''Ümmetimden kırk Hadis-i Şerif'i taşıyan ve ezberinde tutan kimseyi Cenab-ı Allah
Kıyamet Günü'nde
fukarayı kiram-Saygın Fakirler, ulemayı izam-Büyük alimler zümresinde-topluluğunda diriltir.''
HZ.MUHAMMED (s.a.v)
BEREKET: Bir şeyin artıp çoğalmasına ,
bir şeyde ilahi hayrın sebat ve devamına
bir şeyde hayır ve feyzin hissedilir derecede fazlalığına,
bir şeyde saadetin bulunması manalarında kullanılır.
Bereket manevi bir fazlalıktır.
BEREKET - HADİSLERİ:
1.

İCTEMİU ALA TAAMİKUM VEZKURU İSMALLAHİ YUBARAK LEKUM FİHİ
Ebu Davud,
Tac Camiul Usul - c3 s135, Sünen-i İbni Mace s245, Camiussağir cc1 s152,
Terğib ve Terhib c3 s316
- Yemek Sofranıza hepiniz toplanınız (bir araya geliniz) ve yemeğe başlarken
de Allah'ın ismini anınız (Bismillahirrahmanirrahim) , eğer böyle yaparsanız
Yüce Allah o yemeği sizin için mübarek kılar.
Açıklama: Annemiz Aişe (ra) diyor ki:
Bir gün Rasulullah (sav)
ashaptan 6 kişi ile bir sofrada yemek yiyorlardı. Derken bir arabi
çıkageldi.
sofraya oturdu, bir iki
lokma yiyince hemen yemek tükendi. bunun üzerine peygamber efendimiz
"
Eğer bu adam yemeğe
besmele ile başlasa idi, yemeğimiz bereket bulur ve hepimize yeterdi."
buyurdular.
Tirmizi-Şemaili Şerif s139, İbn-i Mace s242
2.

BEREKETUT-TAAMİ ELVUDUU KABLEHU, VELVUDUU BADEHU
Ebu Davud
c2 s122, Tac Camiul Usul - c3 s121
- Yemeğin bereketi;
yemekten önce temizlik -elleri yıkamak-
ve sonra da yine temizlik -elleri yıkamak- ile meydana gelir.
Açıklama: Bu hadisi şerifin geliş sebebi
şöyledir: bir gün ashabı kiramdan ve ehli beyti Mustafa'ya dahil edilen
Hazreti Selman-i Farisî (Ra) - kendisi tevrat'ı ve incil'i okumuş büyük bir
âlim olduğundan - peygamber efendimizin huzuru saadetlerinde «Yâ Rasulallah
(sav), ben tevrat'ta okumuştum ki: Yemeğin bereketi yemekten önce el
yıkamakla temin edilir» demiştir. Bunun üzerine Rasul-u ekrem hazretleri
(sav) yukarıdaki hadisi şerif ile cevap vererek, yani, (yemeğin bereketini
temin etmek için hem yemekten önce hem de yemekten sonra elleri yıkamalıdır)
diye buyurmuşlardır.
3.

ELBEREKETU TENZİLU VESATİT-TAAMİ, FEKULU MİN HAFİYETİHİ VE LA TE'KULU MİN
VESATİHİ
ETirmizi
c2 s3, Ebu Davud
c2 s123, İbi Mace s242, Tac Camiul Usul - c3 s125, Kenzül Ummal c8 s6
- "Bereket ve bolluk Allah tarafından yemeğin ortasına iner; öyle ise yemeyi
«tabak, sahan veya tepsinin» etrafından, yani, kenarlarından ve önünüze gelen kısmından
yiyiniz, ortasından, tepesinden yemeyiniz."
Açıklama: ..
4.

İZA EKELE EHADUKUM FEL-YELAK ESABİAHU FEİNNEHU LA YEDRU Fİ EYYETİHİNNE EL-BEREKETU
Tirmizi
c2 s2, Sahih-i Muslim
c6 s115, El-Meşarik c1 s269
- "Sizden biriniz yemek yediği zaman (eğer parmakları ile yediyse, bulaşmış olan ) parmaklarını (ağzı, dili, dudakları ile) yalasın (Peygamber efendimiz çoğunlukla üç parmağıyla yerlerdi) zira, o kimse, yediği yemeğin bereketi, o nimetin
parmakların hangi kısmında olduğunu bilemez."
Açıklama:
..
5.

İZA SEKATAT LUKMETU EHADİKUM FEL-YUMİT ANHAL-EZA VELYE'KULHA VELA YEDA'HA
LİŞŞEYTANİ. VELA YEMSAH YEDEHU BİL MENDİLİ HATTA YELAKU ESABİAHU FEİNNEHU LA
YEDRİ Fİ EYYİ TAAMİN ELBEREKETU.
Tirmizi
c2 s2, Sahih-i Muslim
c6 s115, El-Meşarik c1 s295
- "sizden biriniz, lokması elinden yere düştüğünde, hemen o lokmaya yapışan
(taş ve toprak gibi insana ) eza ve zarar verecek olan şeyleri gidersin ve sonra o
lokmayı yesin. (sakın yere düştü diye) onu şeytana bırakmasın.
ve elini mendille silmeden önce parmaklarını yalasın, çünkü o yemeğin
neresinde Bereketin olduğunu bilemez."
Açıklama: Yemek yerken insanın elinden veya
ağzından düşen lokmaya necis-pis ve murdar olmayan» taş ve toprak gibi
şeyler sarılmış ise, yerler temiz olmak şartıyla, o düşeni temizledikten
sonra yesin, eğer kirli yerlere düşmüşse, mümkün olduğu kadar kirli
kısımları temizleyip, nimete hürmeten, yine yesin, çünkü sünnettir. Şayet
kirli yere düşen lokmayı temizlemek mümkün olmazsa o lokmayı hayvana
yedirmek (daha) uygundur, şeytana terk etmesin. Şeytana terk etmek demek,
Rabbin nimetini, Allah'ın rızkını küçümseme ve zayi etmek ve dolayısıyla
nimeti israf etmek veya insanın kibr ve gururundan dolayı elinden düşen
lokmayı terk etmesi demektir ki bunlar şer'an-dinen yasaktır. Çünkü, yere
düşen lokmayı almamak kibir ve hakaretten olursa, her ikisi de şeytanın
sevdiği şeylerdir. Düşeni alıp yemek ise kâmil müminlerin, salih insanların
sevdiği şeylerdir, zira, mümin bir kimse hiçbir hayrı feda etmez. Nitekim,
biz müslümanlar, Allaha şükür, sofralarımızda önümüze dökülen ekmek
ufaklarını-kırıntıları bile, sünneti seniyye üzere, birer birer toplayıp
yeriz. Çok şükürler olsun Cenabı Hakka. Elhasıl-özetle, bir lokmaya bu kadar
dikkat ve ehemmiyet lâzım gelirse, acaba, bir parça bir somunun yere
düşmesine bir müminin kalbi hiç razı olur mu? Asla! hatta kazara düşecek
olsa hemen, hürmeten elimize alır, öper, yüzümüze ve gözümüze sürerek nimete
ve nimetin sahibine tazim-saygı ve hürmetimizi ifade etmiş oluruz.
6.

EKRİMUL HUBZE FEİNNELLAHE ENZELEHU MİN BEREKATİSSEMAİ VE EHRACEHU MİN
BEREKATİL ARDİ.
Hakim
Tirmizi tahriç etti, Camiussağir c1 s92
- "Ekmeğe ikram-hürmet ediniz, çünkü,
Yüce Allah, şüphesiz o
ekmeği gök'ün bereketlerinden indirdi ve yerin bereketlerinden çıkardı."
Açıklama: ..
7.

EBRİDU BİTTAAMİ FEİNNEL-HARRA LA BEREKETE FİHİ.
Kenzül
Ummal c8 s3, Camiussağir c1 s77
- "(Yenilecek) yemeği soğutunuz. Zira yakan (çok sıcak olan) yemekte bereket yoktur.."
Açıklama: Yenilecek ve içilecek şeyleri haşır
haşır, yani, kaynar iken yemeyiniz, içmeyiniz, haddi itidale-normal
sıcaklığa gelip soğuyuncaya kadar bekleyiniz. Yemeğin soğumasını beklemek,
haddi itidale-normal sıcaklığa gelmektir, yoksa, buz gibi olsun demek
değildir. Binaen aleyh (bunun üzerine), normalini bulan yemekte bereket
yönünden çok büyük ilâhî hayırlar, hayatî yararlar vardır! Çünkü, çok sıcak
yiyip içmekte sıhhaten, sünneten, iktisaden pek çok zararlar vardır. Hele,
zararı kat'î - kesin ve muhakkak - gerçek olan ve yakan şeyleri yemek ve içmek ise islâmiyette haramdır. Bu hadisi şerifin geliş sebebini , şöyle rivayet
ederler: Peygamber efendimizin evlatlığı olan Enes (Ra) diyor ki,«
Bir gün Resüli ekrem hazretlerinin huzuruna haşır haşır kaynayan bir kap yemek
getirdiler, Fahri âlem (dünyanın övüncü) efendimiz, mübarek elini kaldırdı
ve (Cenabı Hak bize ateş yedirmedi; bu yemeği soğutunuz - yani (yenebilir
sıcaklığa) getiriniz - zira, kaynamakta olan yemekte feyiz ve bereket olmaz
buyurdu». Diğer bir hadisi şeriflerinde de: Çok sıcak şeyleri yiyip içmek, o
nimetin feyiz ve bereketini giderir ve yiyen kimse, sıcaktan ne
yediğini bilmez, lezzetini bulamaz. Mutedil (sıcaklığı normal) olan şeyleri
yiyip içiniz, çünkü, hem rızıkta bereket olur, hem de yiyen kimse o nimetin
lezzet ve zevkini bulmuş olur.) buyurmuştur. Hele biz, böyle kaynayan, çok
sıcak yemekleri, içecekleri yiyip içerken ağzımızla da üflüyoruz ki
dinimizce mezmum-kınanmış ve mekruhtur, sıhhate de zararlıdır. Bazı kimseler
yemeğin pişmesini bekliyorlar da soğumasını beklemiyorlar, ne kadar fena!
Bak, efendimizin hayatlarında hiçbir yemeğe ve içeceğe üflediğini gören
olmamıştır. (Rabbul âlemin (Alemlerin Rabbi olan Allah) bizi onun
sünnetleri ile mütesennin-sünnetlenenlerden eylesin, âmin.
8.

AN EBİ MUSA RADİYALLAHU ANHU KALE: VULİDE Lİ ĞULAMUN , FEETEYTU-NNEBİYYE
SALLALLAHU TEALA ALEYİ VE SELLEME FE SEMMAHU İBRAHİME FE HANNEKEHU Bİ
TEMRATİN VE DEA LEHU Bİ BEREKETİN VE DEFEAHU İLEYYE.
Buhari c6 s216
- "Ebu Musa (RA) dedi ki: Benim bir oğlum doğdu, ben
hemen çocuğu alıp Resulullah (SAV)'a getirdim, Fahri âlem (Alemin övüncü) efendimiz, oğluma
İbrahim adını verdi ve hurma ile çiğnem yapıp ağzına çaldı ve yavruya hayır
ve bereket ile dua buyurdu, sonra çocuğu bana iade etti"
Açıklama: ...
9.

ELBEREKETU Fİ SELASETİN. FİL CEMAATİ, VES-SERİDİ, VESSAHURİ.
Sünen-i Tirmizi c2 s5, Terğib ve Terhib c2 s260, Camiussağir c2 s219
- "Bereket bu üç şeyde de vardır.
1 — Cemaatte,
2 — Serit denilen yemekte,
3 — Sahur yemeğinde. "
Açıklama: .Feyz ve bereket
cemaattedir, demek, beş vakit namazları, cemaatle kılmak, yahut
dünyaca ve ahiretce, her hayırlı işlerde müslümanların cemaat halinde, toplu
olarak bulunmaları veyahut, yukarıda birinci hadiste geçtiği gibi yemekleri
ayrı ayrı değil de toplu olarak hep bir arada, bir sofrada yenilmesi
demektir ki bu şekillerdeki cemiyetlerde kuvvet ve kudret, bereket ve
muvaffakiyet-başarı, neşe ve sevinç bulunacağına şüphe yoktur.
İkincisi «Serit» denilen yemekte de feyiz ve
bereket, zevk ve lezzet vardır. Serit ki bizim «tirit» dediğimiz yemektir;
çorba veya sütü karıştırılıp kabartılan ekmektir. En güzeli et suyu ile
yapılan ekmektir ki çok lezzetli olur, biz buna papara deriz. (Evde kalmış
ve kurumuş ne kadar ekmek parçaları varsa, bu vesile ile onlar da sarf
edilmiş olur ki iktisaden de hayli iyidir, hem de hazır ve kolay bir
yemektir, sıhhaten de faydası vardır, çünkü süt ile veya etsuyu ile
ıslatılmış ekmekler gıda bakımından kuvvetlidir, hem de lezzetli ve
bereketlidir. Peygamber efendimiz hazretleri de bu serit yemeğini çok
severdi, her zaman hane-i saadetlerinde (evlerinde) bunu yaptırırdı, çünkü
külfetsiz bir yemektir, hem azıktır, hem katıktır. Tirmizî'nin «Şemaili
şerifinin 115. sahifesinde Rasulullah efendimizin ekseriya sevip yedikleri
nimetleri şöylece saymaktadır: Kuru hurma, taze hurma, et, tavuk eti, toy
kuşunun eti, sirke, zeytinyağı, kabak, alelumum tatlılar, kabak çorbası,
püryan et, bal, süt, süt kurusu, kavrulmuş un, keşkek, «hays» dedikleri
yemek ki hurmanın çekirdeği çıkarılıp yıkandıktan sonra biraz un ile
yoğrulur, sonra yağda pişirilir ki çok güzel ve lezzetli olduğu için,
peygamber efendimiz gerek bunu, gerekse sayılanları çok severdi.
Üçüncüsü ki oruç tutacak olan kimsenin, fecri sadık'ın doğuşundan evvel «Sahur»
yemeği yemesidir. Bu yemek insan için hem gıdadır, hem de oruç tutan kimse
için bir kuvvet ve muindir-yardımcı, nitekim bu husus, onuncu hadis şerifte
daha çok açıklanacaktır.
10.

TESEHHARU FE İNNE FİS-SAHURİ BEREKETUN.
El-Meşarik c2 s276, Buhari c2 s216, Müslim c2 s32
- "Seher vaktinde (
yani gerçek fecrin doğuşundan önce)
Cenabı Hakkın ilahi şefkati olan nimetlerden yiyiniz, zira «sahur»
yemeğinde, muhakkak, bereket vardır. "
Açıklama: Sahur yemeğinde manen ve maddeten çok
hayır ve bereket olduğunda şüphe yoktur, çünkü, tecrübe ile biliyoruz, bu
yemekte bir yönden - sünneti Muhammediye olmak itibariyle - sevap olduğu
gibi Rasulun şefaati de vardır. Oruca bakış açısından da gerek iftarda,
gerekse sahurda ibadet ve taat sıfatı da mevcuttur. Bizim oruç ile ehli
kitab'ın oruçları arasındaki farklardan biri de «Sahur yemeğini yemektir».
Hak teala hazretleri sahur yiyenlere rahmet-acıma ve mağfiret-bağış ihsan
buyurduğu, Melâike-i kiram (Büyük Melekler) da onların günahlarının af
olunmaları mağfiret ve rızaya erişmeleri, açlık ve susuzluklarına sebep
olması, özetle Haktan gafil olmamaları için Cenabı Hakka dua ederler.
Peygamber efendimiz sahur yemeğine «Mübarek Gıdadır» diye buyurmuştur. Bir
hadisi şeriflerinde (oruçta, sahur yiyene ve hudud-sınır boyunda nöbet
bekleyene Hak teala (Yüce Allah) , hesab, kitab sormayacaktır.) buyurmuş,
diğer bir hadiste de: (Bir hurma, yahut bir yudum su ile de olsa sahur
yemeğindeki bereket ve ganimeti kaçırmayınız.) buyurmuştur.
Bereketin diğer bir çeşidi de, yemenin ve içmenin seher
vaktinde mubah ve meşru olmasıdır, çünkü, İslamın başlangıcında oruç tutacak
bir müslüman, gece yatıp uyudu mu, artık kalkıp yemek ve içmek - yani sahur
yemeği - yasak idi. Daha sonra Erhamür Râhimin (merhametlilerin en
merhametlisi) olan Hazreti Allah (cc), ehli islam'ın fecir doğuşuna kadar -
uyusunlar uyumasınlar - sahur yemeğine ruhsat buyurmuş ve bu ilahi
ruhsat-izin bizim istifade etmemiz de rahmet olmuştur. Diğer yönden de
«ömürde bereket» olur, zira ömür demek, insanın vefatına kadar güzel ve
rahat yaşaması demektir. Bu da ,uyumak ve uyumamak ile geçer. Uyku ise bir
nevi ölüm demektir, hattâ yarı ölümdür. Uyanıklık ise hayattır, uykuda insan
bir şey yapmağa muktedir-yapabilir değildir, sahurda kalkmak ise hayata
kavuşmak ve bu sayede abdest alıp ibadet etmek, - kaza ve teheccüd kılmak -
sabah namazını kılmak, kur'anı kerim okumak, zikr ve tevhid etmek-gibi
birçok hayırlara erişeceği için, elbet ki ömürde, sıhhatte bereket olur. (Ve
billahi t tevfik - başarı ALLAH'ladır)
11.

