|
"Vatan Bizim Içimizde
Yasar, Biz Onun Degil"
Soylu bir kimseyle sohbet ediyoruz. Bu zât Türkiyenin
büyük sultâni II. Abdülhamidin torunu Muhammed
Kubilay el-Bekrî Bey... Belki de o, üç kitada hüküm
sürmüs, etrafindaki insanlari ve dünyayi mesgûl etmis
aileden kalan son kisi.
Asil ve serefli bir aileden gelen Muhammed Kubilay Istanbulda bulundugu
bir sirada ailesinin yasadigi saraylardan birini görmek ister. Bu
saray bir zamanlar onlarin mülkiyetinde idi. Fakat hilafet düstükten,
Sultan Abdulhamid öldükten ve Türkiye, cumhuriyete dönüstükten
sonra saraylar devletin mülkiyeti haline getirilmisti. Dolayisiyla
Muhammed Kubilay Bey de ailesinin yasadigi yerleri herhangi bir turist
gibi bilet kestirmesi gerekiyordu. Gerçekten de bilet kestirdi,
dedelerinin sarayina girdi ve sarayin hususiyetlerini incelemeye basladi.
Bu tuhaf bir seydi. Daha da tuhafi sarayda sergilenen seyler arasinda annesine
âid bir elbise gördü. Elbisenin altinda söyle yaziyordu:
"Bu elbise Sultan II. Abdulhamidin torunu Adile Sultana
âiddir". O anda Muhammed Kubilay Beyin gözlerinden
sicak damlalar süzüldü ve geçmisteki seref ve asâletini
yâdetmeye koyuldu. Çünkü o -binbir gece masallarinda
bile- bir kimsenin dedelerinin sarayini ve annesinin elbisesini parayla
görecegine inanamamisti.
Muhammed Kubilay Beyin nesebi, annesi Adile Hanim Sultan vasitasiyla
Osmanli âilesine ulasiyor. Adile Sultan, Sultan II. Abdulhamidin
torunudur. Sultan II. Abdulhamid pekçok defa evlenmis, kiz ve erkek
onbes çocugu olmustur. Kizlarindan birisi Muhammed Kubilay el-Bekrî
Beyin anneannesi ve sözünü ettigimiz Adile Sultanin
annesi Naime Sultandir.
Baba tarafindan âilesi ise meshur "el-Bekrî" âilesindendir.
El-Bekri ailesinin soyu Hz. Ebû Bekire kadar uzanmaktadir.
Geçmis âile büyüklerinin hepsi tarîkat mesâyihindandir.
Kendilerinin Kâhirede Imâm Sâfîîde
isimlerini tasiyan camileri bulunmaktadir.
Muhammed Kubilay el-Bekrî Bey, Türk bir kizla evlenmis, ondan
iki kizi ve bir oglu olmus. Simdi Ferah ve Lilyan adinda iki de torunu
var. Onlar Sultan Abdulhamidin neslinin son demetini temsil ediyorlar.
Muhammed Kubilay el-Bekrî Beyi daha yakindan taniyabilmek için
soruyoruz:
-Osmanli devletinin yikilmasindan sonra Osmanli ailelerinin baslarina gelenleri
anlatir misiniz?
-Gerçeklestirilen devrimlerden sonra Osmanli âilelerinin Türkiyeye
girmesi imkânsiz hale geldi. Hatta uzaktan da olsa onlarla akraba
olanlar vatanlarina girmekten men edildiler. Iste bu dönemde annem
de Türkiyeden ayrildi, önce Fransaya ardindan da
Misira yerlesti. Bu arada Kral Faruk zamaninda kraliyet ailesiyle
iliskiler meydana geldi. Hatta bilfiil neseb ve hisimlik iliskileri kuruldu.
Annem Misirda el-Bekrî âilesinden olan babamla tanismis
ve evlenmisler. Aile ferdlerinin çogunun basina gelen, babam Ahmed
el-Bekrînin de basina geldi. Sultan Abdulhamidin ailesinden
olmasi sebebiyle Türkiyeye girmesi yasaklandi. Fakat daha sonra
bu yasak kalkti ve Türkiyeye girebildik.
Vatana girmenin yasaklanmasi Osmanli ailelerine vurulan darbenin en hafifiydi.
Sultan Abdulhamidin bütün mülklerine el konuldu. Çocuklarinin
herbiri agir sikinlarla karsilastilar. Sunu da belirtmeliyiz ki mallarina
el konan yalniz Sultan Abdulhamid degildi. Sultan Resâd, son padisah
Vahdeddin gibi diger padisahlarin çocuklarinin hepsinin de mallarina
el konulmusdu.
-Anneniz Hafide Sultan o tarihlerde nerede ikâmet ediyordu?
-Sultan Abdulhamid tahttan indirildikten sonra Istanbulun Asya yakasinda
Beylerbeyi sarayinda ikâmete mecbur edildi. Daha önce Yildiz
Sarayinda oturuyorlardi.
-Misir disindaki akrabalarinizla görüsüyor musunuz?
-Osmanli âilesi olarak iki yildir Istanbulda toplaniyoruz.
Bu toplantilarda daha önce hiç görmedigim kimseler karsilasip
tanisma firsati buldum. Üç sene önce Orhan isimli, annemin
amcasinin oglunun Bulgaristanda yasadigini ögrendim ve onun
yanina gittim. Göz yaslarinin tebessüme karistigi çok
samimi bir bulusma oldu. Birlikte Fransizca konusmaya basladik. Bir de
baktik ki ikimiz de Türkçeyi gayet güzel konusuyoruz.
Bulusma biraz da gurbette vatan hatiralarina döndü.
Muhammed Kubilay Bey mühendislik yapiyor ve Kahirede siradan
bir Misirli gibi yasiyor. Hayatindan da memnun. Kendisi için baska
bir vatan da tanimiyor. Misir onun dünyasi ve hayati. Türkiyeden
konustugumuz zamansa sesi titriyor, yüzü parliyor ve kelimelerinin
her biri su mânâyi teyid ediyor: Vatan bizim içimizde
yasar, biz onun içinde degil.
(Mücîb Rüsdi tarafindan yapilan bu röportaj Arapça
haftalik Kelâmün-nâs dergisinin 17 Ekim 1997 tarihli
231. sayisinda nesredilmis, bazi tasarruf ve tashihlerle Ali Namli tarafindan
Türkçeye çevirilmistir.)
|