Söylesi: Çoskun Yilmaz -
Prof. Dr. Bekir Karliga:
On yasinda kendimi karakolda buldum
Prof. Dr. Bekir Karliga
Islam felsefesinin günümüzdeki en yetkin isimlerinden. Üslûbu, yorumu, zarafeti,
yaklasimi itibariyle geçmisle gelecek arasinda bir bag kurmanin çabasi içerisinde.
Görüntüye çikan aristokratça tavirlarinin arkasinda sicacik bir dostlugu, samimiyeti
ve paylasimciligi yatmakta. Bu sohbette hayat hikâyesi etrafinda hem bir dönemin
kültürel husûsiyetlerini, hem de tercüme faaliyetlerinin kültür hayatimizdaki yerini
konusmaya çalistik. Umariz tarihe de taniklik yapmis oluruz.
Dünyadaki yolculugunuz
kaç yildir devam ediyor?
50 yillik bir yolun yolcusuyum.
Nerede dogdunuz?
Adiyaman'in Besni ilçesinde dünyaya geldim.
Çocukluk yillarinizdan bahseder misiniz?
8 yasina kadar Besni ilçesinde ikamet ettim, sonra babam, -Allah
rahmet eylesin- Islamî ilimler okumak üzere beni Urfa'ya gönderdi. 8 yasindan itibaren
kendimi kitaplar arasinda ve ilim hayatinin içerisinde buldum. 12 yasina kadar medrese
hayatim devam etti. Bizim zamanimizda medrese artik devletin izninden uzaktaydi, yani
devlet korkusu ile zor okunan bir dönemdi. Zaman zaman polis kontrolünde devam
ediyorduk. Benim 10 yasinda kendimi polis karakolunda buldugum zamanlar olmustur
Neden?
Arapça ve Islâmî ilimler okuyoruz diye, eski yazi okuyoruz
diye. Çocuktum; hiçbir seyin farkinda degildim. Yalniz yaptigim seyin dogru oldugunu
kabul ediyordum.
Bir profesör olarak o
yillara dönüp baktiginiz zaman neler hissediyorsunuz?
Mutluluk duyuyorum; çünkü o yillara dönüp baktigim zaman iki
seyi görüyorum. Bir kere, ortaçagi yasadim. Yani elektriksiz, mum isiginda Kur'an
okumanin ,tefsir okumanin hazzini tattim ve teknolojinin henüz ulasamadigi bir ortamda
yasadim. Ortaçagi bütünüyle yasadim 1960'a kadar. Sonra bitmis olan bir gelenegi ya da
bugün bulmamiz mümkün olmayan bir gelenegi devam ettirdim. Bunu, benim için bugün de
erisilmesi zor bir mazhariyet olarak telakki ediyorum.
Neydi o gelenek?
Bu, yaklasik 1000 yildan beri devam edip gelen bir gelenekti. Bir
hocanin önüne diz çöküyorsunuz, hoca yere açilmis büyük bir kitabin önünde
çaprazlama oturuyorsunuz, o hoca icazetle kendi hocasindan aldigini senedleriyle size
aktariyor. Siz, onun dogrulugundan kesin olarak eminsiniz, aksini düsünmeye bile gerek
duymuyorsunuz. O da hocasindan öyle almis, o da hocasindan, ta ilk kaynaga kadar uzanan
bir dogrular halkasi. Bu dogrulardan kusku duydugunuz anda zincirin halkalarindan Birisi
kopuveriyor hemen. Gelenek iste bu.
Medreseden oniki yasinda
ayrildiginizi söylediniz, sonra ne yaptiniz?
Maras Imam Hatip Okulu'na girdim. Bu kez de yeni bir yönelimin
pesinden kosmaya basladim.
Imam-Hatip'e gidis sebebiniz neydi?