İZA EFTARA EHADUKUM FEL-YUFTİR ALA TEMRİN. FEİNNEHU BEREKETUN. FE İN LEM
YECİD TEMRAN FEL-YUFTİR ALEL MAİ FE İNNEHU TAHURUN..
Müsned-i Ahmed, İbni Hibban, Camiussağir c1 s290
- "Sizden biriniz, iftar vaktinde oruç
açarken, orucunu hurma ile açsın, zira, hurma berekettir, eğer hurma
bulunmazsa, su ile iftar etsin, zira, su temizdir ve temizleyicidir. "
Açıklama: Gerçekte hurma tatlı olduğu için, boş
mideye ilk taksitte tatlı bir şey göndermek o midenin sıhhatini temin
etmektir. Çünkü, oruç - açlık gözlerinin kuvvetini biraz dağıtacağı için,
hurmada bulunan bazı özellikler sayesinde gözlerin nuru bir araya gelip
çoğalır, ayni zamanda hurmada gıda kuvveti olduğundan aç mideyi doldurur,
hazmı da kolaylaştırır. Peygamber efendimiz, iftarda üç hurma ile oruç
açarlardı, hurma bulunmazsa, su, ne güzel mideyi yumuşatır ve ferahlatır!
Çok içmemek te şarttır. Bizim âdetimize göre iftar sofralarımızda reçel gibi
tatlı şeyler bulundurmamız, hem sıhhate ve hem de sünnete çok uygundur. Hele
sahurda «hoşab'ın hafifleştirilmiş olanı» hoşaf yememizde de fayda çoktur.
Özetle, (Elmüminü hülvün, yühibbül halave) deyimince (mümin, tatlıdır,
tatlıyı sever). Peygamber efendimiz genelikle tatlıları, özellikle balı,
hurmayı çok severlerdi. Hele bizim memleketimizde çıkan bal, üzüm, incir,
kavun, karpuz ve diğer meyveler, sofralarımızı süsleyen, mide ve bağırsak
hazmını kolaylaştıran, dolayısiyle sıhhat ve selâmetimizi muhafaza eden ne
bereketli ve büyük nimetlerdir! Mevlayi Müteal hazretleri, (Sevgili Yüce
Allahıım) memleket ve milletimize selamet, bereket ve hidayet ihsan ve bu
eşsiz nimetlere karşı Zâtı Üluhiyetine (İlahlık sahibi Allah) şükür ve
itaatlere de, bizleri, muvaffak buyursun (başarılı eylesin) , âmin
12.

KİLU TAAMEKUM YUBARAK LEKUM.
Meşarik buhari c3 s20
- "Yemeğinizi ölçünüz-tartınız, sizin
için hayır ve bereket meydana gelir. "
Açıklama: Ölçü ile alınıp satılan erzakı -
mahsulatı (tarladan ve hayvanlardan elde edilen gıdalar) - satarken, alırken
yahut ambardan çıkarırken mutlaka ölçmelidir, zira, alış verişte ölçmek
tartmak, hem bilgisizliği giderir, hem de geride kalan - elde kalan -
hakkında insana kesin bir bilgi bırakmış olur. Hatta, evinin ihtiyacı, çoluk
çocuğun nafakası için ambardan çıkarırken bile, yine İçmekte çok fayda
vardır. Çünkü ölçmezse noksan kalmak, yahut, fazla çıkarmak ihtimali vardır
ki, her iki surette de hesabı şaşırtmak, belki de zahmet ve zarar olmak ta
vardır. Meselâ: geride ambarda senenin sonuna kadar ne miktar mahsul
kalmıştır, tohum için, yemeklik için, haklar için ne kadar ayrılacaktır,
bunların hesabını bilemeyeceği için şüphe ve sıkıntıya düşmek ihtimali de
vardır. özet olarak, bir kimse, senelik ihtiyacı olan erzakını - mahsulünü
her halde hesap edip ölçüp tartmalıdır ki sıkıntı olmasın. Ölçüp tarttıktan
sonra noksan çıkarsa tamamlamaya çalışır, fazla gelirse içi rahat olur. Bu
vesile ile amelini (yaptığını) şer'i şerife (şerefli dine)
uydurarak, manen ve maddeten, feyiz ve berekete erişmiş olur. Ölçmekte,
tartmakta büyük bir fayda daha vardır ki ihtiyaçtan noksan olduğunu anlarsa
tamamlamaya gayret eder, fazla olduğunu bilirse, başkalarına muhtaç olmak
korkusundan kurtulacağı gibi israftan korunmak için de vatanın ve milletinin
ihtiyaçları olan hususlarda, serbest olarak, harcamak hayrı oluşacaktır.
Allah teala hazretleri cümlemizi hayatta hesap ile hareket ederek
israflardan muhafaza ,hayır ve sevaplara eriştirsin
.Amin
13.

BURİKE Lİ UMMETİ Fİ BUKURİHA.
Taberani-Evsat, fethul Kebir c2 s9, Camiussağir c3 s208
- "Benim ümmetim için (hayırlı ve mubah işleri yapmak hususunda) erken vakitlerde hareket edip davranmak «Allah tarafından» mübarek kılındı. (yani, başarmanın, feyiz ve bereketin devam ve kararlılığı
ihsan olundu) "
Açıklama: Cidden, helâl, hayırlı, mubah ve meşru'
olan her işe başlarken, erken vakitlerde hareket etmek ve işe sarılmak,
başarmanın , feyiz ve bereketin temelidir. Meselâ: bir kimse, kendisinin
kudretli, kuvvetli ve sevinçli bir zamanı olan sabahın erken saatlerinde
kalkar da işine gücüne vazifesine giderse, o hız ve gayretle çok güzel işler
göreceği muhakkaktır. Malum ya, bir atasözü vardır: «Erken kalkan, erken
yiyen, erken evlenen aldanmaz!» derler ki ne kadar doğrudur! Canım, bizim
sabah namazımız var ya, onun için erken kalkmak, abdest almak veyahut
gusledip temizlenip ibadetimizi de yaptıktan, erkence kahvaltımızı ettikten
sonra, euzü besmele ile işimize gücümüze hareket ederiz, işte böyle
yapanları biz biliriz, hepsi rahat ve bereket içinde hayatlarından
memnundurlar. Aksi halde ise, yani gece yarısından sonra uykuya yatanlar,
tabiatıyla öğleye kadar uyumak mecburiyetindedirler, kalktıkları zaman
kuvvetsiz, kudretsiz, kopuk, miskin bir vaziyette olduklarından, yapacakları
işlerde hiçbir başarı feyiz ve bereket göremezler. Bir hadisi şerifte: (helalinden;
rızık ve diğer ihtiyaçlarınızın talebi hususunda, gayet erken davranmaya
gayret ve acele ediniz. Zira, erkencilikte feyiz ve bereket, zafer ve rahmet
vardır) buyurulmuştur . Diğer bir rivayette de: «bir kimse, sabah erken
kalkıp işine gücüne gitmeyerek rızıklarına taksim olunduğu öyle hayırlı bir
zamanda uyursa, onun uykusu, rızkının bereketine mani olur, eksilir.» Diye
buyurulmuştur. Cennet kadınlarının en büyüğü ve şanlısı ve Peygamber
efendimizin küçük kızı olan Hazreti Fâtımatüz-zehrâ (Ra) diyor ki: «bir
gün sabah erken, peygamber babam bana uğramıştı, ben de yatıyordum, beni
uyandırdı ve (ey kızcağız, kalk Rabbinin rızkına hazır ol, sakın gafillerden
olma, zira, Allah celle şanühü (Şanı çok yüce olan) rızıkları, tanyeri
ağardıktan tâ güneş doğuncaya kadar, o esnada kullarına taksim eder.)
buyurdu. Hattâ, Peygamber efendimiz hazretleri, bir yere asker, ordu veya
memur göndereceği zaman, sabahın pek erken vakitlerinde yolcu eder,
gönderirdi. İlim öğrenme hususu da böyledir ki hep sabaha karşı ve sabah
vakitlerinde şuur ve hâfıza yerinde iken ilim elde edilir. Nitekim, bir
âlim'e «bu kadar ilmi nasıl kazandın?» diye sormuşlar, o da «karganın erken
uyanıp kalkmasından ve faaliyete geçmesinden öğrendim de daima erken
kalkarak ilim tahsiline çalıştım, köpek gibi alimlere yaltaklandım, kedi
gibi yalvardım, merkebin sabrı gibi çok tahammül gösterdim, domuzun hırsı
gibi de ilme çok hırslı oldum, bu sayede -Allah'a hamd olsun- ilmi kazandım»
demiştir. Bir rivayette de Fahri âlem efendimiz "Yâ
Allah, ümmetimin erken kalkan ve erken işine başlayanları için feyz ve
bereketini, nimet ve rahmetini bol et!") diye dua buyurmuştur. (Nes'elül
Lahel berekete fi külli şey'in -Biz de her şeyde Allah'tan Bereketi
isteriz.)
14.

KULUZ-ZEYTE VED-DEHİNU BİHİ FE İNNEHU MİN ŞECERATİN MUBARAKETİN.
Sünen- İbni Mace s246, Tirmizi Şemail s118, Tac eccamiul usul c3 s140
- "Zeytinyağını yeyiniz ve onunla
yağlanınız, zira, o yağ mübarek bir ağaçtan meydana gelmiştir. "
Açıklama: Gerçekten, zeytinyağı çok bereketli bir
yağ olduğu gibi, aslı esası olan zeytin ağacı da Kur'an-ı Kerimde altı
yerde, «mübarek» diye övülmüştür. Cenabı Hakkın zeytin ağacını bereketle
vasıflandırması insanlığa birçok faydalar temin etmesindendir, çünkü bu
ağacın mahsulü olan zeytinyağı, çok kuvvetli ve kıymetli bir katıktır, hem
de evlerimizi, odalarımızı aydınlatan bir ışıktır, düne kadar ve hatta, bazı
yerlerde, bugün bile kandillerde bu yağı yakarlar, ışığı da çok kuvvetli ve
parlak olur. Bu mübarek ağacın doğuya ve batıya ait olmamasının, yani,
dünyanın orta kısımlarında olmasının hikmeti de, sabah ve akşam
güneşlerinden mahrum olmamasıdır; bu sebeple meyvesi çok güzel ve ışığı
parlaktır. Özetle, zeytinin kendisi daimî ve dayanıklı ve her yerde bulunur
bir gıda olmakla beraber aynı zamanda çok kıymetli bir katık Hatta yağı da
kullanıldığı vakitte iç ve dış bir çok hastalıklara faydalı olduğu tıbben
denenmiş ve sabittir, elhamdulillah ! Hazâ min fadlı Rabbi! - Allaha şükür
ki Bu Rabbimin ihsanındandır-hediyesindendir)
Hele bizim aziz vatanımızda, güzel memleketimizin yetiştirdiği zeytin,
zeytinyağı ve bununla yapılan sabun ve sair ürünlerden, milletimiz ne kadar
faydalanıyor! İhracat bile yapabiliyoruz. Ancak; bu mübarek nimetten en
fazla şekilde faydalanabilmek için en evvel iman ve inancımızı, sonra
amellerimizi ve yaptıklarımızı, özellikle ahlâkımızı İslah
etmemiz-düzeltmemiz gerekir... (Allahümme, ihdi kavmenâ feinnehüm lâ
ya'lemûn! - Ey Allahım, Kavmimizi-toplumumuzu doğru yola eriştir, çünkü
onlar bilmiyorlar.)
15.

ELBEYYİANİ BİL-HİYARİ MA LEM YETEFERRAKA " EV KALE HATTA YETEFERRAKA"
FE İN SADEKAA VE BEYYENAA BURİKE LEHUMA Fİ BEYİHİMA VE İN KETEMA VE KEZEBA
MUHİKAT BEREKETU BEYİHİMA.
Sahih Buhari c3 s16-17 Sahih Müslim c1 s447
- "Satıcı ile alıcı birbirinden
ayrılmadıkça -«yahut ayrılana kadar»- anlaşmalarını bozmakta serbesttirler.
Bunlardan her biri, doğru dürüst olup ta her şeyi öbürüne açıkça söylerlerse,
bu alış veriş kendilerine mübarek kılınır. Eğer iki taraf, malın halini ve
ayıbını gizler de yalan söylerlerse, işte bu alış verişlerinin bereketi
giderilir.. "
Açıklama: Gerçekte, islam dininde alış verişlerin
islama uygun, gayet normal, saf ve doğru olması gerekir. Hatta, dinde hile
ve hainlik yasaktır. Aldatmak haramdır; bunun üzerine bir kimse, bir şeyi
satarken, müşteri gelip pazarlığa tutuşsalar, o meclisten ayrılmadıkça alış
verişte serbesttirler. Mal sahibi isterse malını müşteriye satar, istemezse
vazgeçer, satmaz. Müşteri de razı olursa malı alır, istemezse vazgeçebilir,
almaz. Şu kadar var ki «alan da, satan da malda mevcut kusurlar ne ise, ne
varsa, hepsini meydana çıkarmalıdırlar ki bu alış veriş şer'i şerife uygun
,hayır ,bereket, feyiz ve rahmet meydana gelsin. Eğer alıcı ve satıcı hile
ve oyun edip birbirlerini aldatacak olurlarsa, bu alış verişin hayr ve
bereketini mahvetmiş olurlar. Hele alış verişte yemin etmek çok
tehlikelidir. Gerçi, malların satılmasında yeminin sebep ve faydası olur
gibi görülürse de gerçekte zarar ve mesuliyeti pek çoktur ve büyüktür.
İmamı Azam Ebu Hanife (Ra) efendimize göre, «aldım, sattım» kelimelerinden,
ayrılıncaya kadar serbesttirler, ya satar ve alırlar, yahut vazgeçerler.»
buyurdu. İmam-ı Şafiî hazretlerine göre «o meclisten ayrılıncaya kadar
serbesttirler, alış veriş olup bittikten ve o meclisten ayrıldıktan sonra
serbestlik hakları kalmaz». Buyurmuştur.
Özetle, namuslu ve İslama uygun olarak yapılan bir alışverişte, satılan
malın övülmesinden önce, o malda, müşterinin bilmediği anlayamayacağı
birtakım kusurları ve ayıpları, müşteriye herhalde söylemek lâzımdır. Alış
verişin önemine göre sened'e bağlamak gerekirse Kur'an-ı kerimde Cenabı
Hakkın emri gereğince Kâtibi-adî - noter - senedi yapmalıdır. Senette
adresler güzel ve açık olarak yazılmalıdır. Sahtekârlık mümin ve
müslümanlara yakışmaz ve yapamaz, islamiyette zarara uğramak ta, başkasını
zarara sokmak ta yasaktır.
Güzel bir fıkra: — Nasreddin hoca merhum, başının
sarığını sararken, sarığın ucu arkaya gelmez, hep öne gelirmiş. Hoca sarığa
kızmış, çarşıda haraç-mezat (açık artırma) satılığa çıkarmış, derken bir
zat, sarığa müşteri olunca hoca: Arkadaş, sen bu sarığı almak istiyorsun,
amma, bunun bir kusuru var, o da, ucu hep öne geliyor, arkaya gelmiyor ha!)
deyince, herkes hocaya gülmüşler.
16.

