KONFUÇYUS'UN çömezi KU_SU'nun | |
Prens KU ile MÖ: 417'de yaptığı söyleşi 1-2-3. söyleşiler | |
KU | Bana Şang-Ti 'ye( Gök Tanrı ) tapın, dedikleri zaman, bundan ne anlamalıyım.? |
KU_SU.. | Bu gök bizim gördüğümüz maddesel gök değildir; çünkü o havadan başka bir şey değildir, bu hava topraktan uçup yükselen bütün o buharlardan meydana gelmiştir. Buharlara tapmak da , deli saçması bir şey olurdu. |
KU | Öyle olsa bile ben buna şaşmazdım. İnsanlar bundan çok daha büyük delilikler etmişlerdir gibi geliyor bana. |
KU_SU | Doğrudur; ama siz ülkeyi yönetmek için yetiştirildiniz, uslu akıllı olmanız gerekir. |
KU | Göğe gezegenlere tapan ne uluslar var.! |
KU_SU | Gezegenler de bizimki gibi topraktan başka birşey değildir. Örneğin ha ay bizim taşımıza toprağımıza tapmış, ha biz ayın taşına toprağına tapmışız. |
KU | Kuzum, gökyüzü, yeryüzü, göğe yükselmek, göğe layık olmak, dendiği zaman ne anlatılmak istenir. |
KU_SU | Kocaman bir saçma yumurtalanmış olur. Gök diye bir şey yoktur ki; her gezegen yumurtanın kabuğu gibi, kendi atmosferi ile çevrilmiştir, uzayda kendi güneşinin çevresinde döner. Her güneş durmadan etrafında gezen birçok gezegenlerin merkezidir. Ne yukarı, ne aşağı, ne çıkış ne de iniş vardır. Görüyorsunuz ki, ayda oturanlar da kalkıp dünyaya çıkılır, dünyaya layık olmaya çalışmalıdır , gibi laflar etseydiler, acayip sözler söylemiş olurlardı. Bunun gibi biz de, " Göğe layık olmaya çalışmalıdır." dediğimiz zaman anlamsız bir söz söylemiş oluyoruz. Bunun havaya, ejder takım yıldızına, uzaya layık olmaya çalışmalıdır, demekten hiç farkı yoktur. |
KU | Ne demek istediğinizi anlar gibi oluyorum. "Yerle göğü yaratan Tanrı'dan başkasına tapmamalıyız." |
KU_SU | Elbette, yalnız Tanrı'ya tapmalıyız. Ama yerle göğü yaratan dediğimiz zaman, sofuca saçmalamış oluyoruz. Çünkü gök deyince, Tanrı'nın içinde bir sürü güneşler yakıp, bir sürü dünyaları döndürdüğü o uçsuz bucaksız uzayı anlıyorsak, "yerle gök" demek, "dağlarla bir kum tanesi " demekten daha gülünçtür. Yeryüzü, önünde kaybolduğumuz o milyonlarca, milyarlarca evrenle kıyaslanınca bir kum tanesinden çok daha ufak kalır. Yapabileceğimiz bir şey varsa o da, cılız sesimizi burada sonsuzluğun uçurumunda Tanrı'ya yücelten sayısız varlıkların sesine uydurmaktır. |
KU | Demek, Fo'nun (Çinde Budaya verilen ad)dördüncü kat gökten aramıza indiğini, beyaz fil biçiminde göründüğünü söyleyenler, bizi bal gibi aldatmışlar. |
KU_SU | Bunlar Buda rahiplerinin çoluk çocuğa, yaşlılara anlattıkları masallardır. Biz ancak bütün varlıkların ilksiz yaradanına tapmalıyız. |
KU | Ama bir varlık, öteki varlıkları nasıl meydana getirebilmiş.? |
KU_SU | Şu yıldıza bakın; bizim küçük gezegenimizden 1500 milyon lis uzakta, gözlerinizde tepesi tepesi eşit iki açı meydana getiren ışınlar saçıyor. Bu ışınlar bütün canlıların gözünde de aynı açıları meydana getiriyor. İşte bundan açık bir amaç, bundan iyi bir yasa olabilir mi? Şimdi bir işi bir işçi yapmaz da kim yapar? Yasaları bir yasa koyucu kurmaz da kim kurar.? Demek ilksiz bir işçi bir yasa kurucusu var. |
KU | İyi ama bu işçiyi kim yaratmış.? O nasıl yaratılmış.? |
