* gen haritası üzerine ( Prof. Dr. Cevat BABUNA. ) |
Altınoluk - Ağustos-2000 |
“İlâhi Kudretin Eseri” Altınoluk: Amerikalı ve Avrupalı bilim adamları uzun bir süredir üzerinde çalıştıkları gen haritasını sonunda çıkarmayı başardılar. İnsanlık tarihinin en önemli keşfi olarak da nitelendirilen gen haritasının ortaya çıkartılmasıyla bugün tedavisi bulunamayan pek çok hastalığın tarihe karışacağı, ırsî hastalıkların önlenebileceği, insan ömrünün uzayacağı ifade edildi. Nedir hadisenin mahiyeti? İnsanın genetik yapısının belirlenmesinin insan hayatında nasıl sonuçlar doğurması bekleniyor? Prof. Dr. Cevat BABUNA: İnsanla ilgili özelliklerin hücrelerin çekirdeklerinde kayıtlı bulunduğu bilgisi uzun zamandan beri vardı. Crik ve Watson adında iki bilim adamı bunların kromozom denilen çekirdek içi varlıklarda DNA molekülleri şeklinde yer aldıklarını ve DNA moleküllerinin de iki uzun şeridin sarmal şekilde sarılı bulunmalarından ibaret olduğunu ortaya koydular. Yani Crik ve Watson insanın özelliklerinin DNA molekülleri içinde kayıtlı bulunduğunu tespit ettiler. DNA zinciri insan vücudundaki hücreleri meydana getiren kimyasal maddelerin sıralandığı bir yapı. “Adenine, Thymine, Cytosine ve Guanine” isimli dört kimyasal madde ikili sıralar halinde bu zincir üzerinde sıralanıyor. Araştırmacılar bu maddeleri “A”, “T”, “C” ve “G”fleri ile kodlayarak, DNA zincirinin %97’sini deşifre ettiler. Bu gelişme, insanın genetik yapısının haritasına ulaşılma anlamına geliyor. Bu harfler çeşitli kombinasyonlarla ikişer ikişer biraraya gelmek suretiyle insanoğlu hakkındaki bilgileri şifrelemektedir. Çalışmalar aşağı yukarı 20. yüzyılın ortalarında başlamıştı. Ama ilk yıllarda fevkalade zor ilerledi. Bilgisayar alanındaki gelişmeler sayesinde son on yılda önemli ilerleme elde edildi. Nihayet 26 Haziran’da Clinton ve Blair birlikte gen haritasının çözüldüğü müjdesini dünyaya verdiler. Gen haritasının bulunması elbette dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu gelişme sayesinde bütün hastalıkların tamamen halledileceği, hatta hastalıkların ortadan kaldırılmasıyla ömrün ilelebet uzayacağına varıncaya kadar bir takım iddialar ileri sürüldü. Halbuki durum hiçte öyle değil. Bir defa insanın ömrüne etki yapan hastalıkların hepsi genetik hastalıklar değil. Bazı hastalıklar kalıtımla geçer. Bunlara örnek vermek gerekirse, şeker hastalığı, kanserin bazı türleri, böbrek hastalıklarının bazı türleri, şizofreni dediğimiz erken bunama, hemofili dediğimiz kan hastalıkları genlerle nesilden nesile taşınabilir. Teorik olarak düşünürsek, şizofren birisinin geni tespit edilir, kromozomdaki o hasta gen değiştirilirse hastalık ortadan kaldırılabilir. Bu teorik olarak bazı hastalıklar için mümkün. Dolayısıyla bu hastalıkların ortadan kaldırılmasıyla onun insan üzerinde husule getirdiği olumsuzluklar da ortadan kaldırılmış olur. Fakat gen haritasının bulunmasının ardından sanki bütün hastalıkların çaresi bulunmuşçasına bir hava estirildi. Bugün dünyanın başına bela olan AIDS hastalığının bile ortadan kaldırılacağı iddia edilmeye başlandı. Halbuki sadece sayılı genetik hastalıklar için çareler üretilebilecek. Onun dışında kalan hastalıklar için böyle bir durum