* Fikir işçisi olarak doğdu ve öldü ( Cemil MERİÇ ) |
A.Vakit - 13 Haziran 2002 |
Fikir işçisi olarak doğdu ve öldü Cemil Meriç, düşünce dünyamıza kattığı eserler ve ufukla ölümünün üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen hâlâ aranılan, ancak kitaplarını okuyanların hiçbir zaman yanından ayrılmadığı bir mütefekkir. 13 Haziran 1987’de hayata görmeyen gözlerini yuman Cemil Meriç, bugüne kadar hep düşünceleri ile tartışıldı ve anıldı. Büyük bir mütefekkir olan Cemil Meriç’in bir de farklı yönü vardı ki; o da gözlerini kaybettiğinde isyan eden, intihar etmeyi bile düşünen, görmediği gözlerle Lamia Hanım’a aşık olan, kızının evlenmesini kıskanan bir Cemil Meriç... Başka bir deyişle insan Cemil Meriç... ‘İnsan Cemil Meriç”in kızı Ümit Meriç’le konuştuk. “Babam en yakın arkadaşımdı” diyen Ümit Meriç, 34 yıl fiili olarak asistanlık yaptığı babasının annesinin ölümünü kaldıramadığını ve felç olduğunu söyledi. Ümit Meriç babasının gözlerini kaybettiğinde Yaradan’a kadar varan bir isyana sürüklendiğini, ancak felç olduktan sonra ise tam manasıyla bir teslimiyet iklimine girdiğini söylüyor. Cemil Meriç’i farklı bir gözle görmek ve insan olarak anlamak isteyenler için işte Ümit Hanım’ın anlattıkları: • Ümit Hanım, Cemil Meriç bugüne kadar hep tefekkür dünyasıyla gündeme geldi. Fakat Cemil Meriç’in bir de insan olma yönü var. Ona en yakın kişi olarak “İnsan Cemil Meriç”i anlatabilir misiniz? - Ölümünün üzerinden 15 yıl geçti, dolayısıyla babam da benim için tarihte kalmış bir çehre. Böyle olmasının hem babamı daha objektif olarak değerlendirmemde faydası var, hem de subjektifitem artıyor. Bu ikisinin arasındaki dengeyi nasıl sağlayacağımı bilemiyorum. Aslında kızı olarak, aile babası olarak, bir de insan olarak bakmak var. • İsterseniz üç ayrı açıdan değerlendirelim. - İlk önce insan olarak değerlendirmemiz gerekirse merhametli bir insandı. Her türlü düşünceye kabul etmese de saygılı bir insandı. Mesela parasızlıktan şikâyetçi olan öğrencisi olduğu zaman kendi parası çok olmadığı halde anlamlı bir parayı hemen verir ve artık o parayı unuturdu. Böyle merhametli ve insanların eksikliklerini giderme yolunda gayretli bir insan olma tarafı vardı. Kendisinden farklı düşünenlere saygılı olması konusundaki örnek ise; malûm, öğrenciler arasında çatışmalar yaşanırdı, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde farklı düşünceye sahip iki öğrencisi vardı; solcu Server Tanilli ve Konya MHP İl Gençlik Başkanı Tevfik Fikret Kılıçkaya. Tanilli ile Kılıçkaya iki farklı kutup. Server Tanilli’nin felç olmasına yol açan vurulmaya giden tartışmanın ilki bizim evde yaşanmışdı. Tanilli ve Kılıçkaya’nın babamın önünde çok yoğun bir münakaşaları oldu. Babam ikisini “Büyük bir imparatorluğun devamıyız, bu imparatorluk şu andaki kimliğimizin içine sığmayan farklı kimliklere sahipti, bu yüzden de siz birbirinizle barışamıyorsunuz, ancak ikiniz de aynı kültürün insanlarısınız’ temalı uzun bir konuşma yaparak barıştırmaya çalıştı. O gün babamın ne kadar yorulduğunu, yüzünün kızardığını, boynunun damarlarının dahi kabardığını hatırlıyorum. Sonuçta iki tarafı barıştıramadı ve babamın en hüsranlı günlerinden birisi olmuştu. Ülkesinin iki insanını ülke menfaatleri konusundaki farklı görüşlerini bağdaştıramamaktan hissettiği aczin babamda