İZA DEHALTE ALA EHLİKE FESELLİM YEKUNU BEREKETEN ALEYKE VE ALA EHL-İ BEYTİKE.
Tirmizi, Tac Camiul usul c5 s261
- " Sen, evine, aile halkına vardığın vakitte
onlara selâm ver; senin bu selâmın
hem sana , hem de evinin halkına hayır ve bereket olur.. "
Açıklama: Selam vermek meselesi, kitabımız olan
Kur'an-ı Kerim'de açıkça emr olunmuştur. Nur suresi 60. ayetde Cenabı
Hak cc (Ey müminler, siz kendi evlerinize veyahut
yakın akrabalarınızın evlerine girdiğiniz vakit, Allah taalâ
tarafından - bir hediye ve bereket olmak üzere - o evlerin halkına selâm
veriniz ki onlar sizin din kardeşlerinizdirler ve akrabalık açısından
sizdendirler.) buyurmuştur. (Şayet gittiğin evde kimse yoksa -yani
eve girdiğinde (Selam'ün aleyküm) diyerek selam verirsin, fakat selamını
alacak kimse bulunmazsa,
(selam'ün aleyna ve alâ ibadillâh'is salihin-Selam bize ve salih kullara
olsun) diyerek selamı kendi üzerine ve Allah'ın salih kulları üzerine
alırsın. Peygamber efendimizin evladlığı olan Hazreti Enes Ra dedi ki:
Resül-i ekrem efendimiz bana birgün (Yâ Enes, sana üç
şey öğreteyim ki onlarla faydalanasın), buyurdu- Ben de (anam, babam sana
feda olsun, buyurun yâ Resülellah(SAV)) dedim. Fahri âlem hazretleri (Yâ
Enes, ümmetimden rastladığın kimselere selam ver ki, ömrün uzun olsun, evine
girdiğinde ailen halkına selam ver ki, evinin bereketi çok olsun, kuşluk
namazı kıl ki (duhâ namazıdır), yüzün Allah'a dönmüş olsun.)
buyurmuşlardır. İslâm dininde (Es-selâmü aleyküm) yahut (Selâmün aleyküm)
diyerek rasgelen müminlere selam vermek sünnettir. Selamı almak, yani, (Ve
aleykümüs selam) demek ise Vâcib alel kifayedir (gereklidir). Bu hususta
sünnet olan selam vermek eylemi, selamı almak olan vâcibden daha faziletli
olup, sevabı daha fazladır, zira, baştan selam vermekte tevazu-alçak
gönüllülük vardır. Ve bu mubarek selam kelimesinin yerini hiçbir kelime ve
hiçbir tavır ve hareket dolduramaz, çünkü selam, Cenabı Hakkın «Esmai Hüsnâ»sından
(En güzel isimler) bir ismi celildir; bu vesile ile Hak tealâ'nın şerefli
ismini islam ahalisi arasında yaymaya sebep olduğu gibi, müslümanlar
arasında saygı ve seviyi de temin etmiş olur ki, bu da imanın olgunluğuna
aracılık eder, çünkü, böyle mübarek kelimeleri müslümanların birbirine
söylemeleri, İlâhi rızaya uygundur. Selam vermek islam toplumunun selamlaşma
şeklidir. Yabancılar başka türlü söylerler. Mânâya bak!, bir mümin diğer bir
mümine rasladığında selam verir, der ki: Es selamü aleyküm, «Ey doksan dokuz
en güzel isimlerle isimlenmiş olan Allahım! bu karşılaştığım mümin
kardeşime* (Es selam) isminle tecelli eyle (görün) de, bunu, korktuklarından
emin et, umduklarına eriştir, dertlerini-sorunlarını hallet, dünya ve
âhirette ona hayır ve bereket, selam ve saadet ver!) demektir. Bu selam
konusu, uzunca çok önemli bir konu olduğu için, Fıkıh kitaplarına müracaat
etmek veyahut alim efendilerimize sormak lâzımdır. Hak taalâ hazretleri,
hepimize iki dünyada-dünya ve ahiret- selamet ihsan buyursun-versin, âmin.
17.

ELBEREKETU MAA EKABİRUKUM.
İbn-i Hibban-Sahih, Ebu Nuaym-Hilye, Hakim-Müstedrek, Beyhaki-Şuabil iman,
Camiussağir c2 s220
- " Feyiz ve bereket, sizin büyüklerinizle
beraberdir.. "
Açıklama: Yani, gerek ilmen, gerekse yaşça
veyahut rütbece, kendinden büyük olan kimselerde feyiz, hayır, ibret ve faide
vardır, zira, bu gibi kimselerin hayatta ilim ve tecrübeleri daha fazla ve
çok olduğu için, her sözlerinden ve hattâ hareketlerinden eylem ve
ahlâklarından herkes istifade edebilir. Onlarla beraber oturmak,
sohbetlerinden istifade etmek, akıllı olanlar için daha gereklidir, hatta,
bir zat, yaşça herkesten daha küçük olsa dahi, mademki, ilim, fen, zekâ ve
sanat sahibidir, Cenabı Hakkın ona ihsani olan ilim sıfatına hürmeten yine
ona ikram ve hürmet etmelidir. Bir millet ve cemaat arasında münevver-aydın,
okumuş, akıllı, tecrübeli, doğru, cesur kimselerin bulunması, o millet ve
toplumu yükseltir, çünkü, onlar, halkın büyükleri ve ileri gelenleridir.
Halk, bu gibi doğru dürüst ve toplumun menfaatini şashsi menfaatine feda
etmeyen kişilere daima muhtaçtır.
Nitekim, bir hadisi şerifte Resulüllah efendimiz: (iki
sınıf kimse vardır ki onlar iyi olursa halk ta, onlara uyarak iyi olur,kötü
olurlarsa halk ta onlara uyup kötü olur. O iki sınıf ta âlimlerle âmirlerdir)
diye buyurmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de (Kim ki
bizim küçüklerimize merhamet etmez, büyüklerimize de saygı ve hürmet
etmezse, o kimse bizden - ehli iman ve islamdan - değildir)
buyurmuşlardır. Diğer bir hadisi şerifde: (Büyüklerinizle
oturunuz, şüphelerinizi alimlerden sorunuz, dostluk ve muhabbet ettiğiniz
hep hakîm ve âkil-akıllı ve âlim kimseler olsun.) buyurmuştur.
Özetle, büyüklerine hürmet ve muhabbet, ikram ve itaat eden bir millet daima
kuvvet ve kudrete, feyz ve berekete erişir, aksi olarak söz ayağa düştü mü,
o cemiyetten ve o milletten hayır beklenilmez. (Allahümme, ihdi kavmena
feinne-hüm lâ ya'lemun-- Ey Allahım, Kavmimizi-toplumumuzu doğru yola eriştir, çünkü
onlar bilmiyorlar.).
18.

SELASUN MEN FEALEHUNNE SİKATEN BİLLAHİ VEHTİSABEN, KANE HAKKAN ALALLAHİ EN
YUİİNEHU VE EN YUBARİKE LEHU. MEN SEA Fİ FİKAKİ RAKABETİN SİKATEN BİLLAHİ
VEHTİSABEN, KANE HAKKAN ALALLAHİ EN YUİİNEHU VE EN YUBARİKE LEHU. VE MEN
TEZEVVECE SİKATEN BİLLAHİ VEHTİSABEN KANE HAKKAN ALALLAHİ EN YUİİNEHU VE EN
YUBARİKE LEHU. VE MEN AHYA ARDAN MEYYİTETEN SİKATEN BİLLAHİ VEHTİSABEN KANE
HAKKAN ALALLAHİ EN YUİİNEHU VE EN YUBARİKE LEHU.
Taberani-evsat, Camiussağir c3 s291
- " Üç şey vardır, kim ki, Allah'ın
fazilet ve keremine güven, Allah'ın rızasına ulaşma, sevap ve iyiliklerini
elde etmek gayesiyle, o üç şeyi yapabildiyse, Yüce Rabbe lâyıktır ki o
kimseyi geçiminde ve diğer konularda - İlahi rızasına eriştirmek suretiyle
yardım ve destek vererek, ömründe ve rızkında ona feyiz ve BEREKET
verecektir:
1 — Üç şeyden birincisi hürriyetini kaybetmiş «köle, mazlum, mahpus-tutuklu
olanlar gibi» bir kimseyi, Allah rızası için hiçbir şeye muhtaç olmayan
Allah'ın kuvvet ve kudretine güvenerek, sevap ve iyilikler kazanmak
maksadıyla onları kurtarmaya çalışıp çabalamak, sebeplere yapışmak ve
girişimde bulunmak.
2 — İkincisi, yine Allah'ın fazlı ve yardımına dayanarak, hiçbir şeye muhtaç
olmayan Allah'ın Rızasını elde etmek için - geçinmek ve rızık tasası
çekmeyerek ve Allah'a tevekkül ederek-dayanarak - evlenmek.
3 — Üçüncüsü, «beyliğ-devlete»e âit olup boş kalmış arazi'yi, hükümetin izin
ve müsaadesi ile sevap ve hiçbir noksanlığı olmayan Allah'ın Rızasını elde
etmek için işlemek.
İşte bu üç şeyi yapan kuluna, - Yüce Allah şüphesiz lâyık ve uygundur ki -
yardım eder ve ona her konuda çok hayır ve bereket ihsan eder-verir.. "
Açıklama: İslam dininde öyle yüksek gayeler
vardır ki, âdeta bir derya halindedir. O medeniyet ve insaniyet bolluğu ve
bereketi ummanından-okyanusundan ancak, üç tanesi bu mübarek hadisi şerifte
zikredilmiştir:
Birincisi, îslamîyette çok mühim ve her şeyden üstün olan «insan hürriyeti»
dir - hayvan hürriyeti değil ha! - insani ve başta gelen işlerden birisi
olan (hürriyet ve insaniyetini kaybetmiş bir adamı, bir din kardeşini
maddeten ve manen - dikkat et -esirlikten, hürriyetsizlikten kurtarmaktır.
Bu hususta - hiçbir şahsi menfaat gözetmeyerek, sırf Her şeyi mükemmel olan
Allah'ın Rızası için - çalışanlar,, Allah katında, peygamber gözünde çok
üstün kimselerdir. İslam medeniyeti, bu gibilere «Mücâhid» ünvanını
vermiştir, onlara, Cenabı Hakkın yardımı, ilahi koruma ve bereketi
verilmiştir.
İkincisi, insanlığın en büyük ihtiyaçlarından birisi de meşru'-düzgün
surette evlenmektir, çünkü, peygamber efendimiz (kötüleriniz
bekârlarınızdır) buyurmuştur. Diğer bir hadisi saadetlerinde de (Evlinin iki
rekat namazı, bekârın seksen rekat namazından hayırlıdır) diye buyurmuştur.
Evlenmekten amaç, şehveti sakinleştirmekten ibaret olmayıp - zira, bu,
hayvanlarda da mevcuttur. - ancak evlilikte, insan, kendine bir hayat
arkadaşı edinmek, dünyada bir mekan sahibi olmak, bu yüzden din ve namusunu
korumak, çocuk ve torunlara kavuşmak, nefsini haramdan korumak, çoluk
çocuğun nafakasını elde etmek gayesiyle helalinden kazanmak, çoluk çocuğunun
terbiye ve ahlâkları ile meşgul olmak, aile fertleriyle iyi geçinmek,
peygamberlerin sünnetini yerine getirmek, dolayısıyla sanat, ziraat, ticaret,
memuriyet gibi meşru' işlerle uğraşarak vatana ve millete hizmet etmek gibi
pek çok amaçlar taşımaktadır. Bizim mezhebimiz - imamı âzam Ebu hanife
mezhebinde - çoluk çocuk işleriyle uğraşmak, nafile ibadetlerle meşgul olmak
için bir köşeye inzivaya çekilmekten daha faziletlidir.
Üçüncüsü, boş bir yeri - hükümetin izniyle ihya etmek, yani ekmek, biçmek,
ağaç dikmek, ev yapmak, su getirmek, cami ve mescidi şerif yapmak gibi iyi
maksatlarla o yeri ıslah etmek te islamiyette çok makbul-kabul edilmiş ve
önemsenen işlerdendir. Bu vesile ile vatan sevgisi artar, memleket şen ve
mamur olur, millet'te sıhhatli ve servetli, neşe ve refah
milletler arasında büyük bir mevki sahibi olmuş olur.
Cenabı Hak, hepimizi
dünyaya, ahirete, millîyete ve vatana ait hayırlı işlere muvaffak buyursun-başarılı
kılsın, âmin
19.

İTTEHİZİL ĞANEME FEİNNE FİHA BEREKETÜN..
İbn-i Cerir, Taberani, Beyhaki, İbn-i Mace, Müsned-i Ahmed c6 s343, Fethul
Kebir c1 s29, Camiussağir c1 s112
- " Ey Ümmü-Hani(ra); elinden gelirse
koyun edin - besle - , zira onda hayır ve bereket vardır.. "
Açıklama: Bilindiği gibi, koyun çok mübarek bir
hayvandır, onun cinsinde bereket vardır, zira, sabah hayır ile gider, yani
sütünü sağdırır; bırakır, akşam da yine hayır ile döner, yani sahibine süt
getirir. Bu mübarek hayvan başka hayvanlara benzemez, çünkü, diğer
hayvanlardan bazıları, meselâ, senede 3-5 yavru getirdikleri halde
çoğalamazlar, koyun ise, senede bir ve nadiren de iki kuzu yaptığı halde o
kadar çoktur ki kesmek ve yemekle bitmez ve tükenmez. Bundan başka,
koyunların derilerinden, yünlerinden, barlaklarından, boynuzlarından,
sütlerinden, yoğurtlarından, ayranlarından yağlarından, peynirlerinden,
kemiklerinden, hatta gübrelerinden dahi insanlar için fayda ve bereket
vardır. Çiftçiler onun için, kırk koyunu bir çift öküze bedel sayıyorlar.
Meşarık'i şerifte Buhari'den naklen bir hadisi şerifte: Fahri alem efendimiz
(Yüce Allah'ın gönderdiği peygamberler arasında, hiçbir peygamber yoktur,
ki koyun ile meşgul olmasın, hatta, peygamberlikten önce, ben de koyun ile
uğraştım) buyurmuştur. Diğer bir rivayette: (Koyun, bütün peygamberlerin
sevdiği bir hayvandır.) buyurulmuştur . Diğer bir rivayette de (Koyun,
cennet hayvanlarındandır, burnundan akanlar temizdir, elinizle
silebilirsiniz, ağılında namaz kılınız.) buyurulmuştur. Yine, Buhâri'de:
(çok sürmez, siyasi, ekonomik, ahlâki öyle fitneler ortaya çıkacaktır ki, o
zamanda bir mümin, o fitnelerden din ve imanını, ırz ve namusunu koruyup
kurtarmak için bir sürü koyun edinerek, dağ başlarında, yeşil ovalarda -
tenha yerlerde - çobanlık etmesi kendi hakkında daha hayırlı olacaktır, )
buyurulmuştur. «Allahümmah faznâ minel fiteni vel ehvâl, (Allahım fitne,
korku ve sıkıntılardan bizi koru- âmin!)»
Peygamber efendimiz, saadet asrında , zenginlere koyun ve keçi gibi
hayvanları beslemeyi, fakir ve köylülere tavuk, horoz beslemeyi emir
buyurmuşlardır. Koyun ile keçinin arasındaki farka dikkat etmeli: o maskara
keçi, ağaçlara, duvarlara, dağlara tırmandığı gibi, ot otlarken de otu
kökünden çıkarır, zarar verir. Amma koyun, bu yaramazlıkları yapmadığı gibi
otlarken de otu kökünden çıkarmayıp üzerinden biçtiği için az zaman zarfında
otlar tekrar yeniden biter. İşte bu koyun, öyle mübarek bir hayvandır.
20.

