Kültür Sanat |
İŞKENCEYİ ANLATAN FİLM ÇEKTİ
DEVLET’İN HIŞMINA UĞRADI İşkencenin kötü birşey olduğunu anlamak için herkes işkence mi görmeli İSMAİL GÜNEŞ1961’de Samsun’da doğdu. Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğrenim gördü. Ünlü yönetmen Natuk Baytan’ın yanında reji asistanlığı yaptı. 1977 yılında çektiği ilk kısa metraj filmi olan Karanlık Bir Dönemdi adlı çalışması İFSAK tarafından ödüllendirildi. 1982-86 yılları arasında gazetecilik yaptı. 1986 yılında ilk uzun metraj filmi olan Gün Doğmadan ile sinemaya dönüş yaptı. Filmlerinde sıradan insanların sıradışı öykülerini beyaz perdeye aktarmadaki ustalığı ve toplumsal gerçekçi tavrı ile dikkat çekmektedir. Tv. Filmleri : Sonsuzluğun İki Yakası (1992) - Can Perdesi (1993) Tv. Dizileri : 13 Bölüm, Beyaz Savaş (1996) - 101 Bölüm, Bizim Ev (1996-1998) Sinema filmleri : Gün Doğmadan (1986) Kültür Bakanlığı ve Yazarlar Birliği Ödülü - Biz Doğarken Ölmüşüz (1987) - Atteş Böceği (1988)- Küçük ve Sonsuz Yürek (1990) - Çizme (1991) Yazarlar Birliği Ödülü - Beşinci Boyut (1993) Uluslararası Salerno En İyi Film Ödülü ve Birsad en iyi yönetmen ödülü - Gülün Bittiği yer (1999) İsmail Güneş. Filmi Kültür Bakanlığı tarafından sansürlendi. Gösterimine izin verilmiyor. İşkenceyi konu alan bir film çektiği için hedef haline getirildi. Çektiği bir film ile kimilerini bu kadar korkutan bu yönetmen kimdi? Randevu talep ettik ve Mecidiyeköy’deki bürosuna gittik. Karşımızda tek kelimeyle aykırı bir insan bulduk. İnsanlık onuru işkenceyi yenecek diyen bir ülkücü, İslamcı kelimesine fena halde bozulan bir müslüman, devleti sorgulayan bir sağcı. Kendini ülkücü olarak tanımlıyor ama faşizme kökünden karşı. Herkes kendisi hakkında farklı yargılara varıyor ama benim söyleyebileceğim tek şey, çektiği Gülün Bittiği Yer isimli filmiyle işkencecilere bir insanlık dersi verdiği. Sanırım bu kadarı yeter. MURAT ÖZER Neden işkenceyi konu alan bir film çekmeye karar verdiniz? İşkence bir insanlık problemi. Biz, işkenceye aileden başlıyoruz. Bizde çocuğu önce annesi, sonra babası dövüyor. İlkokulda öğretmeni dövüyor. Ve biz bu dayak kültürü ile övünüyoruz. Çocuğu okula gönderiyoruz; Öğretmenine Eti senin, kemiği benim diyoruz. Gülün Bittiği Yer, Hocanın vurduğu yerde gül biter sözünün başka bir söyleniş biçimi aslında. Dikkat edin, gül neyin remzi İslam’da; Hz. Peygamber’in. Bu kadar çirkin bir şeye bu kadar güzel bir ismi nasıl alet ederler? Peki, bu toplum neden işkenceyi bu kadar seviyor? İşkence bir erk hastalığı. Baba; çocuğun üzerindeki egemenliğini kanıtlamak için çocuğunu dövüyor. Devlet de aynı zihniyetle, yani siyasal erkinin isbatı için işkenceye başvuruyor. Nasılsa benim vatandaşım; döverim de, severim de diyor. Yani bu toplumun iliklerine işlemiş işkence. Böyle yetişiyoruz ve sonra bu kültürle yetişenlerimizden bazıları polis oluyor. Onlar da bunun felsefesini yapıyorlar. Yani işkence bu toplumun karakterinde var Elbette. Bana ilk işkenceyi babam yapmıştı. Aynayı kırdığım için bir gün boyunca tuvalette hapsedilmiştim. Babam tuzak kurardı bana dayak atmak için. Bir gün onunla kavak soyuyorduk. Arkadaşlar geçti önümüzden. Ellerinde bir bez top vardı; işaret ettiler, hadi oyuna gel diye. Babam gördü ve sırf ben kaçayım da sonra gelip dövsün diye, kalktı namaza gitti. Ben de arkadaşlarla gittim. Bir müddet sonra babam geldi, elinde bir kızılcık sopasıyla. Düşünün, bir baba oğluna tuzak kurabiliyorsa, herkes kurar. Biz neyle övünüyorduk küçükken; Osmanlı Sultanları’nın kardeşlerini boğdurmasıyla. Derdik ki, Sultan ne kadar devletini seviyormuş ki, kardeşini dahi feda etmekten geri durmuyormuş. Evet, Osmanlı büyük olabilir. Sanatında, mimarisinde büyük ama kimse kusura bakmasın insan hakları konusunda fevkalade küçük! Diyorum ki, her kim, ne adına yapmış olursa olsun, masum bir insanı öldürmüşse katildir. İşte bizim filmimizde bu meselelere de gönderme var. Düşündüm ki, eğer bu filmi ben yaparsam anlamlı olur. Bir başkası yaptığında, diyeceklerdi ki, Komünisttir, solcudur. Ama ben yapınca bu itirazlarda bulunamadılar. Belki de bundan dolayı tepki çekti bu film. Yani sağ cenahtan