ne kadar büyük bir ye’se yol açtığını görmüştüm. Böyle bir kucaklayıcı şahsiyetti. • Peki ya baba olarak Cemil Meriç nasıldı? - Babam benim en yakın arkadaşımdı, kendisiyle aşklarım dışında paylaşmadığım hiçbir sırrım olmamıştır. Her türlü sıkıntılı halimi, her türlü ruhi halimi ve sevincimi daima paylaşmıştır. Özellikle bu arkadaşlığı ve dertleşmeyi de akşamları her gün iki saat yaptığımız yürüyüşlerde gerçekleştirirdik. Gündüzleri kütüphanede çalışırken, kitap okur ve yazardık, burada konuşma imkanımız olmazdı. Dostluk faslı akşam yürüyüşlerinde olurdu, o bana dertlerini anlıtırdı, ben de ona. Belki de babam kadar yakın arkadaşım hayatımda hiç olmadı. • Eş olarak nasıldı? - Anneme karşı büyük bir saygısı vardı, annem de bu saygıya bi hakkın layıktı. • Annenizden başka bir de Lamia Hanım yok muydu? - Jurnal 2’de yer alan ikinci kadın Lamia Hanım babamın hayatına şöyle girdi. Babam 1957 yılında gözlerini kaybettikten sonra hep gözlerinin açılacağı ümüdiyle yaşadı. 1965 yılında talebesi olan Fuat Andıç, ‘Hoca, param olsa gözlerim açılacak diyorsunuz, gel doktora gidelim eğer mümkünse masraflarını ben ödeyeceğim’ dedi. Taksim’de bir göz doktoruna götürdük, doktor baktıktan sonra, ‘Cemil bey gözlerinizin açılması tıbbın şu anki imkanlarına göre mümkün değil, siz kör olmaya mahkûmsunuz’ dedi. Bu halet-i ruhiye içinde eve gelince annem ‘Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git naparsan yap, yeterki yaşa’ dedi. Bunun üzerine halamlara ziyaret etmek için trenle Hatay’a gittik. Antakya’ya indik, Antakya’da Ata Otelinde kaldık ve otelin lokantasında Lamia Hanım’la tanıştık. Jurnal’de yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gidiyor. Lamia Hanım o günden sonra babamın hayatından çıkmadı. Annem öldükten sonra babama Lamia Hanım’la evlenin dedim, evlenme teklif etti. Ancak babam, hayattayken hiçbir şekilde annemden ayrılmayı düşünmemişti. Lamia Hanım da ‘ben seninle evlenirim ancak eşinden kalan mirası reddetmen lazım, çünkü çevre seninle bunun için evlendiğimi zannedebilir’ dedi. Babam da redd-i mirası kabul etmeyince evlilik olmadı. Zaten kısa süre sonra da felç oldu. Aslında babam annemin ölümünü kaldıramadı. Lamia Hanım’a çok büyük saygısı ve sevgisi olmasına rağmen annemin ölümünden sonra bir daha gülmedi. Annem, ikimizin de yaşantısını ve babamın çalışmalarını en mükemmel seviyeye çıkarmak için hayatını tamamıyle evine adamış olan bir kadındı. Annemin babamın dışında hiçbir hayatı yoktu. Cemil Meriç, çalışıp kitapları çıkması için kendi hayatını vakfetmişti. Kısacası babam kadın açısından da çok şanslı insandı. • Anneniz hayattayken de Lamia Hanım’la duygusal bir ilişki vardı herhalde? - Gayet tabi var. Babam zaten mizaç itibariyle çok coşkun bir insandı, kadınlara zaafı olan bir insandı. Aslında bu sadece kadınlara yönelik bir duygu seli değildi. Görmediği insana aşık olabilecek kadar insan sevgisi taşıyordu. Ancak bu durumu kadın düşkünlüğü olarak değerlendirmemek gerekir. • Gözlerini kaybettiğinde nasıl bir halet-i ruhiyeye kapıldı? İNTİHAR ETMEYİ BİLE DÜŞÜNDÜ - Babam ilk kör olduğu sırada isyan eder, ağlar, asabi ve geceleri uyuyamazdı. Ruhen yıkıntı içinde olduğu bir dönemden geçti, intihar etmeyi bile düşünüyordu. Babamın bu karamsarlığı sırasında annemin çok telkinleri olmuştu. Başörtmek