|
|
Prof.Dr. Hayrettin KARAMAN | |
İslam Hukuk Felsefesi İslâm hukuk düşüncesi sâhasında hukukun, doğru hükmün ve adaletin kaynağının Kitab (Kur- an) ve Sünnet'te ifâdesini bulan ilâhi beyanda (açıklamada) aranması, yegâne hüküm vâzıının -koyucunun (Hâkim) Allah Teâlâ olduğu noktalarında ittifak edilmekle beraber bu inancın getirdiği iki mesele üzerinde üç tez ileri sürülmüştür: Meseleler: a) Allah'ın koyduğu' hükümleri öğrenmenin tek yolu peygamberlere yapılan vahiy midir, yok- sa insan aklı da bu hükümleri keşfedip ortaya çı- karabilir mi? b) İnsan aklının, ilâhi hükümleri -vahiy ara- cılığı olmadan- bulup ortaya koyabileceği tezi be- nimsenirse bu hükümler bağlayıcı; dünyada övgü- yergi ve hüküm sebebi, âhirette mükâfat-cezâ âmi- li birer din ve hukuk normu olabilir mi? Tezler: 1 - Mütezile'nin tezi: Akılcılığa ağırlık vermekle tanınan Mutezile Mezhebi mensuplarına göre fiil ve vâkıaların biz- zat kendilerine mahsus iyilik-kötülük (hüsn-kubh) vasıfları vardır, insan aklı fiil ve vâkıaların ço- ğunun fayda , ve zararlarına bakarak (maslahat ve mefsedeti göz önüne alarak) iyi veya kötü (doğru, âdil, uygun veya bunların zıddı oldukla- rını anlar, kendi başına bulup ortaya koyabilir. Bunun için peygamberlerin aracılık etmeleri zaru- ri değildir. Bu -vasıflar dini (dine bağlı, dinin be- lirlediği) vasıflar olmayıp akla âittir. Bu noktada ilâhi hüküm, akılların idrâk ve hükümlerine uy- gun olmak durumundadır; aklın iyi dediğine din de iyi diyecek, aklın kötü dediğine din de kötü diyecektir. Buna bağlı olarak insanlar iyi olanları yapmakla, kötü olanlardan da uzak durmakla yü- kümlü olacaklardır. Bu sebeple insanlar, peygam- berler gelmediği, bulunmadığı yer ve zamanlarda da aklin iyi-kötü hükmüne göre yükümlülük ta- şırlar; iyi olanı yapmaz, kötü olanı yaparlarsa ye- rilecek ve ceza görecekler, aksine davrandıkları takdirde de övgü ve mükâfata mazhar olacaklar- dır. 2 - Eş'ariyye Mezhebi nin tezi: Ehl-i sünnet müslümanlığının iman ve itikad sâhasında muteber saydığı üç mezhebden (selef, mâtüridiyye, eş'ariyye) biri olan Eş'ariyye'ye göre akıl tek başına Allah'ın hükmünü keşfedemez, bu- lamaz ve kavrayamaz; bunun için peygamberlerin aracı olması ve ilâhi hükmü vahiy yoluyla alıp insanlara ulaştırması zaruridir. Vâkıa ve eşyanın aslında, Allah'ın emretmesini gerektiren iyilik ve yasaklamasını gerektiren kötülük mevcut değildir. Allah'ın irâdesi hür ve mutlak olup hiçbir şey onu sınırlayamaz, kayıt altına alamaz. Herhangi bir şey kendinden, öz vasfından değil, Allah'ın emret- tiğinden dolayı iyi ve güzel, yasakladığından dola- yı da kötü ve çirkindir. Buna göre Allah'ın emir ve yasakları gelmeden şeylerin ve fiillerin <iyi, kötü, haram, helâl, farz, vâcib> gibi bir hüküm ve vasıf taşıdıkları da düşünülemez; peygamber- ler gelip dini tebliğ etmeden önce Allah'ın bunlar- la ilgili bir hükmü yoktur. Hüküm olmayınca yü- kümlülük (mûkellefiyet), bu olmayınca da hesap, övgü, sevap, kınama ve günah olamaz. 3 - Mâtüridiyye'nin tezi: İnsanlar fiil ve eşyanın vasıflarına, durumu- na, fayda ve zararlarına bakarak -çoğunun- iyi veya kötü olduğunu anlayabilir, keşfedip ortaya koyabilirler; çünkü bunların aslında iyilik ve kötü- lük vasıfları vardır. Ancak insan aklının iyi ve kö- tüyü anlayıp ayırd etmesi başka, dinin buna göre (aklın idrâkine ve hükmüne uygun olarak), bunla- rı emretmesi veya yasaklaması başkadır. Akıl ne kadar gelişmiş, insan zekâsı ne ölçüde genişlemiş olursa olsun yine de anlama, kavrama, değerlen- dirme kaabiliyeti sınırlıdır, eksiktir. Bu noktada ancak şöyle bir formül ileri sürülebilir: Herhangi bir fiildeki -aklın