40 gün 40 gece KAFKASLAR
-4-
Azerbaycan’ın umudu petrol
Azerbaycan, 7 milyonluk nüfusuyla, Kafkas hattının en kalabalık ülkesi. Hazar ve
Bakü petrolleri sebebiyle, dünya devlerinin gündeminden düşmeyen bu ülkenin, yakın
geçmişteki en önemli problemi iktidar kavgasıydı. Suret Hüseyinov’un
başlattığı ayaklanma sonunda iktidardan uzaklaştırılan Ebulfeyz Elçibey’in
ardından yönetime gelen Haydar Aliyev, ülkenin tek hakimi. Hatta Aliyev’in, daha
koltuğa oturduğu ilk günlerde, belli başlı mafya gruplarını tez elden ortadan
kaldırmayı başardığı da söyleniyor. Fakat son altı yılda Azerbaycan o hale
gelmişti ki, bir daha bu ülkeye, karayolu ile gidilip gidilmeyeceğine doğrusu karar
veremedik. Gazeteci olmamıza ve resmi kanallardan referansımıza rağmen, Azerbaycan
gümrüklerinde ve ülke içindeki seyahat sırasında yapılanlar, kardeşlikle
bağdaşır şeyler değildi.
“Hacı Bektaş-ı Veli Ekspedisyonu” çekimleri için Orta Asya’ya yaptıkları gezi
sonrasında, Türkiye’ye dönüş yapan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan
Yardımcısı Doç. Dr. Peyami Çelikcan başkanlığındaki altı kişilik ekip ile
Azerbaycan-Gürcistan gümrük kapısında karşılaşmıştık. Onlar bizim ne demek
istediğimizi çok iyi anlayacaklardır. Çünkü daha beterini onlar yaşamıştı. Tabii
bir de TIR şoförleri.
Azerbaycan’da konakladığımız ilk şehir Gence oldu. 1993’te başlattığı
kalkışma ile Ebulfeyz Elçibey’i iktidardan uzaklaştırıp, yerine Haydar Aliyev’in
oturmasını sağlayan Suret Hüseyinov’un harekat merkezi olan Gence, tam bir sefalete
gömülmüş gibiydi. Doğalgazın kesik olduğu, içme suyunun para ile satıldığı
şehirde, sokaklar bakımsız kalmış. Şehrin en kalabalık yerleri, Hanbağı Parkı ve
İcra Hakimliği denilen valilik binasının önündeki geniş meydandı. İşsizliğin
ulaştığı seviyeyi anlamak için buralara bakmak yeterliydi.
Gence’de çalışan, Türkiye’den gitme Türkler de var. Un fabrikası, ekmek
fırını, pastane ve bilardo salonu işletiyorlar. Ancak son iki yıldır işlerin çok
bozuk olduğunu söylediler. Nedeni de Suret Hüseyinov imiş. Yani bir anlamda Gence
cezalandırılıyormuş. Her şeye rağmen, Gence’deki en “yahşi” yatırımları
Haydar Aliyev’in oğlu ve Petrol Bakanı İlham Aliyev’in sahibi olduğu “Az
Petrol” yapmıştı. İmaj rengi olarak yeşil ve beyazı seçen Az Petrol
istasyonları, Türkiye’deki emsallerini aratmayacak kadar güzeldi.
“GIMMATLI ABİYEK” ÇEKMEK YASAK
Azerbaycan’da yaşadığımız en komik olay, kuzeydeki Mingeçayır Barajı’nda resim
çekerken oldu. İki üniteden oluşan Mingeçayır Hidroelektrik Santralı, Kura
Nehri’nden yeteri kadar su gelmemesi yüzünden, kapasitesinin altında enerji
üretiyordu. Bu barajın fotoğraflarını çekerken, polislerin engellemesiyle
karşılaştık. Fotoğraf çekmemizin yasak olduğunu söylediler. Nedenini sorduğumuzda
“Azerbaycan’ın en gımmatlı abiyeki” cevabını verdiler. Olabilirdi.
Türkiye’de de böyle yapılar çoktu. Ancak onların asıl endişesi, bizim
çektiğimiz fotoğrafların Ermeniler’in eline geçmesiymiş. Eğer Ermeniler bu
fotoğrafları ele geçirirse, gelip bombalayabilirlermiş. Malum, Ermenistan ile savaş
hali söz konusu idi.
Zaten Azerbaycan devlet yöneticileri de halkın sıkıntılarına ilişkin
şikayetlerine, hep aynı cevabı veriyorlarmış: “Ermenilerle savaş halinde
olduğumuz için memleket zor durumda. Hele şu Ermeni meselesini bir halledelim, ondan
sonra halk rahata erecek.” Fakat, görünen oydu ki, Ermenistan ile Dağlık
Karabağ’dan doğan ihtilaf kolay çözülecek gibi değil.
AMERİKALI NUMARASI
Bakü’de bulunduğumuz tarih, aynı zamanda Ebulfeyz Elçibey’in 61. doğum gününe
denk gelmişti. Çankaya Vakfı Başkanı Sayın Mahmut Toprakçıoğlu ile birlikte,
İtibar Memedov ve İsa Kamberov’un da katıldığı Elçibey’in doğum günü
yemeğine gitmeden önce, İsmail Durmuş adlı bir Türk tarafından işletilen Bursa
Restoran’a girdik. Durmuş, yaklaşık 5 yıldır Bakü’de. Daha önce bazı
firmaların genel müdürlüğünü yapmış. Şimdi de kendi restoranını işletiyor.
