasen el-Basri, Evzâi, Süfyân es-Sevri, el-Leys b. Sa.'d, Süfyan b. Uyeyne, İshak b. Raheveyh, Ebü-Sevr, Davud ez-Zâhiri, İbn Cerir et-Taberi mezhebleri mevcut idi. Müslümanlardan bazıları bu mezheblerden yalnız birine tâbi olurken bazı- ları da birine bağlanmaksızın hepsinden faydalanı- yorlardı. 4. Rey ve hadis mektepleri: Daha önce üstad, muhit ve malzeme farkına bağlı bulunan Hicazlı-Iraklı hukuk okullarını gör- müştük. Bu dönemde kaynakların değerlendirilme- sine ve metodolojiye dayalı başka mekteplerin or- taya çıktığına şâhit oluyoruz. Bunlardan mensup- ları az olup zamanımıza kadar yaşama imkânı bu- lamayan aşırı reyci (Sünneti kaynak olarak kabul etmeyenler) ve aşırı eserci (rey ve kıyâsı metod ve kamak olarak kabul etmeyenler) grupları bir ta- rafa bırakırsak fıkıh bilginlerinin ekseriyetini ihti- vâ eden iki grup kalır: Mutedil reyciler ve mute- dil eserciler (ehlu'r-ra'y, ehlu'l-eser). Bu iki hu- kuk mektebi mensupları hukukun asli kaynakları- nı (asli delillerini) kabulde birleşirler. Ayrıldıkları noktalar hadislerin değerlendirilmesi, kıyasın az veya çok kullanılması, tâli delillerden sahâbe ve tâbiün ictihadlarına uyup uymama, istihsân ve mesâlih prensiplerini kabul veya reddetme vb. hu- suslardır. Dört mezheb imamından üçü reyciler içinde, Ahmet b. Hanbel ise eserciler içinde yer almaktadır. 5. Tedvin (derleme) faaliyeti: Kurân-ı Kerim'in tamamı ile hadislerden bir kısmı dışındaki bütün dini ilimler ve kitapların tedvin ve telifi bu dönemde başlamıştır. Bunlardan mevzuumuzla ilgili olanların tedvini şu seyri takip etmiştir: a) Sünnet: Hz. Peygamber ve sahâbe devrinde bazı ashab tarafından meydana getirilen sâhifeler, Ömer b. Abdülâziz'in emriyle başlayan müsned tarzında (râviler isimlerine göre sıralanarak rivâyet ettik- leri hadisleri ihtiva eden mecmualar) eserlerden sonra, Abbasilerin ilk devrinde tasnif tarzında toplamaların başladığını görüyoruz. Bu hadis mec- müalarında malzeme, râvi isimlerinin sırasına gö- re değil, hadislerin konularına göre sistemli bir şe- kilde toplanıyordu. Bu faaliyet hicri üçüncü asırda altın çağını yaşamış ve meşhur altı hadis mec- müası (el-kütübüs-sitte) bu çağın mahsulü olarak bize kadar gelmiştir. Sünnetin düzensiz ve müsned tarzında tedvini fıkhın tedvininden öncedir; fakat konulara göre tasnif, fıkhın tedvininden sonra yapılmıştır. Bu tarzda hadis mecmualarının meydana getirilmesi- nin bir âmili de eserciler (ehl-i hadis) zümresinin, re'ye dayanan fıkıh karşısındaki menfi tutumları- dır. Fıkhın her bölümüne âit hadisler sistemli bir şekilde ortaya konmak, boşluklar sahabe ve tabi- inden nakledilen görüşlerle (asar) doldurulmak suretiyle -uygulama için- âdetâ fıkıh kitapları yerine hadis kitapları teklif edilmektedir. b) Fıkıh: Dört mezheb imamlarının üstadları arasında bulunan; yani o nesilden olan