Çünkü gördügüm egitimin bazi bosluklari bulundugunu
hissettim. Mesela Ben Urfa'da Molla Camii okuyordum. Ayni zamanda tefsir okuyordum. Bir
gün bir ilkokul ögrencisi geldi, bana Bedir Harbi'ni sordu. Bedir Harbi'ni ben bütün
detaylari ile anlattim ona. Çocuk, "Tamam" dedi, "peki, ne zaman
olmustur?" Peygamberimizin hicretinden sonra oldu, dedim. "Hangi tarihte?"
dedi. Ben buna bir cevap veremedim. Çünkü bende tarih nosyonu yoktu. Zamanin nerede
basladigini, nerede bittigini bilmiyordum. Sadece olaylari bütünü ile biliyordum; ama
bunu detaylandiramiyordum. O zaman bir eksikligim oldugunu hissettim. Tabii eksik
tarafimizin da doldurulmasi gerektigini düsündüm babamin muhalefetine ragmen. Babamin
(Allah rahmet eylesin) eski ilimlere sevgisi, sempatisi vardi, biraz da bilgisi vardi,
benim Imam-Hatip okuluna gitmeme razi olmadi. "Bu mekteplerde Ulûm-i Arabiyye
okunmuyor, yeni yazi kitaplar okunuyormus oradan alim yetismez. Alim dedigin elinde
icazeti olur. Ben, aç kalmani fakat icazetli bir molla olmani istiyorum" dedi. Fakat
ben israr ettim, gitmek istedigimi ifade edince kerhen razi oldu ama 6 ay benimle hiç
ilgilenmedi. Baskalarinin destegiyle ögrenimimi sürdürdüm.
O, özellikle medrese
döneminize ait bazi hatiralarinizi anlatir misiniz?
Sekiz yasinda daha oyun oynamaya baslamis bir çocuk, Emsile,
Bina okumaya ve yirmi dört sîgayi çekmeye basladigi zaman onun hatiralari bu tür
seyler olur. Bunlardan hiçbirini digerine tercih edemem. Bunlar içerisinde ani
karsilasmalar daima beni etkilemistir.
Bir-iki tanesini
anlatabilir misiniz?
Bir yaz günü Maras'in Elbistan ilçesine bagli Içmeler
Köyü'nde vaaz ediyordum. Daha yeni Imam Hatip Okulu'na baslamistim. Orada bir müftü
vardi. Arapça'yi da son merhaleye kadar okumus, bitirmisti; ama vaaz edemiyordu
adamcagiz, Türkçe'yi bilmedigi için. Benim vaazlarimi da dinliyordu zaman zaman. Halis
niyetli bir hocaefendi idi. Beni tesvik ederek yanindaki arkadaslarina söyle dedi:
"Bu çocuk lehviyat pavlükesini (ilahiyat fakültesini) bitirecek ve oraya hoca
olacak." Türkçe'yi de dogru telaffuz edemiyordu.
Bir müftü efendiyi ziyaret ettim, bana hayatimi sordu. Iste
"Sunu okudum, bunu okudum" dedim. Müftü efendi bana dedi ki, "Evladim
zamani daraltma ve söhretten kaçin; söhret afettir." Gerçekten o benim kulagimda
hep küpe olmustur. Zamansiz hiçbir seye yönelmemeye gayret etmisimdir. Belki beni
taniyan arkadaslarim bilirler, söhret benim en hoslanmadigim seylerden birisidir.
Imam-Hatip'ten kaç
yilinda mezun olmustunuz?
1968'de. Alti yilda bitirdim. O zaman böyle bir imkan vardi.
Sonra Istanbul Yüksek Islam Enstitüsü'nü kazandim. Yüksek Islam Enstitüsü'nde
okurken bir yandan da Diyanet'te görev aldim. Üsküdar vaizligi yaptim.
Kaç yil sürdü Üsküdar vaizligi?
Dokuz yili askin bir süre vaizlik yaptim.
Yüksek Islam Enstitüsü'nde okurken hocalariniz kimlerdi?
Merhum Hocam Mahir Iz ve musiki hocamiz mesnevîhân Halil Can
bunlar arasindaydi. Ahmet Davutoglu, Ali Nihat Tarlan hocamiz olmustur. Bugünkü Ilahiyat
Fakültesi ögretim üyelerinden Muhammed Eroglu, Bekir Topaloglu, Nuri Ünlü de bize
hocalik yapmistir.
Hocalarinizla
iliskilerinizi hatirladiginizda, ögrencilerinizle iliskileriniz arasinda nasil bir
mukayese yapiyorsunuz?