Çok sayıda üst düzey tanıdığı olmasına karşılık, mütevazı yaşamayı tercih
eden biriydi. Trafikte polisler o kadar çok bunaltmışlar ki, kaşif gibi bulduğu
yöntemle üç aydan beri polislerin ablukasından kurtulmuş.
Kendisine bir Ray Ban gözlük, bir kovboy şapkası, bir de kovboy yeleği almış.
Polislerin, ehliyet manasına “Prova?”; ruhsat manasına da “Senet?” şeklindeki
sorularına, “What prova?”, “What senet?” karşılığı vererek, Amerikalı
numarasına yatıyormuş. Polisler de, “Bırakalım bunu, bu gavur” demişler.
Durmuş, bu kıyafetler sayesinde, polislerin 3 aydır kendisine ilişmediğini anlattı.
Azeriler 2000 yılından çok ümitli. Çünkü, 2000 yılında petrol konsorsiyumuna
dahil yabancı yatırımcıların, ülkeye tam 16 milyar dolar sıcak para getirerek,
petrol başta olmak üzere çeşitli alanlarda büyük yatırımlar yapması bekleniyor.
Bürokrasinin bütün olmazlarına rağmen, pek çok yabancı yatırımcı, bir ucundan
Azerbaycan’a giriyordu. Hatta bu yüzden, neredeyse Azerbaycan nüfusunun yarısı
Bakü’ye toplanmış. Hazar Denizi’nin batısında yerleşik bulunan ve her tarafı
petrol kuyuları ile çevrili Bakü, yapısı ve iklimi itibarıyla, adeta İzmir’in bir
kopyası.
NAHCİVAN’IN SINIR TİCARETİ
Bu yıl kuruluşunun 75. yılını kutlayan Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyet
olan Nahcivan, 1995 yılında gittiğimizde Sovyet idaresinden kopmanın sarhoşluğunu
yaşıyordu. Hasret Köprüsü’nden geçerek girdiğimiz Nahcivan sınır kapısı,
Habur gibi tam bir mazot ve benzin ticaret merkezi olmuştu.
Bir zamanlar üzüm bağlarıyla meşhur olan Nahcivan’da, bugün o bağlardan tek bir
eser bırakılmazken; bütün umutlar, her yanı dökülen kamyon ve otobüslerle
Iğdır’a taşınan mazot ve benzine bağlanmıştı. Ama bu ticaretin nasıl olduğuna
aklımız ermedi. Çünkü, Nahcivan’da petrol üretilmiyor. İran üzerinden
Nahcivan’a kamyonlarla getirilen petrol, buradan tekrar Türkiye’ye çıkartılarak
bir nevi sınır ticareti yapılıyordu.
Nahcivan’dan Türkiye’ye ayın 15 gününde tanker kamyonların, kalan 15 günde de
diğer kasalı kamyon ve otobüslerin benzin ve mazot taşımasına izin veriliyor.
Araçlara taşıma kotası konulduğu için, fazla mazot götürenlere 140 dolar ceza
kesiliyor. Bakü ve İran’dan getirilerek Türkiye’ye satılan mazotun,
Nahcivan’daki litre fiyatı 80 bin liraydı.
12. yüzyıldan kalma Mü’mine Hatun Türbesi ile Karabağlar kasasabındaki, yine 12.
yüzyıldan kalma Karabağlar Mescidi ve Türbesi, bizim Nahcivan’a gidişimizin asıl
nedeni idi. Nahcivan’da sadece 36 saat kaldık. Alican sınır kapısından çıkarken
aracımıza yanaşan biri, doktor olduğunu söyleyerek, ‘Sağlamlık Raporu’
vereceği bahanesiyle, 50 dolar istedi. Sağlık ya da sağlamlık raporu, birçok ülke
tarafından isteniyor; ama ülkeye giriş yaparken. Ülkeden ayrılan yabancıdan sağlık
raporu istendiğine ilk defa tanık oluyorduk. Olmayacak şeydi, ama karşımızdaki
“sınır bitirimi” bizi saf zannediyordu. Gereken cevabı verdik.
Mimarını astıran saray
Mingeçayır’dan sonraki durağımız, tarihi ve mimari doku bakımından
Azerbaycan’ın en güzel kenti Şeki. Kafkas dağlarının eteklerinde, vadilere damar
gibi uzanmış yerleşimi olan Şeki, harikulade bir güzelliğe sahipti.
Mingeçayır’daki en estetik yapı, 18. Yüzyılda Cevat Han tarafından, tek bir çivi
dahi kullanılmadan, tamamen ahşap oymadan yaptırılmış saray idi. Bu enfes yapının
hikayesi ilginç:
Cevat Han, sarayın mimarına “Söyle bana, bundan daha güzelini yapabilir misin?”
der. Mimar’ın cevabı, “Efendim, siz emredin, bunun on kat daha güzelini
yapayım.” olur. Bu cevap üzerine Cevat Han, “Madem daha güzelini yapabilirdin,
öyleyse neden yapmadın?” diyerek, mimarı, güzelim sarayın önündeki çınar
ağacına astırır
|
|
|
|