Abdullah b. Müba- rek, Ebü-Sevr, İbrâhim en-Neha'i, Hammâd gibi ze- vâtın fıkha âit eserlerinden bahsedilmiş ise de bu kitaplar bize kadar ulaşmamıştır. Zamanımıza ge- len ilk fıkıh kitapları, yine bu devirde telif edilen İmam Mâlik'in Muvatta'ı (hadis ve fıkhı birlikte ihtiva etmektedir), Şâfii'nin el-Umm, Ebu-Yusuf'un el-Asâr, el-Harâc, İmam Muhammed'in el-Mebsut el-Câmi, es-Siyer... isimli eserleridir. Bu ilk eserlerde, sonrakilere de örnek olan şu metod takip edilmiştir: İbâdetten ferâize kadar ko- nular "k i t â b" ismiyle bölümlere ayrılmış, her bölüme giren meseleler sıralanmış, delilleri (kay- nakları zikredilmiş ve gerektiği zaman muhâlif görüşler tartışılmıştır. c) Kanun: Abbâsîler devrinde de mahkemelerde hükme esas olmak üzere hazırlanmış kanunlara raslamı- yoruz. Hâkimler kendi ictihadlarına ve fıkıh ki- taplarına dayanarak hüküm veriyorlar. İctihadlar arasında farklılık bulunduğu için bu usülün -ha- kime hürriyet ve geniş takdir selâhiyeti vermesi yanında- hukuki emniyet ve istikrarı tehlikeye düşürmek gibi bir mahzuru görülüyor. Bunun için Hârun er-Raşid ve Mansur İmam Mâlik'e, Muvat- ta; isimli eserini kanunlaştırmayı teklif ediyorlar ise de Mâlik, bunun ictihad hürriyetini kısıtlayaca- ğını ve kitabında bulunmadığı halde sahih ve mü- teber olan bir kısım hadislerle amel edilmesini ön- leyeceğini düşünerek kabul etmiyor. Ayrıca Abdul- lah b. Mukaffa'ın (v. 142/759) bütün ülkede uygu- lanacak bir kanun yapılması teklifi de gerçekleşe- miyor. Böylece kanunlaştırma hareketinin Osman- lılara kaldığını görüyoruz. d) Fıkıh usülü: Fıkıh bilginleri (müctehidler) arasındaki ihti- lâf ve münâkaşaların doğurduğu hayırlı bir sonuç da müctehidlerin hüküm çıkarırken kullandıkları metodu ve kaynakları açıklayan usül (metodoloji) kitaplarının yazılması olmuştur. Şüphesiz ilk icti- haddan beri müctehidler bir kısım delillere, kaide- lere ve metodlara dayanıyorlardı; ancak bunları ayrıca açıklamaya gerek görmeden yalnızca neti- ceyi (fer'i hükmü) ortaya koyuyorlardı. Müctehid- ler devrinde usulün de ortaya konmasına ihtiyaç hâsıl oldu. Hanefilerden Ebu-Yusuf ve Muhammed' in usul konusunda da kitap yazdıkları eski bibli- yografya kitaplarında zikredilmektedir. Ancak bi- ze kadar gelen ilk fıkıh usülü kitabı İmam Şafii' nin er-Risâle isimle değerli ve önemli eseridir. Ri- sâlenin ana bölümleri şunlardır: Kuran ve onun hükmü açıklama metodu, Nasih-mensuh (yürür- lükten kaldırılan naslar), haber-i vâhid (ilk ravisi tek olan hadisler), kıyas, istihsân, sünnet ve Kur- an ile münasebeti, hadislerde illet (kabülü engel- leyen ince ve gizli rivayet kusurları), icmâ, icti- had ve ihtilâf... Muhtevâsına bakarak "mücerret hukuk ilmi" konusunun ilk eseri sayabileceğimiz fıkıh usülü gi- derek gelişecek, metodoloji yanında hukuk felsefe- sini de ihtivâ edecektir. |