KU_SU | Efendimiz, dün kral babanızın yaptırdığı sarayın çevresinde geziniyordum.İki cırcır böceğinin konuştuklarını duydum, biri ötekine şöyle diyordu. " İşte şaşılacak bir yapı." öbürü " Evet, bütün ünüme sanıma rağmen itiraf ederim ki, bu harikayı cırcır böceklerinden daha güçlü biri meydana getirmiş, yalnız bu varlığa dair hiçbir fikrim yok, var olduğunu görüyorum, ama ne olduğunu bilmiyorum." |
KU | Görüyorum ki, siz benden daha bilgili bir cırcır böceğisiniz, hoşuma giden yönünüz de bilmediğiniz şeyleri biliyorum diye ayak dirememeniz. |
KU_SU | Şuhalde kendi kendine var olan, bütün doğanın yüce ustası, mutlak kuvvette bir varlığın var olduğunu kabul ediyorsunuz. |
KU | Evet, ama kendi kendine var olduğuna göre demek ki hiçbir şey onu sınırlandıramaz, demek ki o her yerdedir, her maddede, benliğimin her parçasında. |
KU_SU | Neye olmasın.? |
KU | O halde ben, kendim de tanrılığın bir parçası mıyım.? |
KU_SU | Bundan çıkan belki de bu değildir. Şu cam parçasına her yanından ışık giriyor, ama kendisi ışık mıdır? Sadece kumdan ibaret, işte o kadar. Kuşkusuz her şey Tanrıdadır, her şeye can veren de her yanda olmalı. Tanrı sarayında oturup kaoslarla buyruk gönderen Çin imparatoruna benzemez. Var olmaya başladığı yerde varlığının bütün uzayı, har yapıtını doldurması gerektir. Hem madem Tanrı içinizdedir, bu da onun katında yüzünüzü kızartabilecek hiçbir davranışta bulunmamamnız için sürekli bir uyarıdır. |
KU | İnsan yüce varlığın katında, kendi kendine böyle iğrenmeden, utanmadan bakabilmek için ne yapmalı.? |
KU_SU | Doğru olmalı. |
KU | Daha başka.? |
KU_SU | Doğru olmalı. |
KU | İyi ama Laokium mezhebi, ne doğru ne eğri ne ahlaksızlık ne de erdem var diyor. |
KU_SU | Laokium mezhebi, sağlık hastalık da yok diyor mu? |
KU | Hayır, bu kadar yanlış bir şey söylemiyor. |
KU_SU | Ne ruh sağlığı, ne beden sağlığı, ne erdem, ne de ahlaksızlık olmadığını düşünmek de o kadar yanlış olur, onun kadar büyük, hatta ondan daha felaketli bir yanlışlık. Her şeyin bir olduğunu söyleyenler canavardır. İnsanın evladını besleyip büyütmesiyle taşın üstünde parçalaması, anasına yardım etmesiyle yüreğine bir hançer saplaması bir midir.? |
KU | Tüylerimi ürpertiyorsunuz, ben Laokium mezhebinden nefret ederim, ama şu doğrunun da öyle ince farkları var ki. İnsanın neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini kesin olarak kim biliyor.? İyiyi kötüden ayıran sınırları tam bir güvenle kim çizebilir? Onları birbirinden ayırdetmek için bana gösterdiğiniz kural nedir.?? |
KU_SU | Hocam Konfuçyüs'un kuralları: " Ölürken gözün arkada kalmayacak gibi yaşa. Benzerine , sana nasıl davranmasını istiyorsan öyle davran." |
KU | Doğrusu bu özdeyişler insanoğlunun yasası olmalı. Ama ölürken ha gözüm arkada kalmış, ha kalmamış ne önemi olacak, bundan ne kazanacağım? Şu duvar saati parçalanınca, saatleri ne güzel çalardım diye sanki mutlu mu olacak.? |
KU_SU | Bu saat, ne duyar ne düşünür, onun vicdan azabı duymasına olanak yoktur, ama siz, kendinizi suçlu bulduğunuz zaman, o azabı duyarsınız. |
KU | Ya suç üstüne suç işledikten sonra, artık vicdan azabı duymaz olursam? |
KU_SU | O zaman sizi boğmak gerekecektir; hem merak etmeyin, kendilerini ezdirmekten hoşlanmayan insanlar arasında, sizi yeni suçlar işlemeyecek hale getirecekler de çıkar. |