Bir hocanin ögrenciden neler beklemesi gerektigini, dünkü
hocanin beklediginin aynisini bekleyebilir, bekleyemez... Bunun tartisilmasi lazim. Ama
sunu söyleyeyim, biz hocayi, baba gören bir kültürün temsilcileriyiz. Dün,
hocalarimiz, bizden de fedakârdilar. Hatta ben bir örnek vereyim. Urfa'da talebeyken,
hocam benim hem yiyecegimi, hem içecegimi, hem de yatacak yerimi ayarlardi, ayni zamanda
bana ders verirdi. O zaman bugünkü gibi cemiyetler yoktu, okullar yoktu, dernekler
yoktu. Dolayisiyla hoca kendisinden beklenen her türlü fedakârligi hatddinden
fazlasiyla gösterirdi. Simdi ayni fedakârligi benim gösterdigimi söylemem, mümkün
degil. Bugün artik cemaatler olustu, cemiyetler olustu, gençlerle ilgileniyorlar. Belki
de, bunun için biz o noktalara egilemedik.
Ögrencileriniz herhangi
bir sikintilari oldugu zaman, "Biz oturur Bekir Hoca'yla konusuruz" diyecek bir
sicakligi bulabiliyorlar mi?
Bu biraz da kisisel iliski tarzi ile alakali. Kapim herkese
açiktir. Kimin bir problemi varsa, yapabilecegim, çözebilecegim durumdaysam mutlaka
çözmeye ugrasirim. Su var ki çalismalarim icabi ögrenci ile çok yakin iliski içinde
oldugumu söyleyemem. Çünkü belirli çalismalara yönelmis oldugum için onlar
zamanimin büyük bir bölümünü aliyor.
Yüksek Islam
Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra neler yaptiniz?
Biz Yüksek Islam Enstitüsü'nde okurken, Milli Egitim
Bakanligi'na bagli oldugumuz için akademik çalisma imkanimiz yoktu. Ayrica benim, son
siniftayken baska bir egilimim oldu. Imam Gazali'nin Tehâfüt el- Felâsife'sini yani
Filozoflarin Tutarsizligi kitabini tercüme etmek istedim. Bu kitabin bir kismini tercüme
ettim. Kitabi tercüme ederken bir sikinti hissettim. Gazali'nin anlattigi konulari
bilmiyordum; zorlaniyordum, anlayamiyordum. Aldigim egitimin benim için kâfi olmadigini
gördüm. O kitaptan mülhem olarak bir felsefe egitimi görmemin gerektigini düsündüm
ve felsefe egitimi görmedikçe de Islâm'in modern düsünceye katkilarini
anlayamayacagimi farkettim. Pevtevniyal Lisesi'nde fark derslerini vererek lise diplomasi
aldim; üniversiteler arasi imtihana girdim. Felsefe bölümünü kazandim ki, zaten tek
seçtigim bölüm orasiydi. Felsefe egitimi gördüm. Böylece ikinci bir fakülteyi
bitirdim. Sonra ayni fakültede doktora yapmaya basladim.
Tez konunuz?
"Islâm Kaynaklari Isiginda Pyhtagoras ve Presokratik
Filozoflar" isimli bir tezdi. Felsefenin veya daha dogru bir deyisle Grek
Felsefesi'nin baslangiç döneminden bir dönemi, ilk felsefi kipirdanmalarin basladigi
dönemi Islâmî kaynaklar isiginda incelemeye çalistim. Batililar kendi kaynaklari
isiginda felsefenin baslangiç dönemini inceliyorlardi ama Islâm kaynaklari isiginda
incelenmemisti. Ben bu konuda çalisma yaptim ve müslümanlarin felsefenin baslangiç
dönemini nasil kavradiklarini yakindan kavramaya çalistim. Bati'da yok olmus birçok
eserin Islam kaynaklarinda mevcut oldugunu gördüm ve bunlari çalismalarimda tesbit
ettim ve belirledim.
Bati'nin rönesansinda ve
gelisiminde de bu bilgilerin belirleyici oldugunu söyleyebilir miyiz?