köylülükle eşdeğerdi... • Bütün coşkuların dorukta olduğu gençlik döneminde 8 saat okumaktan sıkılmıyor muydunuz? - Mümkün mü sıkılmamak? Normal bir yaşıtımın hayatından çok farklı bir yaşantımın olması ruhumda çok büyük sıkıntılara yol açtı. Namaza başladıktan sonra bu sıkıntılar tamamıyle berhava oldu, ancak asistan olduğum dönemde çok sıkılırdım. Çünkü babamla konumuz ortak olsa da kendi derslerim vardı. Mesela babam Machiavelli üzerine çalışmak istiyorsa ben Weber üzerine çalışmak istiyordum. Düşünün gün bir tane, saatlerimi babama ayırdığım zaman kendi derslerimi ihmal ediyordum, burada bir çatışma yaşanıyordu. Ancak babamın çalışmasını kendi çalışmamın üzerinde tuttum ve kendimi silmeyi tercih ettim. • Babanız bu durumun farkında mıydı? - Farkındaydı ama farkında olması bir şeyi değiştirmezdi. Hayatı tanzim eden oydu. • Belki özel bir soru ama, geç evlenmenizde babanıza bu derece yardımcı olmanız mı etkili oldu? - Evlenmemi istemiyordu, ben de düşünmedim zaten. Bir iki evlilik ihtimalindeki tavrını gördükten sonra, bu şartlarda evlenirsem eşimi mutlu edemeyeceğimi düşündüm. Eşimin hayatını bütünüyle bizim eve adapte lazımdı, bunu da kimseden isteyemezdim. Dolayısıyla babamın kapısını kapatıp kaçar gibi bir evlilik yapmalıydım ki, bu da şahsiyetimle bağdaşmazdı. Ben ailesine çok saygısı olan bir insanım onların ‘hayır’ dediği bir şey beni mutlu edemez. • Abiniz nasıl evlendi? - Abim eğitim için Paris’e gitti ve evlendi. Biraz uzaklaşarak kendi hayatını kurmuş oldu. • Bütün yük sizde kaldı herhalde? - Yük dememek lazım, iyiki böyle olmuş, bugün iftiharla hediye ettiğim 12 tane eserin oluşmasına emek verdik ve Türkiye fikir hayatının belkemiğini oluşturan kitaplar bunlar. Hayatımın en büyük mutluluğu babamın kitaplarının çıkmasıydı. Kaldı ki o çalışma disiplini halen devam ediyor. • Başka yardımcıları var mıydı? - Vardı elbette, bir kere hayatı boyunca annem yardımcı olmuştu. Annem, biz okuldayken birinci yardımcısıydı. Bir yazı yazdığımızda onu anneme dinletirdik ve annem bir yerde onay mekanizması gibiydi. Babamın üniversitede hocalık yıllarından seçmiş olduğu çok değerli yardımcı arkadaşlar da vardı. Prof. Dr. Berke Vardar, Prof. Dr. Server Tanilli, Prof. Dr. Ali Özgüven, Prof. Bülent Tahiroğlu, Fuat Andıç aklıma gelen ilk isimler. Ağabeyim de Fransa’dan döndükten sonra 1975’den 1987’ye kadar 12 yıl yardımcısıydı. • Biraz entelektüel birikimi olanlar Cemil Meriç’in kızı olmaya ökyünür. Ancak sizin anlattıklarınızdan çok da öykünecek bir gençlik hayatı yaşamadınız gibi geldi bize? İFTİHAR EDİLECEK BİR HAYAT... - Ben hiçbir şekilde şikâyet etmiyorum, çünkü hepimizin bir kaderi var, kader bana böyle anormal bir rol yüklemiş, böyle bir şerefe layık görülmüşüm, bunun çok büyük bir sevap olduğunu da düşünüyorum. Allah’ın indinde sakat bir insana yardım etmek çok makbul bir şey. Üstelik bu insan benim babam ve bu mesaiyi ben yapmasaydım Türkiye bugün çok şey kaybederdi, kendime karşı da vicdanen sorumlu olurdum. Belki 5 tane çocuğum olurdu, mutlu bir evliliğim olurdu. Ama Türkiye bu kitaplardan mahrum kalırdı. Dolayısıyla olanın kötüsü olmaz, öykünülecek bir hayat mı bilmiyorum, fakat bana göre iftihar edilecek bir yaşam. • Siz 1977’de namaza başladığınızı söylediniz, ancak sizi uzaktan tanıyanlar bu değişimi