görebildiği- iyi vasıf onu em- redilmeye lâyık ve uygun, kötü vasıf ise yasaklan- maya lâyık ve uygun kılar; fakat Allah'ı emret- me ve yasaklamaya mecbur etmez. Eşya ve fiiller- le ilgili dini-hukuki hükümler peygamberlerin va- hiy yoluyla alip tebliğ etmelerine bağlıdır; bundan önce hüküm ve mükellefiyet yoktur. Özetlemek gerekirse Mütezile'ye göre iyiyi ve kötüyü akıl idrâk eder ve bu idrâk mükellefiyet getirir. Eş'ariyye'ye göre ne aklın idraki ve ne de bu idrâke bağlı mükellefiyet vardır. Mâtüridiyye' ye göre ise aklın idrâki var, fakat buna bağlı mü- kellefiyet (hüküm) yoktur; mükellefiyet Allah ira- desine bağlıdır. Münakaşa ve tercih: Kur'ân-ı Kerim'de birçok âyet, eşya ve fiiller- de, dinin emir ve yasağından önce iyilik-kötülük, fayda-zarar, güzellik-çirkinlik olduğunu ifâde et- mektedir. "Şüphe yok ki Allah adâleti, iyiliği ve akrabaya yardımı emreder; edepsizliği, kötüyü ve azgınlığı yasaklar..." (en-Nahl: 18/90). "Allah peygamberi vasıtasıyle insanlara iyiyi ve doğru- yu emreder, kötüyü ve çirkini yasaklar; iyi ve gü- zel şeyleri helâl kılar, pis ve kötü şeyleri haram kılar..." (el-A'râf: 7/157). "-Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: O ikisinde büyük günah vardır; insanlara bazı faydaları varsa da günahları faydalarından daha büyüktür.." (el-Bakara: 2/219). Bu ayetlerde açık bir şekilde fiil ve eşyada. dinin emir ve yasağından önce -güzelük - -çirkin- lik, iyilik- kötülük, fayda-zarar vasıfları bulun- duğu, Allah'ın bunları böyle yaratıp takdir ettiği, yine bu vasıflarından dolayı onları emrettiği veya yasaklâdığı ifâde edilmektedir. Gerçi Allah tam ve mutlak bir hürriyete sâhiptir, dilediğini yapmaya kaadirdir, kimse O'ndan hesap soramaz, hesap sor- mak zâtına mahsustur... Ancak onun ilim, hikmet ce eşsiz yaratma sıfatları, mânasız, hikmetsiz, saçma fiil ve hükümlerden de münezzehtir (uzaktır). |
O'nun kemâli ve yüce vasıflarının gereği kötüyü değil iyiyi emretmek, iyiyi değil kötüyü yasaklamaktır. Ak- lın idrâki meselesine gelince: Yine yukardaki âyet- ler -ki insanlara hitap etmekte, < iyi-kötü, güzel- çirkin, faydalı-zararlı > derken onların bildikleri ve anladıkları gerçeklerden hareket etmektedir- bu meseleye de ışık tutmakta, aklın, birçok şeyin müsbet-menfi vasıflarını bilip bulacağını göster- mektedir. Bu âyetlerin yanında, insan aklının bilgi ve değerlendirme vâkıasının sınırlı ve eksik oldu- ğunu, insanları yanıltan, gerçeği bilmelerini en- gelleyen, doğru değerlendirmelerini gölgeleyen faktörlerin bulunduğunu ifade eden âyetler de vardır: "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara sun- duk; onu yüklenmekten kaçındılar, ondan korktu- lar; onu insan yüklendi. Şüphesiz o çok zâlim, çok câhildir." (el-Ahzâb: 33/721). Bu âyette geçen "emânet"ten maksat -müfessirlere göre "akıl, buna bağlı mükellefiyet, yeryüzünde ilâhi hükümranlığı temsil " mânalarına gelmektedir. Ayete göre insan çok büyük ve önemli bir kaabiliyyeti yüklenmiş, istidatlı yaratıldığı için buna tâlib de olmuştur; ancak diğer faktörlerin tesirinde birçok insan aklını gereği gibi kullanamamış, aklın ere- mediği konularda peygamberlerin irşadına kulak vermemiş; böylece bilgisizliğe düşmüş (cehül), kendine yazık etmiştir (zalim). "-Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Yalnız iman eden ve iyi işler yapanlar hâriç; onlar için bitip tükenmez mükâfat vardır...." (et-Tin: 4-7.) "En güzel biçim" insanın techiz edildiği maddi ve mânevi yüke, seçkin kabiliyetlerdir ki, bunun içinde akıl da vardır. "...aşağıların aşağısına" çevrilmek. imtihan için insanın yoluna çıkan engellerdir. İnsanın dünya hayatı