Tabii, Hellenistik dönemde Grekçe'den Süryanice'ye aktarilan
antik bilim ve düsünce 8. yüzyildan, (miladi 705 yilindan) itibaren Süryanice'den
Arapça'ya tercüme edildi. 11. yüzyilin basindan itibaren de Arapça'dan Latince'ye
tercüme edildi. Bu tercüme süresinin Bati'da üç yüz yili buldugunu görüyoruz. Yani
1360 senelerine gelindiginde artik Islâm düsüncesinin dogrudan dogruya dinî olmayan
eserlerinin büyük bir bölümü Arapça'dan Latince'ye tercüme edildi. Asagi yukari
kirkin üzerinde mütercim Arapça'dan Latince'ye tercüme yapmistir. Altmisin üzerinde
mütercim Arapça'dan Ibranice'ye tercüme yapmistir. Keza, Roman dilleri dedigimiz
dillere de tercüme yapilmistir. Türkçe'ye su anda bile henüz tercüme edilmemis
birçok eser o devirde Latince'ye tercüme edilmistir. Latinler için, diger bir deyisle
Ortaçag Avrupa milletleri için, bunlara Franklar da dahil; bugünkü Fransa, Ingiltere,
Almanya, Italya, Ispanya bölgelerinde yasayan milletler için Islam medeniyeti erisilmez
bir zirve olarak kabul ediliyor idi. Hatta bazi düsünürler Avrupalilar'in adam
olmadiklarini, çünkü bilimde kabiliyetlerinin bulunmadigini, kabiliyetin
Müslümanlar'da oldugunu ve Müslümanlar'in ilim alaninda pek çok eser verdiklerini
ifade ediyorlardi.
Üniversiteye intisabiniz
nasil oldu?
Doktora yaparken Istanbul Yüksek Islam Enstitüsü'ne asistan
olarak girdim.
Kaç yilinda?
1977'de girdim. 80'de doktorami verdim. Ondan sonra Islâm
Enstitüsü'nde ögretim üyesi olarak kaldim. Sonra bu kurumlar fakülteye
dönüstürüldü. 93'te profesör oldum. Su anda da Marmara Üniversitesi Ilahiyat
Fakültesi'nde Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Baskani ve Islâm Felsefesi Anabilim
Dali ögretim üyesi olarak çalismalarim sürürüyor.
Evlilik ne zaman
gerçeklesti?
1974 yilinda evlendim.
Musiki ile araniz
nasil?
Musikiyi çok severim ama icra edemem. Hayatimin bir parçasidir
musiki. Musiki dinleyerek ders çalisirim, musiki dinleyerek uyurum ve musiki dinleyerek
yazi yazdigim, tercüme yaptigim zamanlar olmustur.
En çok hangi türü
seversiniz?
Klasik Türk Musikisi fazlasiyla etkiler beni. Senelerce musiki
konserlerine devam ettim. Yahya Kemal'in de ifade ettigi gibi "Bizim musikimiz
medeniyetimizin özetidir". Yani Osmanli Medeniyeti, Türk Musikisi ile beraber
zirveyi temsil ediyor. Gerçekten yüce bir medeniyet. Ilahileri, klasik eserleri
söylendigi zaman dinlerim, ertesi gün aklimda kalmaz.
Yogun bir tercüme dönemi
geçirdiniz. Bekir Karliga'nin tercüme dönemi diyebilecegimiz bir dönemi var diyebilir
miyiz?
Beni tercüme yapmaya sevkeden amil üzerinde de durayim.
60'lardan sonra Türkiye'de büyük bir kültürel gelisme oldu; dini düsüncede
arayislar belirdi ve hepimiz de genç olarak bu arayislarin içerisine girdik. Ben ne
tercüme etmissem kendim ihtiyaç duydugum için ettim. Yani sunu da ögreneyim dedigim
seyler için tercüme yaptim. Yaklasik otuz civarinda tercümem oldu. Bunlarin içerisinde
3 ciltligi var, 5 ciltligi var, iki tane de 16 ciltligi var. Fizilal-il Kur'an basta olmak
üzere, Ibn-i Kesir Tefsiri'ni Sayin Bedrettin Çetiner'le beraber tercüme ettik. Bunun
disinda Gazali'nin Filozoflarin Tutarsizligi adli eserini ve bir takim ahlaki risalelerini
tercüme ettim. Seyyid Kutub, Abdülkadir Udeh, Muhammed Ebu Zehra ve Muhammed Kutub'tan
tercümelerim de oldu. On bir yildir tercümeyi biraktim.
Neden?
O günlerde ihtiyaç vardi, tercümeler yapilmasi gerekiyordu.
Kitaplari da seçerken bizim ve toplumun ihtiyacini gözönüne alarak seçtim. Bazilarini
kendi ismimle, bazilarini müstear ismimle nesrettim. Sonra her seyin bir vakti oldugunu,
zamani gelince kesilmesi gerektigini düsündüm.
Tercümelerinizde Misirli
müelliflerin eserlerinin önemli bir yeri var. Bunun nedeni nedir?