göremiyordu, fakat birden başörtüsü örtmeye başladınız. Başörtüsünü yıllar sonra örtmenizin sebebi neydi? Okuldaki görevinizi sürdürmek için mi namaza başladıktan yıllar sonra başörtüsü takmaya başladınız? - Hayır, hiç alakası yok, ben zaten başımı örteceğimi hiç tahmin etmiyorum ve namaz kıldığımı hiçkimseden gizlemedim. Vakit namazlarında Yakupağa ve Beyazıt Camii’ne giderdim, ilan etmezdim ama saklamazdım da. • Başörtüsü takmayı neden hiç tahmin etmezdiniz? - Benim yakın çevremde başörtülü hiçkimse yok. Şehirli oldğum için arkadaşlarımın ve bütün akrabalarımın başı açıktı. 1950’lerin İstanbul’unda başörtülü kadın zaten yoktu. Evimize çamaşır yıkamaya gelen Halime Hanım teyze vardı ve bir tek onun başı örtülüydü. O dönemde başörtmek köylülükle eşdeğerdi. Aradan geçen uzun yıllar zarfında ben de başımı sadece namaz kılarken örterdim. Yine de özellikle Beyazıt Camii’nden çıkarken başımı açtığım anda bir hicap hissederdim, ama bu çok çabuk geçerdi. • Başörtüsü köylülükle eşdeğer görüldüğüne göre siz mi köylüleştiniz, yoksa başörtüsü mü şehirlileşti? - Şöyle söyleyeyim ben Müslüman oldum, Allah’ın bir emrini yerine getirdim. Ama ne ben köylüleştim, ne de başörtüsü şehirli oldu. Sadece aslıma rücu ettim. Zaten annem de düzenli olmasa da namaz kılardı. Hatta intihar etmeyi düşündüğü sırada annemin “Cemil intihar eder kurtulursun, ben ve çocuklar ne olacağız. Sen ye’se kapılma sana sekreterlik yaparım, kitaplarımız olur, dostlarınız gelir, kendine ve dostlarına faydan olur” demişti. Babam da gözlerim açılacak ümüdiyle bu karanlık günleri yendi. • Cemil Bey, gözlerinin görmüyor olmasına ne zaman alıştı, isyanı ne kadar sürdü? - Aslında felç olana kadar körlüğüne isyan etmiştir. Felç olunca isyanı tam bir teslimiyete döndü ve çok iyi huylu bir hasta oldu. Körlük zamanındaki asabiyeti tamamen geçti, bir yerde Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vermiş olduğu nimetlerin ne kadar çok olduğunu herhalde idrak etti. Gözüm yok, sol kolum ve bacağım yok, ama sağ kolum ve bacağım var, duyuyorum gibi bir halet-i ruhiyeye girdi. Organlarından birisi alınınca isyan etti, ikisi üçü alınınca şükretmesini öğrendi. • Ağmalığına isyanı Yaratıcı’ya karşı da oluyor muydu? - Olmazmı, elbette. Jurnal’de “Neyimi Kıskandın Benim” başlığıyla geçen bir yazı var biliyorsunuz. Burada Cenâb-ı Hakk’a doğrudan isyan ederek değil de eski Yunan’ın kader tanrıçasına isyan ederek ifade etti bunu. • Felç olduktan sonra isyan teslimiyete dönüştü dediniz, bu Rabb’e itaat anlamında mıydı? - Tabii ki. Ancak felç öncesinde de babamın alnı secdeye gelirdi. İsyan anları olsa da özellikle bendeki İslâmi dönüşümden sonra babamda da bir dönüş yaşandı. Aslında babam ilk başta bendeki İslâmi dönüşümü anlamadı, oruçlarımı kaza ederken, bir gün babam “Ne yapacaksın kızım evliya mı olacaksın?” dedi. Fakat namaza başlamamdan dolayı ruhumda meydana gelen sakinleşmeyi ve kendimle barışmayı çok olumlu değerlendirdi, bu durum babamı memnun etti. Bu memnuniyet babamın ilgisini uyandırmaya başladı. Bana “Namaz nasıl kılınıyor?” diye sordu, öğrendi ve beraber namaz kılmaya başladık. • Sizin dönüşünüz hangi yıllarda? - 1977 yılında Namaza başladım. • Bu durumda bilim insanı olarak alt yapınızın oluşmasında babanıza yaptığınız okumalar sizde büyük etki oluşturdu, babanızın