ELBEREKETU Fİ NEVASİ-L HAYLİ..
Buhari c3 s197, Müslim c2 s95, Meşarik c2 s96
- " Bereket, atların alınlarındadır.. "
Açıklama: Hakikaten atların simasinda-yüzlerinde
hayır ve bereket, gibi bir güzellik vardır. Yaradan Allah onları uğurlu
olarak yaratmıştır. Bu, kıyamete kadar, hep böyledir. Mübarek hayvan nereye
giderse gitsin, daima hayır ve bereket getirir, çünkü at, dünya ve ahiret
hayrını kendinde birleştirmiştir. At, insandan sonra,
mahlukat-yaratılmışların içinde en şerefli bir hayvandır. Yüce Allah(cc)
Kur'anı keriminde, birçok ayetlerinde atları ve hatta savaş meydanlarında,
atların ayaklarında çıkan ve çakan ateşleri, tozları ve dumanları, ve
düşmanları gördükleri zaman boğazlarından gelen kişneme seslerini dahi
övmüştür. «Vel âdiyâti» süresinin tefsirine, lütfen bir bakınız Anadolu
kurtuluş savaşında, düşmana hücum edileceği günden bir gün evvel, bütün
süvari, topçu ve piyade atlarının o gece yem yemediklerini, içmediklerini,
uyku dahi uyumayarak, sabaha kadar, ayaklarıyla yerleri kazarak
kişnediklerini, hücum esnasında düşman üzerine saldırarak ağızlarıyla düşman
askerlerini ısırdıklarını, sadık dostum olan bir subaydan dinlemiştim. İslam
dininde at mübarek ve savaş vasıtası olması sebebiyle de çok kıymetli olduğu
için, şer'an atlardan zekât ve vergi dahi alınmamaktadır. Hatta eti, necis
olmamakla beraber, harp âleti olduğu için, etinin yenmesi mekruhtur. Bir
hadisi şerifte: (deve, sahibine bir şeref ve izzettir, koyun ve keçi ise
rahmet ve berekettir, atın alnında da, kıyamet gününe kadar, hayır ve
bereket daimdir) diye buyurulmuştur.
Gerçekte, harp âletleri ne kadar gelişirse gelişsin, atın savaşlarda yine
yeri ve önemi büyüktür. Diğer bir hadisi şerifte de (güzel giyininiz, binek
hayvanınızı da Islah ediniz, ta ki halk arasında - beyaz vücutta siyah - bir
ben gibi müstesna-özel bir mevki sahibi olasınız) buyurulmuştur. Atın
insanlığa yaptığı hizmetler sayılmakla bitmez, onun için ehlî hayvanların en
kıymetli ve ehemmiyetlisidir. At insanın en sadık dostu ve çok mühim bir
hayat arkadaşıdır. Hele dişi at - kısrakların karınları hazine, arkaları da
düşmana karşı kuvvetli bir siper ve kaledir. Peygamber efendimiz hazretleri
de atları çok severdi. Kendine mahsus yedi tane atı vardı, siyer ve tarih
kitaplarında isimleri bile yazılmıştır. Özet olarak at hakkında daha birçok
hadisi şerifler varsa da konuyu uzatmamak için yazamadık, özür dileriz.
Ancak, bütün hayvanlar, özellikle atlar, insan için yaratılmış olduklarından
ve bizden daha kuvvetli ve kudretli oldukları halde, bizim kendimizi ve
eşyamızı taşımak, arabalarımızı çekmek, tarlalarımızı sürmek gibi birçok
işlerimizde onları kullanmamız ve onlar da argın yorgun, hasta demeyip,
boyun bükerek, zelilâne bize itaat etmeleri, sırf, Cenabı Hakkın irade ve
emrini yerine getirmek için boyun eğdiklerini nazarı dikkate almalı da, Yüce
Allah'a karşı çok şükürler etmeli ve elden geldiği kadar hayvanlara
zulmetmeyip yemlerini vermek ve sulamak ve fazla yük yükletmemek gibi
haklarına riayet etmemiz boynumuzun borcudur.
21.

UHRUSU FE İNNEL-HARSE MUBAREKUN VE EKSİRU FİHİ MİNEL CEMACİMİ.
Sünen İbni Davud, Camiussağir c1 s190
- " Ekiniz, biçiniz - ziraatle meşgul
olunuz - zira, ekip biçmek çok mübarek bir iştir ve ektiklerinizi -
zararlı kuşlardan ve hayvanların telef ve helak-yok
etmelerinden korumak için
- bostan korkuluklarını çokça yapınız.. "
Açıklama: Bilindiği gibi, kazanç yolları başlıca
üçtür: Ziraat (tarım ve hayvancılık), ticaret, sanattır. Bunların üçü de
birbirlerinden çok kıymetli ve daha önemlidir. Ancak bunların içinde ziraat
hepsinden üstün ve en gerekli olandır. Ziraatın menfaat ve faydası, yalnız
çiftçilerin şahıslarına ait ve bağlı değildir.
Onların aile fertlerine olduğu gibi, aylıkçılara, yıllıkçılara,
hizmetkârlara, öküzlere, atlara, develere, tavuklara, kazlara,
ördeklere, kuşlara, hatta karıncalara varıncaya kadar birçok canlılara
menfaati, faydası vardır. Hatta, islam dininde, ziraatle meşgul olmak (farzı
kifâye*)dir,
çünkü din ve dünya işleri, insanların ve hayvanların hayatlarının korunması
ve devam ettirilmesi, ancak, ziraat ile mümkündür. Bunun üzerine bütün
insanlar, çiftçiliği terketseler, hepsi Cenabı Hakka asi ve günahkâr
olurlar. Eğer, insanların bir kısmı - herkese yetecek derecede - ziraatle
meşgul olurlarsa, hepsinden günah uzak olur, farz, yani Allahın emri yerine
gelmiş olur.
*
Birinin yapmasıyla diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu
Allahın emri.
Ş İ İ R
Hayır kardeş, sen bu fikri değiştir,
Altın devri çoktan geçti, şimdi demir devridir.
Dîvânedir, o tembel ki demirlere hor bakar,
Ondan sonra «altın» diye gece gündüz sayıklar.
Şu gördüğün hâkîr şeyler, öküz, tohum, bel orak,
Senin asıl çalışmaklığın, hep, bunlar ile olacak,
Bunlar saçmış, bunlar saçar her ocağa bereket,
Sen bunları şu dünyada, her şeyden çok takdis et - kutsal bil-.
Ağırınca işte altın, onu bırak, at, derse
Buna asla tama' (açgözlülük-hırs) etme, el uzatma, sakın, sen!
Çiftçi olmak, büyük şeydir, ekin, yurdu şenletir,
Sapan, aziz bir âlettir, alın teri bir zevktir.
Sen bu zevki bulamazsın başka yoldan gidişten.
Bizim memleketimiz, ziraat memleketi olduğu için (Cumhuriyetin
ilk zamanları) , çiftçiliğe son derece önem vermeliyiz, çağımızın
gereklerine uymalıyız. Hükümet ile elbirliği edip yabancı
memleketlerdeki ziraat usullerini bizim vatanımıza da getirmeliyiz. Gece
gündüz çalışarak Cenabı Hakkın feyiz , bereket ve rahmetine erişmeliyiz.
22.

A'ZAMUN-NİSAİ BERAKETEN EYSERUHUNNE MU'NETEN..
Müsned-Ahmed, Hakim, Beyhaki, Camiussağir c1 s5
- " Kadınların en hayırlısı ve
bereketlisi, kocasına zahmet ve ağırlığı en az, geçimi de kolay olanıdır. "
Açıklama: Bir rivayette (mehri)
yani nikâhta kadına verilen para vs. az olandır. Bu nikâh
parası da iki kısımdır: biri, mehri muaccel, ki nikâh kıyılırken kadına
verilen ağırlık parasıdır. Diğeri de, nikâhın iptalinde veyahut ölüm
gerçekleşince verilmek üzere nikâh kıyma esnasında tayin olunan nikâh
parasıdır. Özetle, kadınlar içinde (Fatımatüz zehra) (Ra) ahlâkında olup ta
kocasının kudretinin üstünde olan şeyleri teklif etmeyen islâm kadınlarında
çok feyiz ve bereket vardır. Evinin idaresini iyi bilen, kocasının şeref ve
haysiyetini, ırz ve namusunu koruyan, aza kanaat ederek iktisat-tasarruf
dairesinde idare eden, dünya ziynetlerine-süslerine kendini kaptırmayan,
kendini ve kocasını kimseye muhtaç etmeyen, evine, erine, çocuklarına sevgi
ve hürmeti olan kadın, hakikatte, dünyanın en kıymetli metaıdır-faydasıdır,
ve o aile, mal, para, saadet, mürüvvet-insanlık ve neşe içinde bahtiyar
olur. Yuvayı yapan, dişi kuştur, derler ki çok doğrudur. Lâkin, zamanımızın
çoğu kadınları, üzülerek belirteyim, kendilerini modaya kaptırdıkları için
pek çok israf ve zararlara maruz kalmaktadırlar. Hem kendileri, hem de
kocaları rahat edemiyorlar, dolayısıyla kocalarını hırsızlığa, çalmaya
mecbur ediyorlar. Tabii ki, gayri meşru kazançların sonu -tecrübe ile sabit
olduğu üzere- felakettir, hüsrandır, mesuliyettir. Bak, Allah (cc)
Kur'anı keriminde ne buyuruyor. " Ey müminler, sizden,
erkek ve kadın, bekâr olanlar ve köle ve cariyelerinizden, din işlerine özen
gösteren hayırlılarını nikâhlayın, i nikâh zamanı fakirlik hallerine
bakmayın, eğer onlar fakir iseler, Allah taalâ fazilet ve kereminden onları
zengin kılar, zira, Allanın rızkı boldur ve onların hallerini bilir)
. Bir hadisi şerifte: (Dünya hep metadır -yani,
kendisiyle biraz müddet geçinilecek bir mahluktur-, metânın hayırlısı da
sâliha bir kadındır, ki kocası, yüzüne baksa, kocasını mutlu mesut eder,
kocasının emrine itaat eder, kocası, yanında yokken onu, kendi nefsince ve
kocasının malınca korup kollar) buyurulmuştur. Diğer bir hadisi
şerifte: (Bir kimse evlendiği vakit, dininin yarısını
elde etmiş olur, artık, yarısını da, varsın Cenabı Haktan, sakınmakla elde
etsin.) buyurulmuştur. Bir hadisi şerifte de: (Kadınları
güzelliklerinden dolayı nikahlamayın, çünkü, güzellik geçici bir şeydir,
malları için de evlenmeyiniz, zira mal onları, azgınlığa sevkedebilir. Ve
lâkin, dindar olanları arayınız, ki çok hayır ve bereket bulasınız, dindar
siyah bir kadın, dinsiz, imansız, güzel ve beyaz bir kadından daha hayırlıdır.)
diye buyurmuştur.
Cenabı Hak hepimizi muttaki - Takva sahibi - Allahtan sakınan-kullarından
eylesin. (Amin).
Takva: Allah korkusu. Bütün günahlardan
kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak
23.

EDDUNYA HULVETUN HADİRATUN FEMEN EHAZEHA BİHAKKİHİ BURİKE LEHU FİHA VE RUBBE
MÜTEHAVVİDİN FİMEŞTEHET NEFSUHU LEYSE LEHU YEVMEL-KIYAMETİ İLLENNARU...
Sahih Müslim c2 s32, Meşarik c1 s95
- " Dünya, tatlı yeşil çekici bir
nesnedir. Kim ki onu hakkıyla alırsa, o kimse için, o dünya mübarek kılındı,
lâkin, dünyaya ve nefsin şehvetlerine çok dalanlar vardır ki, kıyamet
gününde onlara nârdan-ateşten başka bir şey kalmaz "
Açıklama: Gerçekte, dünya manzarası pek latif,
tatlıca ve hoş cilveli bir şeydir. Bu dünyayı herkim ki meşru' bir surette
hakkıyla kazanır ve hiçbir kimsenin hukukuna tecavüz etmeden namus ve
alicenaplığı ile ve kendi çaba ve gayretiyle elde edebilirse, o dünya, ona
mübarek ve hayırlı olur, yani, o dünyayı, Allah (cc) , ona hizmetkâr kılar, o
kimse feyiz ve bereketlere, selâmet ve saadetlere erişir. Daha açıkçası; o
dünyayı güzel kullanır ise hem kendine, hem de çevresine, vatanına ve
milletine faydalı bir unsur olmuş olur.
Lâkin, korkulur ki, nefis ve şeytan'a şehvet ve azgınlığa kendini kaptırır
ve gayrı meşru' yollara saparak - nitekim, insanların çoğu bu esarete
düşmüştür - bu dünyayı kazanmak, milletin ve hükümetin haklarına tecavüz
etmek ve her türlü alçaklıklara tenezzül ederek rahmet ve bereket yerine
kahır ve lanete, selâmet ve saadet yerine belâ ve zarara düşerse neticede,
hem dünyada bedbaht ve perişan, hem de ahirette rezil ve rüsvây olacaktır.
Çünkü, dünyanın gösterişi hakikaten güzeldir, renkler içinde «yeşil» ne
kadar hoş ve tatlı ise dünya da öyledir. Fakat, malum ya, yer yüzünü
şenlendiren yeşilliklerin ömrü az olup bir müddet sonra nasıl sararıp
solarsa, dünya da, tıpkı yeşillik gibi, çabucak yok olan bir âlem
olduğundan, çok insanlar, tadına ve güzelliğine aldanıyorlar, dünya ve
içindekilerinin sahibini bilemiyorlar, bulamıyorlar. Hakikatte dünya ve
içindekilerinin hepsi, Yüce Allahındır. İnsanlar, bu dünyayı kullanmaya
geçici olarak Allah'ın vekilleridirler. İnsanlar bilmiyorlar ki, Allah (cc),
onları bu hatta imtihan etmektedir, tabi, imtihanı bazıları kazanır,
bazıları da kaybeder. İnsanlar da bu dünyada ya insaf ve dirayetle hareket
ediyorlar, yahut hiyanet ve ahmaklıkla azab ve hüsrân'a maruz kalıyorlar. Bu
dünya, âhiretin tarlasıdır; insan bugün ne eker ise, yarın onu biçecektir,
ki iyilik ise iyilik, kötülük ise kötülük. Allah cc, hepimizi
hayırlara-iyiliklere eriştirsin, âmin.
24.

ESİBU EHAKUM, UD'U LEHU BİL BEREKETİ. FEİNNE-RRACULE İZA UKİLE TAAMUHU VE
ŞURİBE ŞARABUHU SÜMME DEA LEHU BİL BEREKETİ FEZAKE SEVABUHU MİNHUM..
Sünenu Ebu Davud, Beyheki, Camiussağir c1 s151
- "
Din kardeşinizin, size karşı
yaptığı iyiliğe, siz de iyilikle karşılık veriniz; ona bereket ile dua
ediniz, zira, bir kimsenin yemeği yenildiği, suyu içildiği vakit, sonra ona,
bereket ve hayır ile dua edildi mi onlardan, onun alacağı sevap ve mükâfat,
işte odur. "
Açıklama: Bu hadisi şerif, bir soruya cevaptan
ibarettir, şöyle ki: Ashabı kiram efendilerimiz-Peygamberimizin
arkadaşları-, Resüli zîşân'a (Allahın şan-şeref sahibi Elçisi) sormuşlar ve
«Ey Allahın elçisi, biz, bir din kardeşimizin
ziyafetine gidersek, yahut onun bir iyiliğine nail olur isek, ona nasıl
karşılık verelim?» dediler de, Peygamberimiz onlara cevap olarak» mümin ve
müslüman kardeşlerinizden birinin davet ve, ziyafetine varır ve sofrasına
oturup yemeğini yer, suyunu da içerseniz, yahut, herhangi bir iyiliğine
erişirseniz, ona karşı elinizden geldiği kadar ve hattâ, onun yaptığından
daha fazlasını yaparak mükâfat ve karşılıkta bulununuz, şayet, karşılığını
yapmak elinizden gelmezse, ona hayır ve bereket ile, meselâ, «Allah ziyade
etsin, Bereket olsun, Allah razı olsun, Sofranız açık olsun, Allah kapınızı
kapamasın!» gibi dualarla dua ediniz, zira, bir kimsenin yemeği
yendikten, suyu içildikten sonra, misafirler onun hayır ve bereketinin, mal
ve mülkünün, selâmet ve saadetinin çok olması için dua ederlerse, işte, onun
alacağı en güzel mükâfat, budur. Misafirler de, kendilerine karşı yapılan
İyiliğe, bir nevi karşılık vermiş olurlar. Hele din kardeşleri arasında
yapılan ziyafetlere, emri bil maruf (İyiliği emretmek) ve nehyi an-il
münker'lere (Kötülükleri engellemek) , yahut ilim talimlerine karşı mümkün
olduğu kadar mükâfat ve mukabele yapılabilirse çok daha güzel olur;
sevgileri, kardeşlikleri, dayanışmaları kuvvetlenir, kudretleri artar.
Bununla beraber, bir din kardeşinden gördüğü bir fenalığa karşı fenalıkla
karşılık vermez, »İki iyilik ve hayır ile karşılık verirse. İşte, şeriati
Muhammediyenin istediği şey de budur. Bunları yapabilenlerin imanları olgun;
inançları kuvvetli, amelleri salih-duru, ahlâkları güzel, yani kabiliyetli
ve olgun insan olduklarına alâmettir ki, bu da dinimizde (azimet) denilen
bir kulluk mertebesidir.
İyiliğe karşı iyilik etmek her kişinin kârıdır;
kötülüğe karşı iyilik etmek er kişinin kârıdır.
Allah (cc), hepimizi kendine kul, habibine (Sevgilisi Hz. Muhammed'e) ümmet
eylesin, âmin.
25.