söz konusu değil. Örneğin AIDS hastalığı virüsle bulaşan bir hastalık, genetikle hiçbir alakası yok. Dolayısıyla sizin genetikle alakası olmayan bir hastalığa genetik sahadaki gelişmelerle çare bulmanız mümkün değil. Hata buradan kaynaklanıyor. Kalp hastalıkların sadece bir kısmı genetikle alakalı. Örneğin kroner rahatsızlıklar. Ama kalp hastalıklarının bir de romatizma ve enfeksiyonla ilgili yönü var. Bunların genle bir alakası yok. Dolayısıyla hastalıkların bazılarına çareler bulunabilecek ama hepsine değil. Altınoluk: Peki ömür uzayacak mı? Prof. Dr. BABUNA: İnsan ömrü dikkat edilirse zaten asrın başından beri hep uzuyor. Çok aşağılardan 7080 yıla kadar ulaştı ortalama ömür. Gün geçtikçe de ortalama uzuyor. Bunun nedeni, öldürücü hastalıkların bir çoğuna çareler bulunması. Örneğin asrın başında antibiyotikler yoktu. Antibiyotikler bulununca zâtürreden, tifodan ölümler ortadan kalktı veya azaldı. Kalp hastalıkları ameliyatları yapılmaya başlandı vs. Tıbbi sahadaki gelişmeler sayesinde ömürler de uzamaya başladı. Gen haritası ortaya çıkartılmamış olsa ortalama ömürde yine yükselme olacaktı. Ama bu uzama nereye kadar varır? Bütün mesele bu. İnsan ömrü ilelebet uzar mı? Hayır. İnsan ömrü bugünkü bilgiler muvacehesinde ilelebet uzayamaz. Çünkü insanı öldüren faktörler var. Bunlardan bir kısmı söylediğimiz gibi genetik hastalıklar. Ama dikkat ederseniz bugün için insanı öldüren cinsleri o kadar çok değil. Örneğin bir şeker hastası tıbbî tavsiyelere riayet ettiği sürece normal ömrünü rahatlıkla yaşayabilmektedir. Yine genetikle alakalı kroner kalp yetmezliğinde yapılan by pass ameliyatları bugün apandis ameliyatı kadar basitleşmiştir. Şizofreni hastası da tıbbi denetim altında olursa yine normal ömrünü sürdürebiliyor. Geriye bir tek kanser kalıyor. Kanserin de bir kısmı genetikle alakalı. Meme, rahim, prostat kanserleri gibi. İkincisi kanserde genetik faktörler kadar dış faktörler de önemli. Meselâ istatistikler yapıyorsunuz. Bakıyorsunuz sigara içmeyenlerde akciğer kanseri hemen hemen hiç yok. Ama sigara içenlerde kansere yakalanma oranı bir hayli fazla. Genetik sorunu ortadan kaldırdınız diyelim sigarayı, alkolü önleyebilecek misiniz? Önleyebilecekseniz bugünden önleyin. Genetik olarak çok az alakası olduğu halde Alzheimer hastalığını gazeteler çok ön plana çıkardılar. Alzheimer’in iki tipi var. Bir tanesi nispeten genç yaşlarda yakalıyor insanı. Meselâ 50’li yaşlarda rastlanan bir Alzheimer tipi var. Bu hastalık tipinin 21. kromozomda bir geni var. Ama 7080 yaşlarda yakalanılan Alzheimer hastalığı tipinde genetik faktör yok. Bu hastalıkta dış faktörler daha çok ön plana çıkmakta. Bu faktörlerin başında da alkol gelmekte. Alzheimer hastalığı Amerika’da büyük bir problem durumundadır. Yapılan istatistiklere göre ABD’de 65 yaşının üzerindeki her dokuz kişiden biri bu hastalığın pençesine düşmüş durumda. 