Çünkü, bizim '60, '70 nesli için; Islam düsüncesi, Islamî
ilimler, Islam'in çagdas yaklasimlari konusunda bu insanlarin eserleri önemliydi. Bunu
bir ihtiyaç olarak görüyordum.
Bugün de Türkiye yogun
bir tercüme faaliyeti içerisinde. Adeta yerli üretim durmus gibi bir görüntü
arzediyor. Sizce bu, yerli düsüncenin gelisimi ile kültür ve medeniyete katki
saglanmasi açisindan olumsuz bir durum degil mi, ithal fikirlerle yerli düsünce nasil
gelisir?
Süphesiz ki bir dezavantaj. Yalniz tarihî süreci de
unutmamamiz lazim. 1960'dan itibaren baslayan dönem içerisinde yani Türkiye'deki yeni
Islamî dönemde, Islamî anlayis içerisinde yazilan kitaplarin yüzde doksani tercüme
idi, o günkü basilan kitaplara oranla. Ama bugün yüzde altmislara, belki yüzde
ellilere düsmüstür. Gönül ister ki hepsi telif olsun. Ama telif olmasi için tercüme
merhalesinin asilmasi lazim. Kültürler daima tercümeler üzerine dayanir yukarida
belirttigimiz gibi. Müslümanlar 8. yüzyilin basindan 10. yüzyilin basina kadar bütün
antik eserleri tercüme etmislerdir. Yine Islam dünyasinin ve buna bagli olarak Antik
dünyanin bütün eserlerini tercüme etmislerdir. Biz tercümede çok geç kalan bir
milletiz ve bu bizim için üzüntü vericidir. Zannediyorum tercümelerin bu kadar yogun
ve hizli olmasi da uzun mesafeyi kisa zamanda kapatma amacina yöneliktir. Ben bundan
sikinti duymuyorum, hatta ümitvârim.
Islam Medeniyeti'nin,
tercüme dönemini tamamladiktan sonra gerileme dönemine girdigi, Bati dünyasinin da
çevirileri tamamladigi oranda ilerleme sürecine girdigi seklinde bir kanaat var. Sizce
bu yanlis bir tesbit mi?
Bu degerlendirme bana göre dogru degil. Islâm dünyasi
tercümelerle birlikte hizli entellektüellesme süreci yasamis ve bundan sonra Islâm
ilim ve düsüncesinin saheserleri ortaya çikmistir. Tercümelerle beraber geçmis
fikirler aktarilir. Ondan sonra özgün kültür olusur. Eger bu özgün kültür,
güçlü ise uzun süre devam eder. Güçsüzse kisa zamanda kaybolur. Yani tercüme
olmadan özgün eserler meydana gelmez. Mutlaka tercüme asamasindan geçilmesi
gerekir.
Bati'dan ve Dogu'dan çok
sayida eser dilimize çevrilmis durumda. Ama Türkiye'de telif edilen eserlerin Bati ya da
Dogu dillerine tercümesi konusunda ayni yogunluk sözkonusu degil. Bunun sebebi
nedir?
Sunu kabul etmemiz lazim. Biz bir kültür bunalimi yasadik
toplum olarak. Bu, Tanzimat'tan bu yana devam eden bir bunalimdir. Gelenegimizle olan
baglarimizin hepsini kopardik. Gelenege dayanmadan yani geçmise dayanmadan özgün ve
yeni eserler üretmek mümkün degildir. Tarihimize dayanmadan yeni bir eser meydana
getiremeyiz. Onun için 60'lardan sonra yavas yavas özgün eserler verilmeye baslandi.
1960'dan önce verilen özgün eserler de aslinda Osmanli döneminin kalintilarinin devami
niteligindedir. Simdi biz yeni bir yaklasima kosuyoruz. Bu bazilarinin zannettigi gibi
sadece Bati düsüncesi alaninda degil; Islamî düsünce alaninda da Türkiye çok ufuk
açici gelismelere gebe. Dolayisi ile bu merhaleyi astiktan sonra özgün eserler
gelecektir. Tercümeler bizim için bir kaynak ve itici güçtür. Bunlardan hareketle,
kisa zaman sonra çok özgün eserlerin gelecegini düsünüyorum; ümitliyim.