bu engellerle savaş içinde geçecek, zafer aklının yanında ve önünde ilâhi vahyi götürenle- rin, iman ile iyilik yolunu tutanların olacaktır. Bunlarla birlikte insan bilgisinin sınırlı oldu- ğunu, sonra gelenlerin, izlerinden yürüdükleri ec- dâdın (dedelerin, geçmiş nesillerin) akıllarını iyi kullanamamış ve yanılmış olabileceklerini. Allah- ın işâret ve irşadlarının akıllı insanlar için olduğu- nu ifâde eden diğer âyetler de göz önüne alınınca varılacak netice şu olmaktadır: Akıl birçok gerçeği bulur, bilir ve kavrar; ancak yanıltıcı faktörlerin tesiri ile bilgi ve değerlendirmede hataya da dü- şer, ayrıca sınırın dışında kalan sahada gerçeğin bilgisini edinemez. İşte bu sebeple aklın -bağlayı- cı hüküm koyma, yükümlü kılma için- vahye ih- tiyacı vardır. Bu metafizik münâkaşanın _ bizi ilgilendiren tarafına gelince: İslâm hukuk düşüncesine göre hukuki bir mevzu ve mesele ile ilgili âyet ve hadis (vahiy) varsa bağlayıcı normda bundan ibârettir; müslümanlara düşen bunu uygulamaktır. Ancak ayet ve hadisler bütün hukuk sâhasını detaylı bir şekilde kaideleştirmeyi hedef almadığı için karşı- mıza boşluklar da çıkacaktır. Bu boşlukları doldur- mak için yapılacak çalışmalarda kaynak akıl mı olacaktır. yoksa akıl dışında -yine dolaylı bir şe- kilde ilâhi açıklama mâhiyetinde olan- başka kaynaklara mı başvurulacaktır. Mütezile'ye göre kaynak akıldır. Diğer iki mezhebe göre akıl, dinî- hukuki hüküm ve norm kaynağı değildir; kaynak "icmâ, kıyas, istihsan, mesâlih" gibi -Allah'ın gös- terdiği- diğer hüküm çıkarma vâsıtalarıdır. Bu vâsıtalar kullanılırken akıl, çeşitli fonksiyonlarıyle daima devrededir; ancak tek başına hüküm kayna- ğı değildir. Meseleye müsbet ve ideal hukuk açısından ba- kılınca, İslâm Hukukunun naslara (vahye) da- yanan hüküm ve kaidelerinde müsbet hukuk ile ideal hukukun birleştiği, başka bir deyişle müs- bet hukukta ideal hukukun ve mutlak adâletin gerçekleştiği görülmektedir; çünkü vahyin kayna- ğı Allah'tır. Hak (gerçek, doğru, adâlete uygun hüküm) Allah'a âittir: "Hak Rabb'inden gelendir; sakın kuşkulananlardan olma!" (el- Bakara:2/147), "Hüküm vermek yalnız Allah'a âittir; O gerçeği (hakkı, hakikati) anlatır ve (haklıyı hak- sızdan) ayıranların en hayırlısıdır." (Enam: 6/57). "Şüphe yok ki. Allah zerre miktarı zulmnet- "mez.." (en-Nisa: 4/40). Dogrudan vahye istinad etmeyen, bilginlerin ictihad ederek çıkardıkları hükümler (mahkeme- deki hüküm, hukuki norm vb.) olması gerekene (ideal hükme, adâlete) uygun olabileceği gibi aksi de olabilir; çünkü gerek vâkıalar ve ictihadlar ara- sındaki ihtilâflar ve gerekse bu konuya temas eden hadisler ictihadın isâbetli olabileceği kadar hatalı da olabileceğini göstermektedir. İctihad yoluyla hüküm çıkarmaya izin veren İslâm, ehliyetli müc- tehidin hatasının bağışlanması bir yana, ecir ve sevap bile kazanacağını bildirmiştir. Kezâ ictihad hatasından dolayı hatalı olan hüküm de gerek müctehidin kendi dini ve hukuki hayatı ve gerek- se ona uyan müslümanlar için geçerlidir; Allah ictihadımızda hata bile etsek yapacağımız kulluğu kabul buyurmuştur. Ancak hatalı hüküm ve ictiha- dın olması gerekene uygun bulunduğu ve onu temsil ettiği de söylenemez; vahyin sükut ettiği noktalarda yapılan ictihad yine onun ışığında, işa- ret ve rehberliğinde yapılmakta, böylece hatâ ih- timâlinin asgariye indirilmesi, olması gerekenden çok uzak düşülmemesi hedef alınmaktadır. Açık ilâhi hükmün bulunmadığı meselelerde serbest ak- lın hüküm kaynağı olarak kabul edilmemesi, İslâ- mın kabul ettiği hüküm kaynak ve metodlarıyle bağlı olarak hareketine izin verilmesi de aynı hik- mete dayanmaktadır. |