85 yaşın üzerinde ise iki kişiden biri Alzheimer hastası. Bu hastalık kanserden, AIDS’ten de kötü. Çünkü AIDS’ten ve kanserden insan ölürken kişiliğini muhafaza ederek ölüyor. Alzheimer hastalığında ise bitkisel hayat yaşarak, etrafını hatta kendini bile tanımayarak gidiyor. Amerika’da bu hastalığın ilerlemiş olmasının en büyük nedeni alkol tüketiminin hat safhaya varmış olmasından kaynaklanıyor. Demek ki dış faktörler önemli. Bunları ortadan kaldırmakla ömre bir katkıda bulunacaksınız bir bakıma. Ama bu demek değildir ki insanlar 200 sene 1200 sene yaşanacak. Altınoluk: Hastalıkların genetik tedavisinin ne zaman devreye girmesi tahmin ediliyor? C. Babuna: Olay daha yolun başlangıcında. Başta da söylediğim gibi bu işin alfabesi dört harften ibaret. Harflerin bir sıralanması var. Bu harflerin muhtelif şekillerde dizilmesi bir takım bilgiler ortaya koymakta. 3,5 milyar şifre var bir DNA molekülünde. Bu şifrelerin %97’si çözüldü. Geri kalan %3’ün çözülmesinin de çok yakın olduğu ilân edildi. Yani bugün 3 milyar 150 milyon şifrenin sıralanması yapıldı. Bu harflerin on bini bir araya geliyor bir bilgi veriyor. Bu bilgiye de biz gen diyoruz. Meselâ sizin akciğerinizle ilgili bilgileri taşıyan bir gen on bin harften ibaret. Şöyle de tanımlayabiliriz. Harfler cümleleri teşkil ediyor. Cümleler gen, yani bilgiler oluyor. O genler de bir araya gelerek kitap oluyor. Şimdi bir DNA molekülünde kayıtlı olan bilgileri yazı haline getirsek 500 sayfalık 900 tane kitap olacaktır. Yani metrelerce yükseklikte bir kitap yığını. 10 yıldır kesif 50 yıldır hafif çalışma ile, dünyanın önde gelen ilim adamlarının çalışmasıyla ve milyarlarca dolarlık bir masraf sonunda sadece harflerin sıralanması tespit edildi.. Bundan sonra yapılması gereken nedir? Bu sıraların yani harflerin teşkil ettiği cümleleri ayırmak. Cümlelerin ne anlama geldiğini tespit etmek gerekiyor. Yani on bin tanesinin ne ifade ettiğini, ondan sonra gelen 15 bin tanesinin ne anlama geldiğini, hangi genler oldukları ve hangi işi yaptıklarını tespit etmek gerekiyor. Bu daha yapılmadı. Büyük bir ihtimalle bunların ortaya çıkartılması ki harflerin dizilişinden daha zor gene 510 sene alacaktır. Genlerin isimleri, ne iş yaptıkları, sıralanma durumları ortaya çıkartıldıktan sonra bu genlerin değiştirilmesi meselesi gelecek. Yani hasta olan geni bulacaksınız. Ne iş yaptığını bileceksiniz tabi. Onun yerine sağlam geni yerleştireceksiniz. Burada gündeme getirilmeyen çok büyük bir zorluk var. Zorluk şundan kaynaklanıyor. Meselâ diabet genli Ahmet ağanın diabet genini siz Ahmet ağada değiştiremezsiniz. Çünkü bir insanın vücudunda 100 trilyon hücre var. Bu hücrelerin hepsinin aynı DNA’sı var ve hepsinde aynı bozukluk var. Nesini değiştireceksiniz? Ancak Ahmet ağanın oğlunun durumunu değiştirebilirsiniz. Onu da ancak suyun başında tedbirinizi alırsanız başarabilirsiniz. Yani spermayla yumurtacığın ilk döllendiği hücrede ancak değiştirilebilir. Orada da tıbbi manipülasyonu yapmak dünyaca yasaklanmış durumda. Önce bu yasağın kalkması lâzım ki onu kaldırmak ta oldukça tehlikeli. O zaman doğacak çocuğun kaderiyle oynamış oluyorsunuz. O da yasak olduğuna göre nasıl yapacaksınız bu işi? Altınoluk: Peki geni değiştirmek o kadar kolay mı? Prof. Dr. BABUNA: Hiç de kolay değil. Biraz evvel söylediğim gibi. Bir gen bazen 15 bin harften ibaret. Bu 15 bin harften sonra nokta konuluyor, ardından başka bir gen dizisi başlıyor. Bu genlerin içerisinde 15 bin harften bir tanesi eksik veya fazla veya biri diğerinin yerine geçerse