KU | Ya, demek içlerindeki Tanrı, benim kötü olmama müsaade ettikten sonra, onların da kötülük etmelerine göz yumacak, öyle mi? |
KU_SU | Tanrı size akıl vermiş, siz de, onlar da, onu kötüye kullanmayın. Yoksa yalnız bu dünyada mutsuzluğa düşmekle kalmazsınız, öteki dünyada da mutsuz olmıyacağınızı kim söyleyebilir.? |
KU | Peki ama size başka bir dünya var, diyen kim? |
KU_SU | Kuşkuya düştüğünüz zaman varmış gibi davranmalısınız. |
KU | Ya olmadığına kesinlikle inanıyorsam.? |
KU_SU | Sakın ha.... |
KU | Beni kızdırıyorsunuz, Ku-Su. Öldükten sonra
armağan almam veya ceza görmem için bende, benden sonra duyan, düşünen birşeylerin
olması gerek. Ama ben dünyaya gelmeden önce bana ait hiçbir şeyde ne duygu, ne
düşünce yoksa, ben öldükten sonra ne diye olsun.? Benliğimin bu anlaşılmaz yönü
acaba ne olabilir.? Şu arının vızıltısı, arı öldükten sonra da kalır mı? Şu
bitki, kökünden söküldükten sonra bir daha bitebilir mi? Bu bitme bitkinin yüce
varlığın izniyle toprağın özsularını anlatılmaz bir biçimde emişini anlatmak
için kullanılan bir sözcük değilmidir.? Bunun gibi Ruh da hayatımızın hız
aldığı kaynakları zayıf, belirsiz bir biçimde anlatmak için uydurulmuş bir
sözcüktür. Bütün canlılar kendi kendilerine hareket ederler, bu kendi kendilerine
hareket etme gücüne de, etkin güç deniyor. Ama başlı başına bu güçten başka bir
şey olan bir varlık yoktur. Tutkularımız var, şu bellek, şu akıl elbette ayrı
ayrı şeyler değil, onlar özel yaşayışları olan küçük küçük kişiler de
değil, düşüncelerimizi saptamak için uydurulmuş cinsil sözcüklerdir. Demek oluyor
ki; belleğimiz aklımız tutkularımız demek olan ruh bile, o da bir sözcükten başka
bir şey değil. Doğada hareket yaratan kim? Tanrı . İnsan ruhu vucudumuza kapanmış,
oradan onun hareketlerini, düşüncelerini yöneten küçük bir kişi olsa, evrenin
ilksiz yaratıcısı için bu bir becerksizlik, ona yakışmayan bir kurnazlık belirtisi
olmaz mıydı? Demek hareket, düşünce verisini kendi kendilerinde bulan otomatlar
yaratma gücünde değilmiş, öylemi? Bana Yunanca öğrettiniz, Homerosu okuttunuz,
Tanrıların toplantısına kendiliklerinden giden üç ayaklı altın sacayaklar yapmış
olan Vulcanius'u yüce bir demirci sayarım, ama aynı vulcanius bu üçayaklı altın
sacayakların gövdesine çocuklarından birini saklayıp kimse farkında olmadan hareket
ettirmiş olsaydı bana bayağı bir şarlatan gibi görünürdü. Gezegenleri hiç
durmadan arkalarından iten, cinlere perilere yuvarlatmayı güzel bir tasarı gibi
akıllarına koymuş soğuk hayalciler var, berekt versin Tanrı kala kala bu aşağılık
çareye kalmamıştır. sözün kısası, bir işe tek bir etken yeterken iki etken
karıştırmanın ne gereği var.? Tanrının o madde dediğimiz o pek az bilinen
varlığı harekete geçirecek güçte olduğunu da inkar edemezsiniz ya , öyle ise onu
hareket ettirmek için ne diye başka bir etken kullansın.? Dahası da var, vucudumuza bu
kadar cömertçe verdiğiniz o ruh ne olabilir? Nereden gelir.? Ne zaman gelir? acaba
evrenin Yaratıcısı kadınlarla erkeklerin çiftleşmesini durmadan gözetler de,
erkeğin vucudundan çıkan bir tohumun kadının vucuduna gireceği anı kestirir
kestirmez ona çabucak bir ruh mu gönderir? Sonra o tohum ölürse bu ruh ne olacak?