İZA TEZEVVECE EHADUKUM, FEL YEKUL LEHU, BAREKALLAHU LEKE VE BAREKE ALEYKE..
Sünenu İbni Mace s138, Sunen Nesai c6s128, Camiussağir c1 s316
- "
Sizden biriniz evlendiği vakit,
onun akraba ve
kardeşleri, «Yüce Allah
seni eşin hakkında mübarek kılsın,
eşinin geçindirme ,
yaşatma ve geçiminin iyi olması hususunda da,
senin üzerine, bereket ve rahmet ihsan buyursun» diyerek dua etmelidir. "
Açıklama: Bu hayatta başlıca sevinç
emellerimizden birisi de evlenmektir. Bir müslüman bu hayra muvaffak oldu
mu, onun ehli, yani yakın ve uzak akrabaları, komşuları, dostları,
bildikleri bu sevince katılarak ellerinden gelen maddî ve manevî her yardımı
yapacakları şüphesiz olmakla beraber, yeni kurulmakta olan bu yuvanın
selâmet ve saadeti, kudret elinde olan Yüce Allah'a , niyaz ederek - dua
ederek» Yüce Allah seni, eşin hakkında hayırlı ve mübarek kılsın, eşinin
bütün ihtiyaçları hususunda da sana muvaffakiyet ve bereket, selâmet ve
saadet ihsan buyursun!» demek suretiyle hayır dualar ederek tebrikte
bulunsunlar. Zaten, bizde de âdet «tebrik ederiz,mesud-mutlu ve bahtiyar-iyi
talihli olunuz, salık ve selâmetler dileriz» diyerek ve kutluyarak islamiyet
ve insaniyet vazifemizi yapmağa çalışıyoruz. Kadın tarafı da tebrik edildiği
zaman, onun için de hayır ve bereket dilemelidir.
Bir rivayette «Yüce Allah, her ikinizin arasını hayır
ve muhabbet-sevgi, feyiz ve bereket ile birleştirsin» ilâvesi de
vardır. Ancak iki tarafta bu hususa dair iyi niyet ve ihlas, ırzını dinini
muhafaza, Peygamberlerin sünnetlerini yerine getirme, Allaha kul ve
peygambere ümmet olmak üzere, samimi nesiller yetiştirmek, dolayısıyla
insanlığa, vatana ve millete hizmet etmek emel ve gayeleri başta gelen
ilkeler olmalıdır. Cenabı Hak kendimize ve çocuklarımıza hayırlı rızıklar ve
kısmetler ihsan buyursun, âmin!
26.

İZA EHRACE EHADUKUM İLA SEFERİN FEL YUVEDDİ' İHVANEHU. FE İNNELLAHE TEALA
CAİLUN LEHU Fİ DUAİHİMUL BEREKETU.
Deylemi fi müsnedi firdevs, Camiussağir c1 s333
- "
Sizden biriniz sefere -
yolculuğa - çıktığında din kardeşlerine veda etsin, zira, Yüce Allah,
onların dualarında yolcu için "hayır - bereket",
"canı koruma"
yaratır.. "
Açıklama: Bir kimse, uzak veya yakın bir
yolculuğa çıkacağı vakit çevresinden, ailesinden, malından, akraba ve
dostlarından uzaklaşacağı için, din kardeşleri ile vedalaşmalıdır. Yani
Allaha ısmarladık ben gidiyorum Allaha emanet olunuz, bizi duadan
unutmayınız., demek suretile onlardan dua istemelidir.
Onlar da yani geride kalanlar da, sünneti peygamberi adeti ile «haydi, Allah
sana selâmet versin, yolun açık olsun, Rabbim elem-acı ve keder-üzüntü
vermesin, güle güle git, güle güle gel» diyecekleri için, Yüce Allah, yolcu
hakkında din kardeşlerinin ettikleri duaları kabul buyurup o yolcuya selâmet
ve saadet, feyiz ve bereket verecek, memnun ve mutlu olarak memleketine
dönecektir. Gerçekte, yolculuk güçtür, yakın bir mesafe bile olsa, yine
Cehennem ateşinden bir parçadır. İnsan, gurbet ağırlığını, ve nefsine
sıkıntı ve zorlukları, çoluk çocuğundan, dost ve arkadaşlarından mahrumiyeti
seçmesi ve kabul etmesi, altı sebepten ileri gelmektedir:
1 — Hacca gitmek için,
2 — îlâyi kelimetullah (Allahın kelimesini yüceltmek)
ve îzazi din (Dini üstün yapmak) niyeti ile
savaşa gitmek için,
3 — İlim Tahsili için,
4 — Nefsini terbiye edip, olgunlaştırmak için, ,
5 — helalinden çoluk çocuklarının geçimlerini temin kapsamında ticaret için,
6 — Din ve imanını, ırz ve namusunu korumak niyeti ile, fitnelerden kaçmak
için.
Bu altı sebepten dolayı hicret etmek makbul olup sefer-yolculuk etmek
mübarektir.
Yolculukta birtakım faydalar vardır, şöyle ki:
İnsanın ibret nazarları açılır,
tabiatı sertlikten çıkıp yumuşar,
azgınlıktan imana, kibirden alçak gönüllülüğe döner.
Garipler İlahi Sevgi dairesindedirler, rızkında feyiz ve bereket bulunur,
Allahın yardım ve emanetine dahil olur. Seferde, su ve hava değişimi sebebi
ile sağlık ve afiyet de vardır. Enes (ra), dedi ki, «Birgün
Allahın elçisinin huzuruna bir zât geldi ve (Ey Allahın Elçisi, ben
yolculuğa niyet ettim bana biraz azık verir misin? dedi, Peygamber efendimiz
(Yüce Allah sana takva versin) buyurdu. O zât dedi ki (biraz daha artır , yâ
Resülellâh-Ey Allahın Elçisi). Peygamber hazretleri: (Allah, (cc) , günahını
affetsin) buyurdu. O zât, yine (anam, babam sana feda olsun, biraz daha
artır, Ey Allahın Elçisi) deyince Efendimiz: (nerede, nasıl ve ne zaman
olursan ol, Yüce Allah sana hayır ve bereketini bol ve kolay ihsan buyursun)
diye dua buyurdu. Diğer bir yolcuya da: (Allahümme atvi lehül arda ve hevvin
aleyhis sefer'e) yani, Ey Allahım, yeri, (mesafeleri) onun için deviret,
kısalt ve yolculuk meşakkat ve zahmetini de ona kolaylaştır, diye
buyurmuştur.
Cenabı Hak yolculara selâmet-emniyet versin, Amin.
27.

İZA DUİYE EHADUKUM İLA TAAMİN FEL YUCİB. FE İN KANE MUFTİRAN FEL-YE'KUL, VE
İN KANE SAİMEN FEL-YED'U BİL BEREKETİ.
Taberani fil Kebir, Meşarik c1 s278, Camiussağir c1 s346
- "
Sizden biriniz yemeğe-ziyafete-
davet edildiği vakit, derhal icabet etsin (katılsın).
Eğer, misafir - davet edilen kimse - muftır -yani, oruçlu değil ise, hemen
oturup yesin, oruçlu ise onlara yani, hane ve sofra sahiplerine bereket ile
hayır dua etsin.. "
Açıklama: Bilindiği gibi, islamiyette sehâ yani,
hayra yönelik cömertlik yapmak, çok kabul gören ve çok rağbet edilen bir
şeydir. Kendilerine farz veya vacip olan vergileri vermekle mükellef, kadın,
erkek her müslüman din kardeşlerinin yaralarına merhem olmağa gayret
edecektir, maddeten ve manen yardım etmelidir. Hele fakirlere ve miskinlere,
garip ve misafirlere bakmak, yemek yedirmek sünnettir. İslamiyette sofrası
açık olan, yani, misafirperver müslümanlar övülmüştür. Hattâ, «filân adam,
iyi adamdır, çünkü sofrası açıktır» derler. Yemek yedirmekte, dinî, ahlâkî
ve sosyal birçok faydalar vardır, özetle, karşılıksız olarak fukaraya yemek
yedirmek de Hakka dayanma, halka şefkat etmek vardır. Yemek yedirenler,
müttakîler-takva sahipleri topluluğuna dahildir, bu vesile ile de
peygamberler ve evliyanın -Allah dostlarının sıfatı olan sehâ «cömertlik»le
de Vasıflandırılmış olur. Kur'ani kerimde çeşitli ayetlerle Cenabı Hak (ıt'âmi
taam-yemek yedirme) edenleri, yani, Allah rızası için yediren ve içirenleri
övmüştur. İslam dininde bildirilmiştir ki, bir kimse kendi nefsi, çoluk
çocuğu, ana-babası için sarf ettiği nafakalardan ve din kardeşlerine
yedirdiği yemekten sorulmaz, başka yerlerde olan harcamalarından sorulur.
Bir hadisi şerifte: bir kula ahrette üç şeyden hesap
yoktur: Sahur yemeğinden, iftar yemeğinden, din kardeşleri ile yediği
yemeklerden) Duyurulmuştur. Hz.Ali (Ra) efendimiz buyurmuştur ki:
«bir tabak yemeği din kardeşlerime yedirmek, bana bir köle azat etmekten
daha sevgilidir.» Çünkü, bu hal, ahlakın güzelliğine alâmettir. Şurası da
bilinsin ki, yemeğin hayırlısı hazır bulunandır, yani ne bulunursa o
hayırlıdır, külfete-zahmete gerek yoktur. Davetin edeplerindendir ki, hane
sahibi, sabırlı fakirleri ve Takva sahibi ve salih kimseleri davet
etmelidir, gösteriş olmak için, fasık-günahı açıkça
işleyen- ve zengin kimseleri davet, maksadı hayrı temin etmez.
Davetten maksat, ancak sünneti Muhammediyeyi gerçekleştirme ve yerine
getirme olmalıdır. Misafirler de - davet edilen kimselerde - hane sahibi
fakir de olsa, zengin de olsa, kibirlenmeden davete icabet etmelidirler.
Nitekim, peygamberimiz, bir kölenin ve bir fakirin davetlerine
katılmışlardır. Davet yeri uzak ve yakın demeyip gitmelidir. Yalnız davet
olunan yerde şeriata aykırı, hoş görülmeyen ve yasaklanmış şeyler
olmamalıdır.
Allah (cc) , hepimizi haram ve O'nun hoşuna gitmeyen şeylerden korusun.
âmin.
28.

İZA RAA EHADUKUM MİN NEFSİHİ EV MİN AHİHİ MA YU'CİBUHU FEL-YED'U LEHU BİL
BEREKETİ FE İNNEL AYNE HAKKUN.
Buhari, Muslim, Ebu
Davud İbn-i Mace, Taberani fil Kebir, Meşarik c1 s278, Camiussağir c1 s346
- "
Sizden biriniz, kendi nefsinde,
yahut malında, yahut
kardeşinde - öz kardeşinde,'
ya din kardeşinde - hoşuna giderek beğendiği güzel bir şey görecek olursa,
onlara bereketle hayır dua etsin, zira Nazar-(isabeti ayn) gerçektir,
vardır.. "
Açıklama: Malum ya, insan bu dünyada çok şeyler
görür, kimisini beğenir, kimisini beğenmez, bazısı hoşuna gider, bazısı
gitmez. Bunun üzerine kendi nefsinde veya malında, yahut başkasında bir şey
görüp te beğendiği ve hoşuna gittiği zaman «gözünden bir zarar isabet etmek
ihtimaline binaen» o kimseye veya o şeye bereket ile dua etmeli ki, gözlerin
zararlı tesirinden korunmuş olsun. Zira, isabeti ayn «nazar değme» haktır,
inkâr edilmez. Gözlerdeki tesir hiç inkâr edilir mi «ister kötü nazar, ister
iyi nazar şeklinde olsun. «Bak, bir insan, karşısındakinin hiçbir yerine
bakmadan ilk evvel gözüne yüzüne bakar, gözlerinden her şeyi anlamaya
çalışır. Hatta hayvanlar bile, her şeyi insanın gözlerine bakmak sureti ile
anlamağa uğraşırlar. Dikkat et ki, insanın gözünden akan yaşlar, eğer
üzüntüden meydana gelirse hem soğuk, hem de acı olarak akar; eğer sevinçten
geliyorsa hem sıcak, hem tatlı olarak gelir! (Allahu Ekber). Hele bir çeşit
yılan vardır ki, hasmını «sokmak, vurmak, ısırmak gibi vasıtalar ile değil
de» ancak nazariyle öldürür. Nitekim Hindistan'da bu çeşit yılanlar vardır.
Kaplumbağaya da baksan a, - tospağa - bu mahluk, yumurtalarını hava
akımından korunmuş olan yeraltında, çukur bir yere saklar, tüyleri
olmadığından, bıraktığı yumurtaları ısıtmak için gözlerinden neşrettiği
hararet ile baka baka yavru çıkartıyor! Sânii âlem-Alemi
sanatlı yaratan Allah- nazarında bütün eşya aynıdır. Eşyanın
birbirinden farkı, ancak İlahlığının, o eşyaya tahsis buyurduğu birtakım
özellikler ve alametler ile olduğundan, büyüklüğü ve kudreti tecelli
etmektedir-gözükmektedir-. «Fesübhânellahil azîm -
Yüce Allah her türlü eksiklikten uzak ve
bütün üstün sıfatlara sahiptir».
Biz bu konuyu biraz daha açıklayalım; şöyle ki:
«Nazar», Cenabı Allahın, insanın nefsinde yarattığı öyle bir tesirli
kuvvettir ki «sui nazar-kötünazar» olursa canları, malları helak edeceği
gibi « hüsnü nazar-iyi nazar» olursa canları, malları islah ve ihya eder.
İnsanlarda her zaman görmekte olduğumuz acayip ve garip fiillerin
başlangıcı, hep bu tesirin görünüşüdür.
Bilmelidir ki «isabeti ayn-Göz değmesi» iki türlüdür:
Birisi Fıtrî'dir, yani, insanın yaratılışında saklı olup nefsinin
kötülük ve alçaklıktan ve bilhassa, insanın hasedinden - fazla hırs - ve
kasten bir şeye veya bir kimseye kötü nazarla bakmasından meydana gelen bir
isabettir. Bu kötü nazarın isabeti çok dehşetli ve helak edici olur ki,
insanı mezar'a, deveyi de kıdra - yani çömleğe, tencereye - sokar.
İkincisi, kesbidir ki riyazat ederek-nefsi terbiye ederek ve kalbi
Allah'tan başka şeylerden temizlemek suretile, sonradan kazanılan isabettir
ki, bu bir güzel isabettir, bir iyi nazar'dır ve bu bakışta, şüphesiz,
merhamet ve rahmet, feyiz ve bereket vardır, nitekim,
nebilerin-peygamberlerin, velilerin, salihlerin, kâmil olan âlimlerin
gözlerinde hüsnü-iyi tesir vardır ki, baktıkları şahıslar ve eşya'da hayat
ve şifa meydana gelir, Şimdi, hadisi şerifte korunulması emrolunan nazar,
asıl bizi korkutan «kötü nazar»dır. Bunun için bir hadisi şerifte Peygamber
efendimiz: (Bir kimse gördüğü bir şeye hayret eder ve
hoşuna giderse, nazarının kötü tesirinden onu korumak için

(Mâşâel-Lah, lâ kuvvete illâ billah, Allahümme bârik
fîhi!) diyecek olursa baktığı şeye zarar da
değmez.) diye buyurmuştur. Manası: Allah ne
dediyse o olur, taat'a kuvvet gelmek, gözün kötü tesirinden korunmak ancak
Cenabı hakkın kuvveti ve koruma kudretiledir yâ Allah, sen ona rahmet ,hayır
ve bereket ihsan eyle! demektir. Bizim memlekette, halk, bir şeye
baktığı zaman gözünün dememesi için «mâşâellh, bârekellah» derler ki, ne
güzeldir! Peygamber efendimiz de zaten bunu buyuruyor. Diğer bir hadisi
şerifte: (gözde öyle şiddetli tesir vardır ki ulu
dağları devirebilecek kadar kuvvete sahiptir.) buyurmuştur. Diğer bir
hadisi şerifte: (Göz demesi haktır gerçektir, Cenabı Hakkın kaza ve kaderini
bozacak bir şey olsaydı, isabeti_ayn-Göz demesi
olurdu.) buyurmuştur. Lâkin Hakkın takdirini elbette hiçbir şey bozamaz.
Buraya kadar bir kimsenin gözünün değmemesi için, Peygamber efendimizin
mübarek tavsiyelerini öğrendik, şimdi, isabeti ayn, - kötü gözden - kendini
veya çocuklarını, mallarını korumak için ne yapmalıdır? Buhâri şerifte-İmamı
Buharinin Hadis Kitabı- açıklandığı şekilde, Peygamberimiz(sav) ,
torunları hazreti Hasan ile Hüseyin (Ra)i gözden ve diğer zararlı şeylerden
bu dua ile korumaya çalışırdı ki, bu husus ümmeti Muhammede öğretilmiştir.
Dua budur:

(Euzu bikelimâtillâhit tâmme, min külli şeytanin ve
hâmme ve min külli ayn'in lâmme).
Manası: Bütün İlahi kelimelere, özellikle Kur'ani
âzîmüşşân'a vesile ederek, tüm insan , cin ve şeytanların şerlerinden ve
bütün zehirli ve zararlı «yılan, akrep gibi» haşarattan ve bütün isabet
edici gözden «kötü nazardan» veyahut insanın şuuruna zarar getirecek olan
her şeyden, Yüce Allahın korumasına ve emânetine sığınırım, demektir.
(Fallahu hayrün hafızan ve hüve erhamür-râhimin.- Allah hayırlı koruyucu ve
O merhametlilerin en merhametlisidir.)