Günümüzde Islam
medeniyeti açisindan önemli eserlerin dipnotlarina ve çevirilere baktigimiz zaman,
Osmanli ve Cumhuriyet döneminde kaleme alinan Islam kültür ve medeniyetinin gelisimi
açisindan son derece önemli eserlerden, gerek Islamî ilimlerde olsun gerek edebi ve
diger sahalarda olsun, yeterince istifade edilmedigini görüyoruz. Sizce Islam
düsüncesinin ve medeniyetinin gelisimi açisindan Osmanli kültür ve medeniyetinin
ürünlerinin Islam dünyasinda dikkate alinmamasinin dogurdugu bir bosluk söz konusu
degil mi?
Dikkat etmemiz gerekir ki 19. yüzyilin basina kadar böyle bir
seyden bahsedemiyoruz yani Islam dünyasindaki bütün bilginler, arastirmacilar Osmanli
kültüründen istifade ediyorlar. O gün Arapça yaziyordu herkes eserini. Ne yazik ki
19. yüzyildan sonrasi için karanlik bir vadide yüzüyoruz. Çünkü biz, Türkler
olarak, Osmanli dönemini reddettik, hiç ilgilenmedik. Osmanli düsmani olan yabancilar
zaten Osmanli'yi yikmak için bunu yaptilar. Digerlerinden de bazilari ilgilendi, bazilari
ilgilenmedi. Binaenaleyh Osmanli, medeniyeti ile, kültürü ile, tarihi ile gadre ugramis
bir medeniyettir. O kadar gadre ugramistir ki bütün düsünce tarihçilerine baktigimiz
zaman, Ibn Rüsd ile Islam dünyasinda düsüncenin bittigini savunurlar. Yani miladi 1196
yillarinda bu isin bittigini söylerler.
Dogru mu?
Çok yanlis ve ben bunu her ortamda savundum. Muhammed Arkun ile
bundan üç sene önce Fransiz Konsoloslugu'nda yapilan konusmada ortaya koydum.
Osmanli'da düsünce yoktur diyenlere karsi da ayni seyi yaptim. Osmanli dönemi
düsüncesi incelenmedigi için, ihmal edildigi için yok zannedilmektedir. Incelendigi
zaman, ki biz bunlari doktora, yüksek lisans bazinda inceletmeye çalisiyoruz, burada
çok önemli, degerli unsurlarin bulundugunu görüyoruz.
Bu çalismalari geçmisten
gelecege uzanan bir ümit asisi olarak degerlendirebilir miyiz?
Surasi da bir vakia ki bugün biz eski kültürümüze dönüs
hareketini yasiyoruz; yeniden kaynaga dönecegiz, kaynaktan istifade edecegiz ve gelecege
adimimizi atacagiz. Kaynaga dönmeden gelecege yönelik hiç bir çalisma yapamayiz. Onun
için Cumhuriyet aydini veyahut son dönem aydinlarimiz bunu hep Bati'da aradilar. Halbuki
kendi degerlerinden, kendi kültüründen yoksun bir topluluk baska toplumlara hiçbir sey
veremez ve ilgi toplayamaz. Bu bakimdan Bati için yapacagimiz her sey degersizdir.
Kendimiz için yapacagimiz her sey, hem Bati için degerlidir hem kendimiz için
degerlidir. Bunun da örneklerini görüyoruz. Islam düsüncesi alaninda yapilan
çalismalar ile Batililar'in karsisina çiktigimiz zaman son derece ilgi topluyoruz ve
bizim uluslararasi alana çikis kapimiz da burasidir.
Tercüme eserlerinizden
hareketle çevirilerin kültürel mahiyeti üzerinde de degerlendirmelerinizi paylasma
firsati bulduk. Isterseniz telif eserlerinize gelelim.
Benim kendi kendime aldigim bir karar vardi: Kirk yasina kadar
telif eser vermemeye çalistim.
Kirk yasini seçisinizin
sebebi nedir?