birisinin imzasını taşıyor olması. Filminizin sansürlenmesini isteyen komisyon üyelerinden Aytaç Arman, Filmin devleti sorguladığı için değil, izleyenleri rahatsız edecek kadar fazla işkence sahnelerini barındırdığı için yasaklanması gerektiğini söylüyor. Bu işkence sahneleri izleyenleri rahatsız edecek düzeyde mi sizce? Benim filmim sert bir film. Anlatmak istediklerini çok sert bir dille söylüyor. Ama neden? Siz sanıyor musunuz ki, bir Filistinli genci İsrail askerleri bağırta bağırta dövüp, kollarını kırdıklarında, orada kamera olmasaydı tüm dünya şimdi İsrail’in gerçek yüzünü göremeyecekti. Eğer o genci, kolları kırık vaziyette görüntülemeselerdi bu kadar tesiri olmayacaktı. Ama tüm dünya bu işkenceye canlı bir şekilde şahit oldu. Şimdi bir gazetede yazıyor; Falakaya yatırıldı, tazyikli su sıkıldı, hayaları buruldu, elektrik verildi ve tecavüze kalkıldı. İnsanlar bu haberi okuduklarında o kadar etkilenmiyorlar. Bende etkilenmemiştim. Ta ki, bu işkencelere maruz kalan insanları bizzat tanıyana kadar. Nezarethanede duyduğum işkence sesleri bana bu resmi gösterdi. Filmin izleyene işkence ettiği şeklindeki eleştirilere ne diyorsunuz? Evet. Film, izleyene işkence ediyor. İzleyenler işkenceyi yaşıyor. Ama başka türlü anlatamazsınız meramınızı. Manisalı gençlerin ailelerine bir bakın, bu vakıayı yaşamadan evvel, hepsi devletçi ailelerdi. Ama şimdi, hepsi bir numaralı işkence karşıtı. İşkencenin kötü birşey olduğunu anlamak için herkes işkence mi görmeli? İşte sanat bunun için önemlidir. Film hakkındaki diğer bir eleştiri de, sağcı bir yönetmenin solcu bir gence yapılan işkenceyi konu alan bir film çekmiş olması. Bu filmdeki genç solcu değil ki, sağcı da değil. Bunlardan birisi de olabilir. Milliyet gazetesi, olayı o şekilde yorumlamış. Filmde işkence yapılan gencin kimliğine vurgu yapılmıyor. Hatta bundan hiç bahsedilmiyor. Bana göre de hangi kimliğe sahip olduğu değil, işkenceye maruz kalması önemli. Ben sadece işin bu yönünü, yani işkencenin kendisini sorguladım. İşkenceye maruz kalan kişinin suçlu olup olmaması da mühim değil. Suçlu olsa da işkence görmemelidir. Çünkü işkence başlı başına bir suçtur. Dikkat edin, cinayetin kısası olur ama işkencenin kısası yoktur Kur’an’da. Çünkü, Kur’an işkenceyi lanetlemiştir, hangi gerekçeyle yapılmış olursa olsun. Filminizi sansürleyen kültür bakanı sol bir partiden. Bu onlar için bir çelişki değil mi? Bakınız sansür, başlıbaşına bir felakettir. Tarihe bir bakın, hiçbir yasakçı payidar değildir. Ama eserleri yasaklanan sanatçılar her zaman dev gibi karşınızda dururlar. Yasaktan yana olmayın, birgün sizi de yasaklarlar. Bu 1982 Anayasası’na tüm sol karşıydı. Anayasa’nın aleyhine kampanyalar düzenlediler. Gösteriler yaptılar. Şimdi bu Anayasa ile kendileri, başkalarına yasak koyuyorlar. Bu ikicilikli tavırlardan vazgeçmemiz lazım. Ben inanıyorum ki, şimdi bu Anayasa’ya karşı çıkan partilerden biri iktidara gelse, bu Anayasa’nın tarafında yer alacaktır. Çünkü bu, gücün yanında olan bir Anayasadır. Mesele siyasal erki elinde bulundurma meselesidir. Güç kimin elindeyse o zulmeder. Bu anlayış, bu toplumun genel anlayışıdır. Bunun değişmesi lazım. Filminizin sansürlenmesini talep eden komisyonda sanatçıların bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence kıskançlıktan başka birşeyle izah edilemez bu. Yani diyorlar ki, İsmail, biz işkence ile ilgili bir film yapmıyoruz, sana ne oluyor. Seni bir üst komisyona havale edelim de uğraş dur. Üst Komisyon’da da 4 memur var. MGK’nın temsilcisi, Emniyet’in temsilcisi vs. Üç de sanatçı. Filminiz hakkındaki yasak kalkmazsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracak mısınız? Ben Kültür Bakanı’na açıkça soruyorum: Faşizmden yana mı olacaksınız, özgürlükten yana mı? Hitler’in yaptığını mı yapacaksınız, aydınlıktan yana mı olacaksınız? Ama jakoben anlayıştan vazgeçmezlerse, önce bölge idare mahkemesine başvuracağız. Türkiye’de tüm yargı yolları kapanırsa elbette, AİHM’e başvuracağız. Türkiye’de gösterime giremezse, siz sansür konulan kısımları filminizden çıkartacak mısınız? Kesinlikle hayır. Gerekirse yurtdışında gösterime sokarım. |