Yani, bütün hadiselerin başlangıcı hep nazardandır, büyük yangınların da
başlangıcı ufak bir kıvılcımdan meydana gelir, nice nazarlar var, sahibinin
kalbinde öyle tesir ve faaliyet icra eder ki, ok ve yay ve kiriş olmadığı
halde, isabet ettiği kimseye, ok gibi işleyerek, onu yaralar ve belki yok da
eder.
Bir hadisi şerifte, Peygamber efendimiz (sav) «Cüzzam»
olan bir hastaya gözünüzü dikip sürekli bakmayınız, buyurmuştur ki,
bu bakışta, elbet, etkilenme olacak ki peygamberimiz buna razı olmuyor.
İsabeti ayn-Göz değmesi hakkında bir örnek: «Jon
Villi Klark», babası hintli, anası ingiliz olan bir adamdır ki yaptığı
hârika ile bu gün her yerde kendisinden söz ettirmektedir.
J. W. K. ın gözleri o kadar keskin, nüfuzlu ve tesirlidir ki, erkekleri beş,
kadınları üç saniyede bayıltıyor ; bu tecrübenin yapılması için de loş bir
oda yeterli gelmektedir. J. W. K. bütün fen adamlarını şaşırtan bir hârika
daha göstermiştir , o da, sekiz dakika kadar, büyük bir buz parçasına
gözlerini dikmiş ve buz parçasını tamamen eritmiştir. Uyutma meselesi de
malumdur. Bir kimse, diğer bir kimsenin gözüne baka baka uyutması demektir
ki denenmiştir. (İpnotizma).
29.

İKRAUU SURETEL BAKARATE FEİNNE AHZEHA BEREKETUN, VE TERKUHA HASRATUN, VELA
TESTETİUHA-L BATALETU.
Tac camiul usul c4 s15,
Müsnedu Ahmed, Taberani fil kebir, Ebu Yala müsned, Beyhaki fi Şabul İman, Camiussağir c2 s64
- "
Bakara süresini okuyunuz, zira,
o süreyi almak -
okumak ve gerekeni ile
amel etmek - berekettir,
terketmek ise -dünyada
ve ahirette - hasrettir,
«batale-sihirbazlar» olanların buna kudretleri-güçleri yetmez. "
Açıklama: Bu şerefli sürede - bakara suresinde -
itikad-inanç, amel, ve ahlâka dair birçok faydalı hükümler
bulunduğundan bu süreyi okumaya ve gerekleriyle amel etmeye devam ve sebat
edenlere, Cenabı Hak, çok feyiz ve bereket vereceğini şanı yüce olan
Peygamberimiz bize haber veriyor. Aksi ise, sevap ve mükâfatı, feyiz ve
berekleri kaçırıp kaybetmekte de teessüf-hayıflanmak ve nedamet-pişmanlık
vardır. Bu mübarek süreyi okumaya, gereğiyle amel etmeye, «Batale», yani
sihirbazlar - büyücüler - haktan kaçan, batıl'a koşanlar kudretyâb-gücüyeten
olamazlar.
Diğer bir manaya göre de «batale» demek,
tenbel, miskin ve ehil olmayanlardır.
Başka bir manaya göre de Belağat ve fasahat ile öne çıkan eden alimler, bu
sürei şerifeyi temsil ve tanzîr'e muktedir değildirler, çünkü, kur'an, bir
İlâhî mucizedir. Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki
Bakara suresini okuyanlara sihir tesir etmez. Diğer bir hadisi
şerifte: (Evlerinizi kabristan yapmayınız, hangi bir
ev ki o evde Bakara suresi okunursa, şüphesiz, o eve şeytan giremez)
buyurulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de (Bakara
süresi, Kur'ani kerimin hükümlerini çoğunu içermesi ve detaylandırması
yönünden, bütün Kur'ani kerim sürelerinin en faziletlisidir.)
buyuruldu. Gerçekte, Bakara süresi, hiçbir sürenin içermediği birçok
ilimleri ve şer'î meseleleri ve geçmiş milletlerin tarihini ve birçok
İlahiyat bahislerini içerdiğinden, çok mühimdir. Hele, şu hadisi şerife bir
bak; (Kur'anı Kerimi okuyunuz, zira, Kur'an, kıyamet
gününde, sahiblerine şefaat edecektir. Özellikle, o günde, sahiblerinin -
okuyup hükümleri ve ahlâkiyle amel edenlerin - başlarında bulut gibi gölge
edecek olan Bakara süresi ile «Âli imrân» süresi şerifelerini her durumda
okuyunuz.) buyurulmuştur. Bakara süresinin ilk âyetleri «Elif Lâm,
Mim zâlike»den «Müflihun»a kadar ve sonundan iki âyet ki «âmener resülü»den
«alel kavmil kâfirin»e kadar. Bunların havas ve faidelerine had ve sınır
yoktur.
Özellikle Âmener resülüyü sabah ve akşam okunması hakkında çeşitli hadisi
şerifler vardır ki ya kitapları okumak veya alimlerimize sormak lâzımdır.
Yüce Allah (c), cümlemize okumak ve amel etmek nasib buyursun, âmin.
30.

EMLİKUL-ACİNE FE-İNNEHU E'ZAMU LİL-BEREKETİ.
İbul Esir Finnihaye c3
s118, İbnu Adiyy filkamil, Camiussağir c2 s196
- "
Hamuru -
biraz su ve un katmak suretile
- yenileyiniz, - çok
yoğurup -
kuvvetlendiriniz. Zira -
hamurda yapacağınız
- bu ameliyat bereket oluşması için en büyük bir çare ve vasıtadır. "
Açıklama: Bir hadisi şerifte hamurkârlık sanatına
_dair bir takım incelikler vardır ki, fırıncılar ve unlu şeylerle meşgul
olanlar için büyük bir derstir. Gerçekte, her işin, her sanatın bir ehli
vardır ya; işin ehli olmayanlar yaptıkları şeyleri iyi yapamazlar, kusurlu
yaparlar ve kimseye beğendiremezler, dolayısıyle o işten de istifade
edemezler ve neticede iflâs edip sermayelerini mahvetmiş olurlar. İşte,
ekmek, pide, börek, kurabiye, çörek, simit gibi undan yapılan her şeyin
erbabı-ustası-ehli olmakla beraber, bunların hamurlarını iyice yoğurmalıdır.
Bir şeyin hamurunu, un veya su katmak suret ile, biraz da fazlaca yoğurmak
ve hamurun kabarmasını beklemekle, o şeyin iyi, feyizli ve bereketli
olmasını temin eder. Nitekim, türkçemizde «iyi »yoğurulmamış, iyi pişmemiş;
güzel yoğurulmuş, çok güzel pişmiş» derler.
«Ek Bilgi» — Bu hadisi
şerifteki konuya, bir derece, teması-ilgisi münasebet ile burada ek bilgi
olarak bir iki satır yazmayı faydalı buluyorum: Sanatkârlar olsun, esnaf
olsun, bir işi meydana getirirken çok itina-özen göstermelidirler. İşin
yapılmasında çok önem verilecek noktalar vardır:
1 - O işi mümkün olduğu kadar kusursuz yapmak,
2 - Onu itina ve özeniş ile meydana getirip halkın takdirini kazanmak (yani,
halka beğendirmek) ve bu suretle halkın nazarında en yüksek derecede
oluşturacağı iyi intiba'dan-etkiden devamlı surette istifade etmesini
bilmek.
Ne yazık ki, bizim hamurkârlardan bazıları bu mühim noktalara hiç aldırış
etmedikleri görülüyor. Bazı açıkgözlü, uyanık esnaf ve sanatkârlar - hele
ecnebiler - işlerinde son derece temizlik ve düzene riayet ve gerek meydana
getirdikleri işten, gerekse iyi davranışlarından müşterilerini memnun
ediyorlar. Tabiiki, bu hareket tarzıyla hem müşteri memnun kalır, hem de
satan kazanır. Biz, acaba, neden bu güzelliklere, böyle özenişlere önem
vermiyoruz! üstümüze başımıza, kaplarımıza, peştemallarımıza-önlüklerimize,
tezgâhlarımıza, örtülerimize dikkat etmiyoruz, hele ellerimizin,
tırnaklarımızın temizliğine. hiç bakmıyoruz! Şüphesiz, bu vaziyette
müşteriler memnun kalmaz ve bir daha da oraya uğramaz. İşte, böyle ince,
sâde ve sıhhî olan bu noktalara önem vermeyişimiz, biraz da azim ve
kararlılıktaki eksikliğimiz, gerilerde kalmamıza sebep olmuştur. Acaba,
bizde ilerleme ve gelişme kabiliyeti mi yok? Hayır, yanlış düşünce; bilakis,
bizdeki yetenek ve kabiliyet çok geniş ve pek yüksektir, ama, tembellik ve
lâkaydi-umursamazlık yakamızı kıramıyor. Artık, fakirlik ve tembellik temeli
olan bu fena huylardan silkinmek ve yükselme yolunda asrın gidişatına ayak
uydurmak gerek.
31.

İNNELLAHE TEALA ENZELE BEREKATİN SELASEN, EŞŞATE, VEN-NAHLETE VEN-NARA.
Taberani fil-kebir, Camiussağir c2 s216
- "
Şüphesiz, Yüce Allah (cc),
bereket sebeplerinden bu
üç şeye
vasıta ve sebepler yönünden de
bereket indirdi. Onlar da, koyun, hurma,
ve
ateştir. "
Açıklama: Bu hadisi şerifin söyleniş sebebi,
Almin Övüncü efendimizin amcası Ebu Talib'in kızı ve Hazreti Ali Ra'in ana
ve baba bir hemşiresi (Ümmü Hâni) Ra'dır. .Ümmü Hâni dedi ki: «bir gün
Resülüllah hazretleri benim evimi şereflendirdi, ve (ben,
senin evinde bereket vasıtalarından hiç birini görmüyorum.) buyurdu.
Ben de «Ey Allahın Elçisi, hangi bereketleri kastediyorsunuz?» dedim.
Efendimiz, bu hadisi şerif ile cevap vererek koyun,
hurma ve ateştir diye buyurdu.
[1].
Gerçekte, bu üç nimetin bir evde bulunması, o evin içinde bereket ve bolluk,
azık ve katık bulunduğuna şüphe edilmez. Müslümanlar, bu hadisi şerifden
faydalanarak, mümkün olduğu kadar, evlerinde bu üç nimeti bulundurmaya
gayret etmelidir, çünkü, yukarıda, geçtiği şekilde, bir koyun bir bereket,
iki koyun iki bereket, üç koyun çok berekettir. Hurma da öyledir. Mükemmel
ve lezzetli bir gıdadır. Hurma ve biraz su ile yaşayan, halen çok insanlar
vardır. Hurma hem azık, hem katık, hem de tatlıdır, insanın en büyük
ihtiyacını karşılayan kıymetli bir nimettir, bir evde bulundu mu, o ev halkı
fakirlik ve sıkıntıya düşmez. Gelelim ateş'e, o da büyük bir nimettir.
Burada, kastedilen ateşin kendisi olmakla beraber, ateşin aslı esası olan
odun ve kömürdür. Şüphe yok ki, bir evde odun ve kömürün bulunması o evin en
büyük ihtiyacı karşılanmış olur ki bereketin ta kendisidir. Âlemin nizamı,
ancak, bu ateş ile ayaktadır. Odun, kömür, Maden kömürü, elektrik, havagazı
gibi maddeler ne büyük nimet ve berekettirler. Ekmeğimizi onlarla pişiririz,
sularımızı onlarla kaynatırız. Yemeğimiz, kahve ve çayımız, özetle her
şeyimiz onlarla temin edilmekte olduğu gibi, soğuktan da kendimizi onlarla
korumaktayız. Allah cc bizleri bu nimetlerden mahrum etmesin,âmin
[1]
Biz bu bahsi «Ümmü Hâni» nammdaki eserimizde izah etmişizdir.
32.

İNNELLAHE YEBTELİL ABDE FİMA A'TAHU, FEİN RADİYE BİMA KASEMALLAHU LEHU
BURİKE LEHU FİHİ VE VESSEAHU, VE İN LEM YERDA LEM YUBARAK LEHU VE LEM YEZİD
ALA MA KUTİBE LEHU.
Beyhaki fi Şa'bul İman, Camiussağir c2 s281
- "
Şüphesiz, Allah cc , size,
lütuf ve yardımından
vermiş olduğu rızık ve
nimet ile sizleri
imtihan ediyor. Eğer, kul 'Cenabı Hakkın size paylaştırıp verdiği
nimete
razı olursa, o nimet ve rızık, «min
tarafillâh-Allah tarafından»
o kimse için mübarek kılındı ve genişletildi. Eğer, o kul «Nahnü
Kasemnâ-Biz paylaştırdık»ya
razı olmayıp - hırs,
tâmâ'-aç gözlü, hased ederek kulların haklarına saldırırsa -
onun için o nimet hem mübarek olmaz, hem de Aleme Rızık Veren Allah,
verdiğini artırmaz . "
Açıklama: İslam dininde, her müslüman, her
hususta helâlindan nafakasını elde etmek için elinden gelen gayreti
sarfetmesi şarttır. İslâmiyette tembellik, miskinlik, dilencilik yoktur.
Ezelde Yüce Allah'ın her insana ayırıp takdir buyurduğu rızık, ne ise, işte
onu elde etmek için çalışmak lâzımdır. Ama az, ama çok. Biz onu bilmediğimiz
için, hiç ölmeyecekmiş gibi normal şekilde - ifrat ile değil, sınırı aşmadan
- çalışacağız, yarın ölecekmiş gibi de Hakka-Allaha ibadet edeceğiz. Bununla
beraber, ezelde ne takdir edilmişse o, fazla ve noksan olmaz, ona iman ve
itikad etmek-inanmak gerektir. Bir kimse, çalışıp çabaladıktan sonra
helâlinden eline ne geçerse ona razı olacak, eğer razı olursa feyiz ve
berekete ulaşır ve bu sebeple rızkı genişlemiş olur. Yok, eğer, eline geçene
razı olmaz da kendinden aşağılara bakmayıp' yukarılara bakar ve haline şükür
etmezse, içinden, Yüce Allah'a küserek ne için filan kimseye bol verdin de
bana vermiyorsun! demeye başlarsa, işte o zaman, eline geçen nimetin
bereketini göremez ve feyzi İlâhîden mahrum kalır, çünkü, şükrünü feda ve
yerine getirecekmiş gibi, bol rızka kendini ehil görmüş olur! Halbuki, şükrü
yerine getirilmeyen nimetler yok olmuştur. Artık zavallıya öyle bir hırs
gelir ki, haddinden fazla çalışarak uyku ve istirahatini, dolayısıyle
sıhhatini feda ederek ömrünü tüketir, kederden tasadan beli bükülür, kamburu
çıkar, alnı çatlar, âsâbı bozulur, nihayet Yüce Allaha karşı kulluk
vazifesini yapamaz olur, hayır ve sevaplardan mahrum kalır ve bu dünyadan
iflas etmiş olarak çıkar gider. İstediğine kavuşamadığı gibi dünya ve
âhiretini de mahvetmiş olur.
«El iyâzü billâh-Bu halden Allaha sığınırız»
33.