telafisi mümkün olmayan bozukluklar meydana geliyor. Şimdi siz 15 bin geni değiştirirken sonra gelen genin bir harfini tırpanlarsanız faydadan çok zarar verirsiniz insana. Yani fevkalade zor, mesuliyetli ve bir çok handikabı olan bir mesele bu.. Dolayısıyla o kadar çok ümit bağlamak insanları yanıltmaktan başka bir işe yaramıyor. Burada zikredilmesi mutlaka gereken bir başka husus daha var. İnsanı öldüren faktörler. Dedik ki genetik hastalıkların bir kısmı, genetikle ilgili olmayan başka hastalıklar ve diğer faktörler trafik kazaları gibi. İnsanın ölümüne neden olan faktörlerin bir diğeri, yaşlılık dolayısıyla ölümler. Yaşlılık dolayısıyla insanın ölmesi ne demek? İnsanın üzerinde 100 trilyon hücre var. Bu yüz trilyon hücrenin kalp ve beyin hücreleri hariç hepsi ömür içerisinde değişmekte, bir başka ifade ile yenilenmekte. Banyoya girdiğinizde milyonlarcası dökülüyor yerine yenileri geliyor. Kan hücreleri her üç ayda bir yenileniyor. Yenilenme olayında bir hadise var. O sarmal halde bulunan DNA moleküllerinden iki sarmalı birbirinden ayrılıyor. Ayrıldıktan sonra her biri kaybettiği partnerinin yerine başka bir partner inşa ediyor. Böylece bir DNA molekülünün tıpa tıp özelliklerini taşıyan başka bir DNA molekülü oluşuyor. O iki DNA molekülü ayrıldığında da iki tane hücre oluyor. DNA moleküllerin ayrılmasını temin eden uçlarında bir çıkıntı bulunmaktadır. Bu çıkıntıya Telomer denir. Bu Telomer insan doğduğu zaman oldukça uzun olur. Ama her bölünmede biraz kısalır. Kısala kısala sonunda dumura uğrar. Dumura uğradıktan sonra artık bir daha ayrılamaz hale gelir. Ayrılamayınca hücre ölür. Bunu nasıl müşahede etmek mümkün? 100 yaşına girmiş insanların yüzlerine bakın, hiçbir rahatsızlık geçirmemiş olsalar dahi mum gibi erimiş halde olurlar. Yüzler matlaşır, gözler cam gibi olur. Yani insan fizik olarak biter. Genetik hastalıkları ve diğer ölüme neden olan etkenleri ortadan kaldırsanız bile insanlar belirli bir yaşa gelecek ve o vücut orada son bulacaktır. Şu anda görülen bu ömür sınırı 100 yaşın etrafıdır. Öyle 300500 ya da 1000 değil. Bunu önlemek mümkün değil? Telomer dediğimiz nesneyi birbirinden ayıran bir enzim var. Buna da Telomeraz enzimi denilmekte. Bu enzimi fazla yaparsak Telomeri çalıştırabiliriz diye bilim adamları ümitlendi. Hakikaten sentetik olarak ilaç sanayiinde bunu başarmak mümkün oldu. Ama tatbikata konulduğunda bakıldı ki daha başka pek çok ara maddenin katkısı oluyor. 7 bin ara maddeye daha ihtiyaç olduğu anlaşıldı. Sonunda bunun başarılamayacağına kanaat getirildi. Şuna getirmek istiyorum; Ebedi hayat mümkün değil. Kur’anı Kerim’de yer aldığı gibi “Her nefis ölümü tadacaktır” kuralı kesindir. Bu müspet bilim muvacehesinde de böyledir. Farz edelim ki bu ara 7 bin madde de bulundu. Telomerleri ayırmak mümkün hale geldi. Daha önce söylediğim gibi organizmanın iki tip hücresi yenilenmiyor. Biri kalp diğer de beyin hücresi. Yetişkin bir insanın beyninde yaklaşık 100 milyar hücre bulunmakta. Siz hayatınızın bu ikinci yarısında hücre kaybına ulaştığınız zaman her gün binlerce hücre ölüyor fakat yerine yenisi konmuyor. Allah’tan yenisi konmuyor demek lâzım. Çünkü biliyorsunuz bir insanın kişiliği, şahsiyeti, bilinci