Demek boşuna yaratılmış olacak, yahut başka bir fırsat bekliyecek. Doğrusu
dünyanın efendisi için işte garip bir uğraşı, üstelik yalnız insanoğlunun
çiftleşmesine durmadan göz kulak olmakla iş bitmez, bütün hayvanlar için de aynı
şeyi yapması gerekir. Çünkü; onların, hepsinin de bizim gibi bellekleri,
düşünceleri tutkuları var, sonra bu duyguları bu belleği , bu düşünceleri, bu
tutkuları meydana getirmek için mutlaka bir ruh lazım olduğuna göre, Tanrının
filler için olduğu kadar domuzlar için, baykuşlar için olduğu kadar balıklar ve
buda rahipleri için de boyuna ruh hazırlamakla uğraşması gerek. Yapıtını
sürdürmek için hiç durmadan görülmez onarımlar yapmak zorunda kalan o milyonlarca
evrenin yapıcısı hakkında bana ne tuhaf bir fikir vermiş oluyorsunuz.? İşte ruhun varlığından beni kuşkuya düşürebilecek nedenlerin küçük bir bölümü. |
KU_SU | İyi niyetle akıl yürütüyorsunuz; bu erdemli kanı yanlış da olsa yüce varlığın hoşuna gider. Yanılabilirsiniz, ama siz kendinizi yanıltmaya uğraşmıyorsunuz, böyle olunca hoş görülürsünüz. Ama düşünün ki, bana kuşkudan başka bir şey vermiyorsunuz, hem de ne hazin kuşkular. Akla yakın şeylerden insanı daha çok avutanına olasılık veriniz. yok olmak zordur. Var olmayı umunuz. Bir düşüncenin hiç de madde olmadığını biliyorsunuz, o halde Tanrının içinize, dağılamayacağı için ölmesine de olanak olmayan, yüce bir ilke koymuş olduğuna inanmak sizin için neden zor olsun.? Bir ruha sahip olmanızın olanaksız bir şey olduğunu söylemeye diliniz varıyor mu? Kuşkusuz hayır, böyle olunca sizin de bir ruhunuzun olması akla yakın değil midir? İnsanoğlu için bu kadar güzel, bu kadar gerekli bir sistemi reddedebilirmisiniz? Bir takım güçlükler mi sizi bundan alıkoyacak? |
KU | Bu sistemi kabul etmek isterdim, ama tanıtlanması şartıyla. Ortada apaçık, inanılacak bir şey olmayınca kendimi zorla inandıramam. Her zaman şu büyük düşünceye saplanıp kalıyorum; Tanrı her şeyi yaratmıştır, her yerde vardır, her şeyin içine girer, her şeye hareket hayat veren O'dur. Doğanın her bölümünde var olduğu gibi benim varlığımın da her parçasında varsa neden bir ruha ihtiyacım olsun, anlamıyorum. Tanrı, kendisi bana can verdikten sonra, bu aşağı sıradan küçük varlıkla ne işim var? Bu ruhun bana ne yararı olur? Düşüncelerimiz bizden çıkmıyor, çünkü onlar hemen her zaman istemiyerek aklımıza geliyor; uyuduğumuz zaman da düşünüyoruz. Bizde her şey, biz işe karışmadan olup bitiyor. Ruh istediği kadar kana, vucudumuzdaki yaşatıcı özlere " Rica ederim, beni hoşnut etmek için şöyle koşunuz." desin, onlar gene Tanrı nasıl buyurduysa vucudumuzda öyle dolaşacaklardır. Ben varlığından emin olmadığım bir ruhun makinesi olmaktansa, varlığı tanıtlanmış bir Tanrının makinesi olmayı tercih ederim. |