EL BEREKETU FİL MUMASAHATİ.
Sünenu Ebi Davud,
Muvatta' Li İmam Malik, Camiussağir c3 s220
- " Mümasaha=Musafaha
- el ele tutuşmak - da bereket vardır . "
Açıklama: Bu musafaha, alış veriş esnasında
olduğu gibi, başka muamelelerde de olur, müstehaptır. Hele müminlerin
Birbirlerine, cuma ve bayram günlerinde ve diğer vakitlerde rastladıkları
zaman, herhalde elleriyle ve kalpleriyle, musafaha etmeleri sünnettir. Bu
musafahayı, bizden yabancılar da almışlardır. Onlar da birbirlerine
rastladıklarında musafaha ederler. Bir hadisi şerifte (musafaha
ediniz; eğer, kalplerinizde karşınızdakine, kin, buğz ve adavet-düşmanlık
gibi şeyler varsa bu sebeple yok olur.) buyrulmuştur. Gerçekte,
islamiyette müsafaha eski bir sünnettir. Peygamber efendimiz bir hadisi
şerifinde musafahanın şeklini bile tarif buyurmuştur. Şöyle ki: (Ey
ümmetim, siz musafaha ettiğiniz vakitte, birbirinizin başparmaklarınızı
avuçlarınızla tutunuz ve iki el ile musafaha ediniz, zira o başparmakta bir
damar vardır ki muhabbet denilen şey oradan yayılır.)
Diğer bir hadisi şerifte de (musafaha ediniz ki
sevişesiniz) buyuruyor, tecrübe edilmiştir. Musafahada öyle akıcı br
hassa-özelik vardır ki el ele tutuşanlar elbette sevişirler? Bu konuya dair
birkaç hadisi şerif daha ilave edeceğimi Yine Fahri âlem efendimiz (Kim
ki din kardeşleriyle musafaha etmek için elini hareket ettirirse, o kimsenin
günahları dökülür.) buyurdu. Şurası da bilinmelidir ki, eller
arasında mendil, elbise, elbisenin yeni, eteği gibi bir şeyi örtü ve engel
bulunmamalıdır. Nitekim, şimdiki âdette, el ele tutuşacak kimseler,
ellerindeki eldivenleri çıkarıyorlar ki bizim usulümüze uygundur. Bununla
beraber musafahada önce yapılacak şeyler vardır: Müslümanlar birbirleriyle
karşılaştıklarına, evvelâ selâm verecekler, sonra musafaha edecekler,
musafaha ederlerken de Peygamber efendimize «salat ve selâm» dahi
getireceklerdir. İslamiyette musafaha sünnettir, ama ya eli temiz olmayan
kimseler ile musafaha edilecek midir ve nasıl musafaha edilir? Biz bu
hususu, basılmak üzere bulunan (temiz eller, temiz ellerin hayatta kıymet ve
ehemmiyeti) adlı eserimizde açıkladıımız için, burada detaylandırmaya
mecal-güç yokdur. Cenabı Hak bu eserin basımına beni muvaffak-başarılı
buyursun, âmin.
34.

TEHAVVEL İLEZZİLLİ FEİNNEHU MUBARAKUN.
Hakim fil müstedrak, Camiussağir c3 s234
- "
Gölgeye dön -
yerini değiştir
- zira gölgeye gelmek mübarektir "
Açıklama: Güneş, bütün yaratıklar için pek büyük
bir nimettir, bir hayat vasıtasıdır. Allah'ın İlahi büyüklüğünü ve noksansız
kudretini gösteren bir âyettir. Erzakımız, meyvelerimiz, her türlü
ürünlerimiz, her şey o güneş ile kemal bulur-tamamlanır, ondan lezzet alır.
Özet olarak -kâinatı nurlandıran odur. Bununla beraber güneşin fazlaca tesir
etmesiyle bazen zarar da meydana gelir, meselâ: havalar kurak giderse bütün
ürünleri yakar kavurur, insanı da eğer güneş çarparsa öldürebilir de. Güneş
çarpmasında, sıcaklık beyin'e tesir eder ve tehlikeli olur. Güneşin tenimize
fazla tesiriyle derimiz kızarır, yanar, soyulur ve şiddetli yanmalar meydana
gelir. Onun için, sıcak memleketlerde güneşin sıcaklığından beyni korumak
için başlarına kalın ve beyaz bezler sararlar. Biz de şemsiye kullanırız.
Bu hadisi şerifin söyleniş sebebi şöyledir: Ashabı kiramdan (Ebu Hâzim) Ra,
namında çok takdir edilen bir kişi diyor ki «Ben bir
gün güneşte - arabistan'da güneşte - oturuyordum, hava da çok sıcak idi,
Peygamber efendimiz, benim güneşte oturduğumu görünce bana hitaben: (Ey
güneşte oturan kişi, kalk oradan, yerini değiştir, gölgeye gel, zira gölgede
ve senin gölgeye gelmende çok bereket ve menfaat vardır.) diye
buyurdu. Alemin Doktoru Peygamber efendimiz, bu kişinin güneşte oturmasında
elbette sıhhî bir mahzur görmüş olacak ki onu, güneşte oturmaktan, men' ve
gölgeye dâvet etmiştir. [Teşemmüs-Güneşleme-güneş çarpması] Sav.
35.

ELHİLFU MENFEATUN LİSSİLATİ, MEMHAKATUN LİL BERAKETİ.
Buhari c3 s11, Müslim,
Sünenu Ebi Davud
- "
Yalan yere
yemin etmek, gerçi eşyanın sürümünde - satışında - fayda verir
gibi görünür,
ama gerçekte, o alış
verişin bereketini eksiltir veya büsbütün giderir. "
Açıklama: Bu hayatta herkes, şüphesiz, alış veriş
ile meşgul olmak mecburiyetindedir, çünkü, insan ya satıcıdır, ya alıcıdır,
yahut hem alıcı, hem satıcıdır. Bu alış verişlerde yemin etmek çoğu
satanlarda olur. Onlar müşteriyi kandırmak, ve aldatmak için hiç korkmadan
ve utanmadan, yalan yere yemin ettikleri de olur. Bu hadisi şerif ile
hazreti peygamber efendimiz ümmetini böyle haksız yere, yalan yere yemin
etmeyi yasaklıyor; ümmete de yakışan, yeminin tehlike ve zararlarını
düşünerek, yemin etmekten sakınmalıdır, daima doğruyu söylemelidir. Mümin
olan kimse(Gerçekten inanmış), Cenabı Hakkın kaza ve kaderine iman edip razı
olduğu için, ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, kaderden daha fazla
olmayacağıı bilir ve bildiği için de yemin edemez ve etmemelidir.
Yemin demek, «bir haberin iki tarafından birini kuvvetlendirmeği kastederek
- vallahi, billahi diyerek - yemin etmesidir ki, bu da üç kısımdır.
1 — «Yemini lavğ-Boş Yemin» dir ki, zan üzerine gerçek dışı edilen yemindir.
Meselâ, bir kimse, borcunu vermiş zannederek «vallahi ben borcumu verdim,
onun bende alacağı yoktur» diyerek ettiği yemindir, sonra borcunu
vermediğini hatırlarsa, bu yeminin keffareti yoktur, çünkü hata üzerine
yemin edildiği için cezası yoktur.
2 — «Yemini mün'akide-Akitli Yemin»dir ki; meselâ, «vallahi ben filanın
evine bir daha gitmem, veya vallahi ben filan ile bir daha konuşmam» diye
yemin eden bir kimse, o filan ile konuşur veya o filanın evine giderse
yemini bozulur. İşte bu yemine keffaret lâzım gelir. Keffaret, ne demek
olduğunu öğrenmek isteyenler, ya kitabını okusunlar, yahut alimlerimize
sorsunlar, çünkü uzun bir konudur.
Keffaret: Bir mecburiyet altında veya
yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak
verilen cezalardır (Köle azadı, fakir yedirme giydirme, oruç gibi).
3 — «Yemini gamus-Ağır Yemin»dır ki kebâir denilen büyük günahlardandır.
Meselâ, bu yoğurt, silivri yoğurdu olmadığını bildiği halde «silivri
yoğurdudur» derse yalandır, yalancı cezasını giyer. «Vallahi silivri
yoğurdudur» diyerek yemin de ederse, gerçeğe aykırı olarak yemin ettiği çin,
hem yalandan hem de yalan yere yeminden ceza yiyecektir. Çünkü gerçeğe
aykırı bir şeye - yani yalan yere - Cenabı Allahı şâhid tutmaktır ki, bunun
kadar büyük bir cür'et ve sapıklık olmaz. Yani o kimsenin iddiası «Cenabı
Hakkın varlığı nasıl hak ise, benim davam da hak ve doğrudur, bu iddiama
Allah ta şahittir» demek istiyor! Neuzu billâh!-Allaha sığıırız, Yemini
gamus; sahibini gamseder, yani, böyle yemin edeni adamakıllı günah deryasına
batırdığı için, «yemini gamus» denilmiştir. Bu türlü yemin eden, Cenabı
Hakkın izzet-üstünlük ve azametine-büyüklüğüne saldırmış, Allahı tâzîm-hürmet
ve tekbir edeceği-büyüteceği yerde, tahkir-hakaret ve tasgir
eylemiştir-küçültmüştür. ve Cenabı Hakka yalancılık yüklemiştir ki, bunun
cezası pek ağırdır, hattâ, keffareti de yoktur. Keffareti, ancak, nâr'ı
cahîmdir-cehennemdir.
Neuzu billahi taalâ min hazâ!.-Bundan Yüce Allaha sığınırız.
36.

ERRİFKU BİHİZZİYADETU VEL BEREKETU VE MEN YUHRAMİRRİFKA YUHRAMİLHAYRA.
Buhari c3 s11, Müslim,
Sünenu Ebi Davud
- "
Rifk ve mülâyemet (yumuşak
ve talılık) ile
muamelede(karşılıklı ilişkilerde),
bolluk ve bereket vardır. Kim ki bu rıfk ve mulâyemetten mahrum olursa,
hayır ve bereketten de mahrum olur. "
Açıklama: «Rıfk», şiddetsizlik, yani yavaşlık ve
yumuşaklık demektir ki, herkesle muamelede-karşılıklı ilişkilerde güzellik,
kolaylık ve nezâket göstermektir. Bu ahlâk, peygamberlerin
evliyanın-ermişlerin, salihlerin ahlâkıdır. Şer'an-dinen, aklen ve hikmeten,
güzel ve hayırlı olan ve hiçbir zararı ve fenalığı olmayan konularda
uygunluk ve uyum göstermektir. Nitekim, Resüli ekrem efendimiz, bir hadisi
şerifinde (Rıfk ile ahlaklanmak, hikmet ilminin
başıdır.) buyurmuştur. Gerçekte her iş rıfk ve nezâketle düzen bulur,
bütün herkes bununla ıslah olur. Süfyan'i sevrî Ra, dedi ki: Rıfk neye
derler, bilir misiniz? Her şeyi yerli yerine koymaktır ki, sertlik gereken
yerde sertleşmek, yumuşaklık lâzım gelen yerde de yumuşamak, icabında kamçı,
lüzumunda silâh kullanmaktır. Zemahşeri Keşşaf da: «Öyle işler vardır ki,
orada rıfk olmaz, bilâkis, şiddet lâzımdır. Meselâ, bir yaraya ameliyat
yapmak lâzım geldi mi, mutlaka neşteri bıçağı - vurmak gerekir.» demiştir.
Âlim ve Hakîm olan bir zat ta «Rıfk ve mulâyemetten-yumuşaklıktan sonra
sertleş, fakat, sertlikten sonra, sakın yumuşama, çünkü, rıfktan sonra
şiddet, izzettir, yumuşaklık ise, zillettir.» demiştir ki ne kıymetli bir
nasihattir!..
Rıfk denilen huy, kimde bulunursa, o kimse muradına erişir, her belâ ve
musibetten emin olur. Gerçekte rıfk, gazapla-rı teskin, düşmanları dost
ettiği halde şiddet ve sertlik - sinirlilik - gazabı artırır, dostu da
düşman eder.
Vaizlere öğüt: — Vaizin (öğüt
ve nasihat eden) biri, Harunur Reşid'e «yâ emirel müminin-Ey müminlerin
başkanı, sana biraz vâz-öğüt edeceğim ve nasıhatli sözler söyleyeceğim, ama,
benim söyleyeceğim sözler biraz acıdır, sakın seni gücendirmesin, eğer
sabredersen arzedeyim.» Deyince H. Reşid «pek ala, rıfk ve
mülâyemetle-yumuşaklıkla söylersen dinlerim, öyle olmazsa, vâ zu nasihat
(öğüt ve nasihat) nasıl olmak lâzım geleceğini ben de sana şiddetle
anlatırım, zira, sen Hazreti Musa'dan büyük, ben de Firavun dan daha
şiddetli değiliz. Cenabı Hak taalâ, hazreti Musâya, firavun'a karşı edeceği
nasihati kavli leyyin - yumuşak söz - ile yapmasını emir buyurduğunu, sen
elbette benden daha iyi bilirsin.» Diyerek vâızin çenesini tıkadı. Bu,
vâızlar için kıymetli ve ibretli ne büyük bir ders ve numunedir! Rıfk
hakkında bir kaç hadisi şerif meallerini buraya kaydetmek faydadan uzak
olmasa gerektir. Peygamberimiz buyuruyor: (Hayatta
rıfk ile hareket, bazı ticaretlerden daha hayırlıdır), (Rıfk,
yümnü-uğur ve berekettir, şiddet te hamakat-ahmaklık ve cehalettir).
(Cenabı Hak bir hane halkına bereket ve rahmet istedi
mi, o hane halkının kalblerine, birbirlerine karşı rıfk ve
mülâyemet-yumuşaklık, muhabbet-sevgi ve nezâket ihsan eder). (Yüce
Allah cc, her konuda karşısındakine rıfk ile yumuşaklıkla davranmayı sever)
buyurmuşlardır.
37.

KANE İZA UTİYE Bİ LEBENİN KALE: BEREKETUN.
İbni Mace s.246,
Camiussağir c5 s88
- "
Resülüllah efendimize süt
takdim edildiği-sunulduğu vakit, «bereket»tir diye buyururlardı. "
Açıklama: Gerçekte, süt, büyük bir nimet ve aynı
zamanda bir gıdadır ve âdem oğlunun - bazı hayvanlarının da - mayasıdır.
Süt, Cenabı Hakkın kudret ve sanatını gösteren pek büyük ve ibretli bir
rızıktır. Şanlı Yüce Kur'an'da Alemlerin Rabbi (Bütün hayvanlarda, özellikle
koyun, keçi, deve ve sığır gibi eti yenilen, sütü içilenlerde, düşünecek
olursanız, sizin için pek büyük ders ve ibretler vardır, zira, biz sizi, o
hayvanların karınlarından çıkan sütlerle sularız, o süt, hayvanın kanı ile
gübreleri arasından çıktığı halde kanın renginden, gübrelerin kokularından
asla etkilenmemiş, gayet berrak ve beyaz, saf ve halis, içen kimselere hazmı
çok kolay, boğazdan geçmesinde asla güçlük olmayan bir nimettir)
buyurmuştur. Bu rızık, anılmaya değer olan bir sanat, bir ilahi mucizenin
İlâhî eseri değil midir? Memeli hayvanların ve bilhassa dişi insanların
bünyelerindeki süt imal eden hücre ve teşekküllerin mükemmeliyeti, birer
eşsiz sanat ve eşsiz yaratılış örneğidir. Sütü oluşturan ve yavruların hazım
cihazlarına uygun ve kolay gelen gıda maddelerinin kanda toplanması ve
kandan süzülüp özel cihazında birikmesi ve nihayet yavruyu beslemesi, hep
ibret ve basiretle düşünmeye değer hakikatlerdendir. Sütün, yavrulara, soğuk
mevsimlerde ılık, sıcak mevsimlerde ise serin ve soğuk gelmesi ayrıca derin
derin düşünmeye layık hikmetlerdendir. Elbette, bu özen ve bu birbirini
takip eden harikalar, soyut bir tabiat işi olamaz. Bunlar ilim, irade,
kudret ve azamet-büyüklük celâl sahibinin varlığına ve büyüklüğünün
kudretini gösteren - kâinat çapında - büyük mucizelerdendir.
Süt, öyle bir nimettir ki Cenabı Hak, müminlere cennette de ekşimemiş, su
katılmamış, kesilmemiş, özetle hiç bozulmamış halis süt ihsan edeceğini,
kur'an-ı keriminde vaat buyurmaktadır.
Süt, aslında bir gıda olduğu gibi, bu mübarek nimetten «sağlamlara ve
hastalara» yarayacak yoğurt, kaymak, tere yağ, peynir., gibi birçok gıda
maddeleri çıkarılmakta ve evlerimizde, ondan, sütlü yemekler de
yapılmaktadır. Doktorlar, ilk taksitte, hastalarına yalnız süt ve yoğurt
tavsiye etmektedirler. Yukarıda geçtiği gibi, Resülüllah efendimiz de sütü
çok severlerdi, bazen hiç su katmadan içerlerdi, bazen da - yeni
sağıldığından veya havanın sıcak oluşundan - süte soğuk su katarak ve
ılıklaştırarak içerlerdi.
Rabbim, cümlemize, dünya ve ahirette halis süt içmek nasip ve müyesser-kolay
buyursun, âmin.!
38.