Insanin olgunluk döneminin yani fikrî olgunlugun, aklî
olgunlugun bir merhalesi oldugunu düsündügüm için mümkün mertebe 40 yasindan önce
telif eser vermekten kaçindim. Zaten tercüme eserler, benim söylemek istedigimin daha
âlâsini söylüyorlardi. Böylece o fikirleri tarama imkani buldum. Ondan sonra,
teliflerimle ilgilendim. Su anda çalismalarim daha çok Islâm düsüncesi üzerinde
yogunlasmis bulunuyor. Yakinda dört kitabim çikacak. Çalismalarim; kronolojik olarak
Islâm düsüncesinin olusumu, klasik Islâm düsüncesi, Osmanli dönemi Türk-Islâm
düsüncesi ve modern Islâm düsüncesi olmak üzere yaklasik 4 ayri periyod halinde
devam etmektedir. Modern ya da çagdas Islâm düsüncesi baglaminda özellikle Karlofça
Anlasmasi'ndan günümüze kadar olan dönemi, Islam dünyasinin batililasmasini, Bati
probleminini, ilmî zihniyet, ulemanin Bati'ya bakisi, Batili aydinlarin Islam'a bakisi
gibi konulari içermektedir. Bu arada özgün Islam düsüncesi dedigimiz yani Kur'an ve
Sünnet'e dayali, Kur'an ve Sünnet'i ölçü alan ve o çerçevede yürütülen Islam
düsüncesinin bugün hem toplumumuza hem de insanlik camiasina neler vaad edebildigini
degerlendirmeyi amaçladigim çalismalarim var. Önümüzdeki günlerde insallah Islam
Düsüncesi Üzerine Arastirmalar diye bir kitabim çikacak. Islam düsüncesinin Bati
düsüncesine tesirleri konusu üzerinde yaklasik on yildir çalisiyorum. Dogrudan birinci
el kaynaklara basvurdugum bu çalismam iki cild halinde yayimlanacak. Bu arada bazi Islam
düsünürlerinin üzerine monografi çalismalarim var. Imam Gazali üzerine, Ibn Sina
üzerine, Tunuslu Hayrettin Pasa üzerine. Çagdas Islam düsünürleri serisi içerisinde
Ahmet Cevdet Pasa, Muhammed Ikbal, Mehmet Akif, Seyyid Kutub, Mevdudi ve
benzerleri...
Bunlar hangi
asamadalar?
Malzemeleri tamam. Zaten ilk dördü yakinda çikacak.
Bekir Karliga'nin 50
yillik ömrünü iki üç cümle ile özetlemesini istemis olsaydik bir Islam felsefecisi
olarak bunu nasil ifade ederdiniz.
Arayislar içerisinde olan bir insan. Ömrü, böyle geldi böyle
gidecek; son nefesime kadar kendimi bir ögrenci olarak tanimliyorum.
Neyi ariyor?
Bütün insanligin ezelden beri pesinden kostugu mutlak hakikati,
Islâm gerçegini en özgün biçimde anlayip insanliga en uygun biçimde sunmanin
yollarini.
"Tarih bilinmeden hiç birsey bilinemez"
Bir profesör olarak, bir
egitimci olarak tarih bilmezligi, bir talihsizlik olarak nitelendirebilir misiniz?
Talihsizlik olarak degil de, büyük eksiklik olarak görürüm,
çünkü tarih suurundan mahrum olan toplumlar hiçbir sey yapamazlar. Böyle bir toplum
ya da böyle bir suurdan yoksun olan fertlerin de ideal örnekler olabilme imkanlari
yoktur. Tarih bizim için çok önemlidir. Çünkü tarihin seyri ayni zamanda dünde
kalan bir olay degildir; bugünümüzü de etkilemektedir ve bugünümüz için de çok
önemlidir. Bu bakimdan tarih bilinci sarttir. Hele 20. yüzyil müslümani için tarih
bilinmeden hiçbir sey bilinemez diye düsünüyorum. Sadece din degil, felsefe degil,
kültür degil, düsünce degil; hiçbir sey bilinemez.
"Ne gelenekçiyim ne de modernist"
Modernizme karsi ya da
gelenekçi oldugunuz söylenebilir mi?
Benim modernizme bakisim da farkli, gelenege bakisim da farkli.
Bu konuda farkli degerlendirmeler yaptigimi saniyorum.
Kendinizi ana yapisi ile
gelenegin temsilcisi addediyor musunuz? Yoksa modernizme mi daha yatkinsiniz?
Ben her ikisine de karsiyim; modern olmaya da karsiyim,
gelenekçi olmaya da karsiyim. Çünkü bizim için senteze ihtiyaç var. Gelenegi de
korumamiz lazim, moderniteden de bazi seyleri almamiz lazim.
Bu ikisinin sentezini
yapmak mümkün mü?
Bana göre mümkün. Ben bu yolda kendim için Muhammed Ikbal
gibi, Mehmed Akif gibi insanlari model aliyorum. |