hepsi beyin hücrelerinde kayıtlı. O kayıtlı hücre kaybolsaydı örneğin siz buradan iş yerinize geri dönemeyecektiniz. Çünkü kaybolan hücre yerine gelen boş gelecekti. Özetlemek gerekirse genomun tespiti büyük bir buluş. Bu buluşun daha ziyade insanın sağlıklı yaşaması noktasında çok büyük katkısı olacaktır. Ama sadece genetik hastalıklar dikkate alınarak bunu söylüyoruz. Maalesef her olayda olduğu gibi medyamız bu hadiseyi de bir reyting olayı olarak kabul etti ve bir sürü yanlış bilgileri kamuoyuna aktardılar. İnsanları ümitlendirdiler, insanların kafasını karıştırdılar. Altınoluk: İnsanın gen yapısının şempanzeye yüzde 98 oranında benzediğinden yola çıkılarak bir takım çevreler “mademki insan ile şempanze %98 oranında birbirine benzemektedir o halde Darwin haklıdır, insan yaratılmamış evrimleşmiştir” tarzında bir iddiada bulunmaktalar. Bu hususta neler söyleyeceksiniz? İnsan ile maymunun gen yapısı arasındaki benzerlik neyi ifade ediyor? Prof. Dr. BABUNA: Darwinzmi müdaafa eden bir grup var. Bunlar fikirlerini kamuoyuna kabul ettirebilmek için maalesef bilimsel olmayan bir takım yollara başvuruyorlar. Bunlardan bir tanesi de bu son iddiadır. Basitçe düşünen, bu iddianın karşısına çıkabilir. Şöyle ki gen haritası ortaya çıkalı daha şurada 1015 gün oldu. Gelinen nokta daha insanın genlerini teşkil eden harflerin sıralanmasından ibaret. Genlerin değil. Maymununki daha ortada yok. Mevcut olmayan iki şeyi nasıl mukayese ettiler de %98 oranına ulaştılar. Sahtekarlığın bir yönü bu. İkincisi, biliyorsunuz hayvanlar bir takım gruplara ayrılır. Meselâ memeli hayvanları ele alalım. Bu guruba dahil olan hayvanların bir takım özellikleri birbirleriyle örtüşmektedir. Örneğin akciğerleri aynıdır. Gözleri birbirine benzer. Yedikleri gıdalar hemen hemen aynıdır. Hazım sistemleri aynıdır. Çocuklarını emzirirler. Elbette ki bunların genleri birbirine benzeyecektir. Benzememesi mümkün değil. Çünkü aynı şeyleri yapıyorlar hayatta. Birinde farklı olarak bir şuur ve düşünme sistemi vardır. Düşünen hayvan diye tanımlanmıştır insan. Ruhu öbüründen tamamen farklıdır. Peki bunu teşkil eden gen sayısı ne kadardır? Bugünkü gazetelerin birinde hem de profesör bir hanım maymun ile insan geni arasında sadece birkaç gen farkı olduğunu iddia etmekte. Değil efendim. 3,5 milyar harf bulunmakta. Siz o 3,5 milyarın %2’si 700 milyon ediyor. Gen sayısı 150 bin. Gen sayısının %2,5’unu aldığınız zaman 3500 ediyor. Yani hanım profesörün iddiasını doğru kabul etsek bile insanla maymun arasında 700 milyon şifre ve 3500 gen farkı var. Yani aradaki fark son derece büyük. İnsanın 23’ü anneden 23’ü babadan gelen toplam 46 kromozomu var. Maymunda da 48 kromozom bulunmakta. Darwin taraftarları insanla maymun arasındaki bu yakınlıktan teorileri adına pay çıkarmaya çalışmaktalar. Oysa yakın zaman önce patateste de 46 kromozom olduğu tespit edildi. Yani insanın kromozomuyla tıpa tıp aynı. Bu benzerlikten bir yerlere varılmaya çalışılırsa patates daha avantajlı insana akraba olma açısından! Gen haritasının ortaya çıkartılması yaratıcının varlığını ispat eden bir gelişmedir. 