ENNAHLU VEŞŞECERU BEREKETUN ALA EHLİHİ VE ALA AKİBİHİM, BA'DEHUM İZ
KANULLAHE ŞAKİRİN.
Taberani Fil Kebir,
Camiussağir c6 s298
- "
Hurma ve sair meyveli ve
meyvesiz ağaçlar, sahibleri, yani, o ağacı ilk dikenleri ve ondan sonra
gelen çocuk ve torun varisleri için, Allaha şükür ettikleri müddetçe,
bereket, hayır ve menfaat getirir "
Açıklama: Ağaç, Cenabı Hakkın en büyük nimet ve
ihsanlarından biridir. Ağacın
meyvesinden, gölgesinden, yapraklarından, dallarından, tahtasından,
odunundan,
kömüründen, çıkardığı atıklardan istifade edildiği gibi çiftçilik ve sıhhat
baımından da
pek çok faydaları vardır. Ağacın bulunduğu yerin havası daima değişir,
yağmuru
çeker bereket getirir. Buğday kadar mühimdir. Azıktır, rızıktır, yolu ile
kesildiği
takdirde kereste olur, odun olur, kömür olur, ağaçlı yerlerin halkı bağlarda
ve
bahçelerde öten bülbüller gibi kendileri hep bülbül gibi neşelidirler,
zengindirler.
Bunun aksine olarak, ağaçsızlık öyle bir belâ ve musibettir ki, kuraklık,
yağmursuzluk,
havasızlık, bereketsizlik, fakirlik, hastalık, ölüm, hep birbirini takip
eder. Ağaçsız
olan yerler ölü demektir. Orada sinekler, akrepler, yılanlar, leylekler yuva
yaparlar.
Elhasıl bağ ve bahçe olmayan yerlerin ahalisi perişandır vesselam.
İslam dini, ağaca çok kıymet vermiş, ağacı sadakai cariyeden-daimi sadaka
saymıştır. Kur'ani kerimde,
hadisi şeriflerde ağaçtan pek çok bahsedilmektedir. Ancak ağaç yetiştirmek
ne kadar
büyük bir başarı ise dikilen ağaçları güzel bir şekilde muhafaza etmek, daha
büyük bir
marifettir, ağaca verilen emek hiç boşa gitmez. Hattâ, Peygamber efendimiz
savaşlarda,
orduya emir verirken (gireceğimiz düşman memleketlerindeki ağaçları,
lüzumsuz yere
kesmeyiniz) diye emir buyurdu.
• «Çok ibretli tarihî bir diyalog» •
Abbasî halifelerinden Harunur Reşid, Bağdattâ, bir gün tebdili kıyafet
olarak,
yanında yaveri ile beraber şehrin dışında gezerken, bir
hurma bahçesinin içinde, ihtiyar bir arabın fidan diktiğini gördü. H. Reşid
bahçede
ihtiyarın yanma gitti ve «Baba kolay gelsin, bereket olsun, amma hurma ağacı
kırk senede
ancak yemiş verir, sen ise ihtiyarsın, şu halde diktiğin ağacın meyvesini
yemek ihtimalin
yok, bu ihtiyarlık halinde neye boşuna uğraşıyorsun?» deyince, ihtiyar
bahçıvan H.
Reşidin kim olduğunu tanımadığı ve bilmediği için dedi ki «Efendi, sen
nekadar
bilgisiz insansın, bak, bu ağaçların içinde taze ağaçlar vardır ki onları
ben diktim.
Kartları da bizden evvel gelip gidenler dikmiştir, Bunun üzerine eski
adamlar, yani, bu
ağaçlan dikenler, yemişlerini yemediler, amma biz yiyoruz, ben de bu
ağaçları,
yemişlerini yemek için değil, belki sonradan gelecek çocuklar ve
torunlarımız yesinler diye
dikiyorum, «diyerek, çukurdan toprak çıkarmaya başladı. H, Reşid, ihtiyarın
bu
cevabından hoşnut oldu, ve yaverine (bana bak, bu ihtiyar çok zekî ve hakîm
bir adam
imiş, buna on altın ihsan ettim, ver.) diye emretti. Fakır olan ihtiyara
yaver on altını
verince, ihtiyar bahçıvan sevindi ve altınları eline aldıktan sonra, yüzünü
göğe
kaldırdı ve «yâ rab, senin ne büyük Allah olduğunu ve nelere kadir
bulunduğunu bu
efendi bilmiyor, demin bana neler söyledi, halbuki, bugün diktiğim ağacın
hemen on tane
yemişini bana yedirdin, sana çok şükürler ederim Allahım!» dedi ve altınları
cebine
indirdi. İhtiyarın bu sözleri de H. Reşidin daha çok hoşuna gitti ve (Yaver,
bu
ihtiyara on altın daha ihsan ettim, ver) diye emretti. Yaver, «baba, bu
efendi senin
sözlerinden pek hoşlandı, sana on altın daha ihsan buyurdu» deyince, ihtiyar
arap
altınları eline aldı ve başını yine göğe kaldırdı ve «yâ Rab, bu zât senin
ne kadar
kadiri mutlak olduğunu galiba hiç bilmiyor, bana - diktiğin ağacın yemişini
yemek mi
ümit ediyorsun - demiş idi, halbuki Sen bana bugün diktiğim ağacın bir
günde iki defa yemişini yedirdin, sen ne büyük Allahsın!» diye dua etti. H.
Reşid
yaverine döndü: (Yaverim, bu zât çok zeki ve hakîm bir adam olduğu
anlaşıldı, kalk
gidelim, zira bu adam bizi burada soyacaktır.) dedi ve kalkıp gittiler.
Hepimiz
biliyoruz ki hurma ağacı çok sağlam, bereketli ve kıymetli bir ağaçtır,
bulunduğu
yerlerde halk bu ağacın her şeyinden istifade ederler. Diğer yemişli ve
yemişsiz
ağaçların da, kendilerine mahsus çeşitli hikmet ve faydaları olduğundan, bu
büyük
nimetlere karşı, daima, Cenabı Hakka şükür edilecek olursa, elbette ki feyiz
ve bereket
fazlalaşır. (Lein şekertüm, le ezidenneküm-Eğer şükrederseniz elbette size
(nimetleri) artırırım)
Sadakallahul -azîm - Yüce olan Allah doğru söylemiştir.
39.

EUMMETİ, UMMETUN MUBARAKETUN, LA YUDRA EVVELUHA HAYRUN EV AHİRUHA.
İbni Asakir-mürselen, Camiussağir c2 s184
- "
Benim ümmetim, mübarek bir
ümmettir, bilinmez ki hayrü bereket onların evvelinde-başında- midir, yoksa,
âhirinde-sonunda- midir "
Açıklama: Gerçekte bizler - yani, çağrıya
karşılık veren ümmet -Peygamber sav efendimize had ve liyakat olmaksızın
ümmet olduğumuzdan dolayı, Yüce Allah'a hamd ve şükürler ederiz ve
bununla da iftihar ederiz, ancak, Peygamber efendimiz bize peygamberliğini
yaptı, Hakkın emanetlerini yerine getirdi, ama, bizler, Alemlerin övüncü
olan efendimize hakkıyla ümmetlik vazifemizi yapamıyoruz. Yüksek
Sünnetlerini bilemiyoruz, bildiklerimizi yapamıyoruz, Muhammedi yolda sebat
ve devam edemiyoruz. Yüce Allah ve habibi Kibriyası-(Allahın en büyük
sevgili kulu), bizleri af buyursunlar. Bu hadisi şerifte gayet mühim incelik
vardır. Meselâ, bu ümmetin evveline bakacak olursak, Saadet asrında ashabı
kiram efendimizde, hatta tabiin (onları takip edenler) ve tebei tabiîn
(tabiinin arkasından gelenler) hazretlerinin de ne büyük hayır ve
bereketleri vardır. Sen onları bırak, sonra gelen Fukaha-Hukuk alimleri,
müctehidîn (Büyük islam alimleri), müfessirin(Tefsir alimleri) ve muhaddisin
(Hadis alimleri)ve ülemayi müteahhirîn (Son dönem alimleri) efendilerimizde
de sonrakilere oranla çok büyük fazilet ve üstünlükler vardır. Hele ashabı
kiram efendilerimiz çok hayırlı insanlar imişler, mübarekler, peygamber
efendimizi görmüşler iman ve tasdik etmişler.
Sohbetler edip beraberce ibadetler etmişler yemek yemişler, savaşlarda
bulunmuşlar, tâbîin de Sahabelerin yüzlerini görmüşler, onlardan kuran-ı
kerimi ve peygamber efendimizin hadisi şeriflerini bize nakletmişler.. Tebai
tabiîn de böyledir. Bu kibar ve faziletli insanların hak ve hakikate
yaptıkları hizmet ve iyilikleri, küffar ve münafıklarla yaptıkları cihat ve
gazaları ilim ve amel meydanlarında garazsız-niyetsiz-, ivazsız-karşılık
beklemeden-, gösterdikleri o başarıları tarihlerde okudukça hayretler içinde
kalıyoruz. Artık hayır ve bereket onlarda olduğuna insanın hükmedeceği
geliyor. Bununla beraber, ümmeti Muhammedin sonu da çok kıymetlidir.
Çünkü, son zamanlarda din ve imanın zayıf olacağını, islam dininin sahipsiz
kalacağını, Kuran-ı kerimin terk edilmiş ve bırakılmış olacağını, ümmeti
Muhammed perişan olup ağlayacağını yine bize peygamberimiz haber vermiştir.
İşte öyle bir zamanda, Allaha ve Peygambere sadık kalıp din ve imanına sahip
olanlar, bidat ve batıl ile mücadele edenler «yani, o zamanda mümin,
müslüman ve dindar olmak» en fena bir suç işlemiş gibi, âdeta avucunda ateş
kor tutmak - kadar güç olacak. Nihayet «İsa» as-selam ona-'a yardım etmek ve
Deccallarla savaşıldığı bir zamanda, hak dinde sebat edebilmek kadar hayır
ve bereket olur mu? Peygamber efendimizin buyurduğu hayır ve faziletin
bunlarda olacağına, insanın, hükmedeceği geliyor. Lâkin, Ramazanı şerifte,
kadir gecesinin hangi gece olduğu bilenemediği gibi, hayır ve fazilet,
rahmet ve bereketin de bu ümmetin evvelinde mi, yoksa ahirinde mi olduğu
görüş ve delil çıkarma ile bilinemez, bu, bir sırrı Samadani'dir(Hiç bir
şeye ihtiyacı olmayan Allah). Bu hakikat, ancak yarın, ahirette sırların
meydana çıktığı gün belli olacaktır. Bizler, ancak vazifelerimizi bu
hayatta, mümkün mertebe, yapmakla mükellefiz.
Gerek selefi sâlihîn (Geçmiş Salih kişiler), gerekse ülemayi müteahhirin'in
(Son dönem alimleri) bizlere gösterdikleri ehli sünnet vel cemaat yolunda «imanen-inanarak-,
amelen-yaparak- ve ahlaken» yürümekten ibarettir. Diğer bir hadisi şerifte
de Peygamber efendimiz, ümmetini yağmura benzeterek (Benim
ümmetim yağmur gibidir, yağan yağmurun hepsinde feyiz ve bereket olduğunda
şüphe yok ise de, en fazla hayır ve menfaat, feyiz ve bereket, yağan
yağmurun evvelinde midir, yoksa sonunda mıdır, bilinmediği gibi ümmetimin de
hayır ve fazilet evvelinde midir ahirinde midir, belli değil.) diye
buyurmuşlardır. Önce gelenlerin örneği, Sonra gelenlerin akranı bulunur mu?
Evvelkilerde tesis-kurma- ve temhit-yayma- sonrakilerde tecrid-soyutlama- ve
telhis-kısaltma- olduğundan, bu büyüklerimizin hepsi, ömürlerini, hiçbir
geçici emel beslemeden hak ve hakikatin ortaya çıkarılmasına sarf, mal ve
mülklerini de takdir ve desteklemeye feda eyledikleri için, hepsinin
gayretleri şükrana layık, hataları affedilmiş, sevapları da bol bol
verilmiştir. Hemen Yüce Allah bizleri onların yolundan ayırmasın, âmin.
40.

KANA ZA RUFİAT MAİDETUHU KALE: ELHAMDULİLLAHİ HAMDEN KESİRAN, TAYYİBEN
MUBAREKEN FİHİ. ELHAMDU LİLLAHİLLEZİ KEFANA VE ERVANA ĞAYRA MEKFİYYİN VE LA
MEKFURİN VE LA MUVEDDEİN VELA MÜSTAĞNEN ANHU RABBENA.
Buhari, Ebu davud,
Tirmizi, İbni mace, Müsnedi Ahmed, Camiussağir c5 s136
- "
Resülüllah efendimizin önünden
sofrası kaldırıldığı - bir rivayette kendisi kaldırdığı - vakit bu dua ile
dua ederdi: Allahım,
hamd senindir,
riya'dan salim-temiz
ve - kendisinde; feyiz ve bereket olan hamd ile sana çok hamd ederiz. Bize
yeter derecede
nimet
veren ve bize eziyet veren şeyleri defeden ve bizi suya kandıran, Yüce
Allaha hamd ederiz, Rabbimiz -
divanından
- reddedilmeyen, yani kabul buyurulan, fazl ve nimeti inkâr edilmeyen ve
terk olunmayan, yani taraf olunan ve kendisine ihtiyaç duyulan hamd ile sana
«Sondan sonra bir kere daha»
hamdederiz "
Açıklama: İslâm dininde Cenabı Hakkın nimetlerine
karşı, daima hamd ve şükür ile dua etmek vacibtir-bir gerekliliktir-.
Peygamber efendimiz, her zaman ve her halde Yüce Allaha hamd ve şükür ile
dua etmekle beraber, özellikle sofrada yemek yenildikten sonra dahi dua
buyururlardı.
Nimetlere şükretmenin aslı üçtür:
1 — Nimeti, sahibinden bilmek,
2 — Nimetin sahibinin nimet vermesi ve ihsanı ile ferahlanmak,
3 — Nimet verenin rızasına uygun harekette bulunmaktır.
Şükür, nimetin bağıdır. Nimet şükür ile daim, küfran-nankörlük- ile yok
olur.
Diğer bir hadisi şerifte de (Yüce Allah, muhakkak öyle
bir kulundan razı olur ki, o kul Yüce rabbinin nimetlerini helalinden yer,
içer, sonra da o nimetler üzerinde Allaha şükr ile dua eder)
buyurmuştur. Yukarki duaya, peygamber efendimiz şu duayı da ilâve
buyurduğunu Tirmizi merhum, Şemailinde kayıt edip ,rivayet etmiştir.

Elhamdü
lillahillezi etamena vesakana ve cealena minel müslimin-
Bizi yediren içiren ve müslüman yapan Allaha Hamd olsun.)
bazı kere de:

Elhamdü lillahillezi etameni hazettame ve
razakanihi min ğayri havlin minni vela kuvvetin.
(Benden bir çaba ve gayret gelmeden verdiği rızıkla beni yediren Allaha Hamd
olsun.)

|