İslâm’a yakınlaşmasında da siz etkili oldunuz. - Evet aynen dediğiniz gibi oldu. Karşılıklı ruhi ve fikri bir alışveriş yaşandı. Fakat bu noktaya gelmeme de kültürden irfana kitabını kaleme alan babam vesile olmuştur. Bizim etkileşimimiz kapalı devre çalışıyordu anlayacağınız. • Kitapları yazarken size nasıl yazdırırdı, ilham yoğunluğuyla mı yazardı? - İlham yoğunluğunun olduğu muhakkak. Ama bu ilham çok yoğun bir çalışmayla desteklenirdi, bu çalışma olmasa o ilhamın bir anlamı olmazdı, babam çok çalışkan bir insandı. Sabah 9’dan akşam 9’a kadar okusak yine doymazdı. Onun tek şikâyeti tek başına okumak ve çalışmaktan mahrum olmasındaydı. Birisini bulduğu andan itibaren derhal ona okutmaya başlardı, ya okuturdu, ya da yazdırırdı. • Gözlerindeki rahatsızlığından önce de bu şekilde çalışır mıydı? - 38 yaşında kör oldu. 4 Yaşında okumaya başlamış, rahatsızlığından önce de günde 12-14 saat arasında okurdu. • Babanızla okuduğunuz dönemde ne kadar süre ayırırdınız? - Günde en az sekiz saati bulurdu. Sabah 9’da başlardık, o dönemde 10.30 gibi “arkası yarın” programı vardı, onu dinler, kahvesini içerdi ve tekrar başlardık. Ondan sonra da sadece öğle yemeği arası verirdik. Ben ev işlerine hiç karışmaz, babamın asistanı olarak çalışırdım. • Okunacak eserlerin seçilmesini ve o günkü programı babanız mı belirlerdi? DERELER NEHİRLER AKITILIRDI - Kendisi şekillendirirdi. İçinde bulunduğumuz döneme göre okuyacağımız kitapları seçerdi. Kitap okurken örneğin Eflatun’la ilgili bir atıfta bulunulduysa onunla ilgili kütüphanemizde ne varsa indirilir ve okunurdu. Evdekiler yeterli görünmezse İktisat fakültesi kitaplığından kitap getirilmesi istenirdi. Mümkün olan bütün yollardan o günkü çalışmamıza faydalı olması için dereler nehirler akıtılırdı. Babam, 12 bin kitaptan oluşan kütüphanesindeki bütün kitapların yerini bilir ve şu rafın şu sırasındaki şu kitabı indir diye söylerdi. • Maddi olarak yaşantınız nasıldı? - Çok şükür yokluk çekmedik, hep mütevazi bir hayat yaşadık ve hep kira evlerinde oturduk. Fethi Paşa Korusu’ndaki bugün lokanta olarak kullanılan yerin giriş katı 14 yıl kiracı olarak kaldığımız evdir. • Cemil Meriç’in hedefleri neydi? - Siyasete girmeyi kesinlikle düşünmemiş ve siyasi bir hedefi katiyyen olmamıştır. Onun hedefi gerçekleşmiş olan hedeftir, o da eserler kaleme almak ve ülke irfanına hizmet eden mütevazi bir fikir işçisi olmaktı. Amacı buydu ve bu amacı da gerçekleştirdi. Kısacası babamın 4 yaşından itibaren okuduğunu düşünürsek fikir işçisi olarak doğdu, fikir işçisi olarak öldü. • Babanızın siyasi kimliği nasıldı? - Babamın siyasi kimliği annemin paralelindeydi. Annemin oy verdiği Milli Selamet Partisi’ne babam da oy verirdi. Hatta bir keresinde oy vermeye giderlerken yolda konuştular, babam “Fevziye oyunu nereye vereceksin?” dedi. Annem de “MSP’ye” dedi ve beraber oylarını MSP’ye verdiler. Annem Erenköy Kız Lisesi’nden mezun Kadıköy Caddebostan’da oturmuş, görünüş itibariyle de son derece Batılı bir hanımdı. Hatta takma adı Tango’ydu, fakat annemin gönlü İslâm’daydı. • Peki son olarak Cemil Meriç şu anda gerçek değerini bulabiliyor mu? - Bence evet. Türkiye Cemil Meriç’i anladı, kıymetini biliyor ve anlıyor. Zaten fiilen de Türkiye kültürden irfana doğru koşuyor, irfanın fethi için yoğun çalışıyor. |