3,5 milyar şifrenin tek birinin diğerinin yerine oturamayacağını daha önce ifade etmiştik. En ufak bir hata bile her şeyi altüst edebilir. Bunun milyonlarca yıldan beri hatasız olarak devam etmesi Allah’ın varlığını ortaya koymaktadır. Bunu tesadüflerle açıklamak mümkün değildir. Yani genomun bulunması, genlerin tahlili evrim teorisini desteklemek bir yana aksine Allah’ın büyüklüğünü, kudretini ispat eden bir olaydır. Altınoluk: ABD Başkanı Clinton da bu hususu dile getirdiler değil mi efendim? Prof. Dr. BABUNA: Evet. Gen haritasının bulunduğunu dünya kamuoyuna açılarken Clinton, “Allah’ın bizi yaratılış kelimelerini, kitabını öğrenmeye başladık” diyerek bu gerçeğe dikkat çekti. Bu fevkalade akıllıca bir beyanattı. Onun söylediklerini bizim medyamız anlasaydı bu hatalara düşülmezdi. Altınoluk: İnsanın gen haritasının belirlenmesinin sakıncaları neler olabilir? Bu alanda ne gibi ahlakî ve hukukî sorunlar ortaya çıkabilir? Prof. Dr. BABUNA: Efendim insanın gen haritasının açıklanması onun en büyük sırlarının açıklanması demektir. Yani günün birinde insanların genlerinde hangi bozuklukların olduğu tespit edilirse bu bazı insanlarda çok büyük sakıncalara sebebiyet verebilir. Meselâ hepimizin çocuğu var. Günün birinde bir delikanlı sizin kızınıza namzet olarak gelse. Siz de o gencin gen haritasında akciğer kanserine veya prostat kanserine yakalanma ihtimalinin oldukça fazla olduğunu öğrenseniz. Kızınızı o gence verir misiniz? Veya kızınız o gence gider mi? Yani genç baştan itibaren bir bakıma reytingini kaybediyor. Sigorta şirketleri bile bile hasta olacak görünen birisini sigorta etmeyecek. Ayrıca o gencin psikolojisinde husule gelecek durumu düşünün. Ben şimdi 76 yaşındayım. Allah’ın takdiri tabi ama muhtemelen daha 10 sene daha yaşarım veya yaşamam. Ama 20 sene sonra şu günde öleceksin deseler benim huzurum o anda kaçar. On yıl içerisinde ölme ihtimali çok daha büyük olmasına rağmen 20 yıl sonra da olsa bana bir tarih verirseniz ben psikolojikman yıkılırım. Ortaya çıkabilecek sakıncaların bu birinci yönü. İkincisi gen transferi fevkalade nazik bir olay. Bütün bilim adamlarının ve yöneticilerin iyi niyet sahibi olduklarını iddia edemezsiniz. Hitler gibi bir adamın elinde böyle bir mekanizma olduğunu farz edin. Üstün ırk oluşturacağım diye genlerle oynayarak bir takım mahluklar geliştiremez mi? Bu yüzden dünya bugün sperma ve yumurtacık yani ilk hücrelerde manipülasyon yapmayı yasaklamıştır. Ama onu yapmadan da nesillere intikal edecek düzeltmeyi yapamazsınız. Altınoluk: Sayın hocam Türkiye’de bu alandaki çalışmalar ne durumda sorumuzla mülakatımızı bitirelim isterseniz? Prof. Dr. BABUNA: Bu başarı önde gelen bilim adamlarının uzun süren çalışması, milyarlarca doların harcanması ile dünyanın en büyük ünitelerinde gerçekleşti. Türkiye bugün için ne o son derece ileri seviyedeki teknik imkanlara ne yeteri kadar bilim adamına ve ne de o masrafı kaldıracak ekonomik güce sahip değil. Fakat şurası da bir gerçek ki penisilin ve diğer antibiyotiklerin keşfini de Türkiye yapmadı ama bütün dünya gibi Türkiye de bu nimetlerden istifade etmekte. Türk insanı da zaman geçtikçe genetik sahadaki gelişmelerden hiç şüphesiz istifade edecektir. Altınoluk: Efendim değerli vakitlerinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederiz. |