KU_SU | Pekala! mademki canlı tutan Tanrının kendisidir, içinizdeki
bu Tanrıyı suç işleyerek hiç kirletmeyin. Size bir ruh vermişse, bu ruh onu küçük
düşürmesin. Her iki sistemde de sizin bir elindeliğiniz ( ihtiyar-seçim hakkı-irade
) var, özgürsünüz, yani canınızın istediğini yapmak gücündesiniz, bu gücü onu
size veren Tanrı için kullanınız. Filozof olmanız iyidir, ama doğru olmanız
zorunludur. Ölümsüz bir ruha sahip olduğunuza inandığınız zaman daha doğru
olacaksınız. Lütfen bana cevap verin: Tanrının en yüksek adalet olduğu doğru değil mi? |
KU | Elbette; hem bundan sonra artık öyle olmasa bile ( ki bu dinsizlik olur.) ben kendim Haktanırlıktan ayrılmak istemem. |
KU_SU | Tahta çıktığınız zaman ödeviniz, iyi eylemleri ödüllendirmek, kötü eylemleri cezalandırmak olmayacak mı? Sizin bile yapmak zorunda olduğunuz bir şeyi Tanrı yapmasın mı? Biliyorsunuz ki bu yaşamda insanı mutsuz eden erdemler, cezasız kalmış suçlar vardır, her zaman da olacaktır. Şu halde iyilikle kötülüğün bir başka yaşamda tartıya vurulması zorunluluğu vardır. Birçok uluslarda ruhların ölümsüzlüğü inancı, ölümlü cesetlerinden ayrıldıktan sonra bu ruhları yargılayan yüce adalet inancını kökleştiren bu çok yalın, çok doğal genel düşünce olmuştur. Tanrılığa bundan daha akla yakın , daha yakışık, insanoğluna bundan daha faydalı bir sistem var mı? |
KU | Öyledir de birçok uluslar neden bu sistemi kabul etmemişler? Taşramızda vaktiyle Hicaz'ın bir bölümünde yaşamış, ikiyüz kadar Sinous ailesi ( Dağılma döneminde Çine kadar gelen 10 yahudi oymağına ait aileler) olduğunu biliyorsunuz. Ne onlar ne onların ataları ruhun ölümsüzlüğüne hiç inanmamışlardır. ( Bu yahudiler Ferisiler denen yahudi mezhebine dahil olmalılar ) Bizim beş kingimiz ( Çin Filozofları ) gibi onların da beş kitapları var, çevirisini okudum, zorunlu olarak bütün öteki ulusların yasalarına benzeyen yasaları, onlara babalarına saygı göstermeyi, hiç hırsızlık etmemeyi, hiçbir zaman yalan söylememeyi, zina etmemeyi, adam öldürmemeyi buyuruyor, ama aynı yasalar onlara başka bir yaşamda alınacak ödüllerden, görülecek cezalardan falan hiç sözetmiyor. |
KU_SU | Bu düşünce o zavallı ulusta henüz gelişmemişse, bir gün gelir elbette gelişir. Ama Babilliler, Mısırlılar, Hindular, bütün uygar uluslar bu hayırlı dogmayı kabul ettikten sonra küçücük zavallı bir ulusun bizim için ne önemi var? Hasta olsanız, bütün Çinlilerin kullandığı denenmiş bir ilacı, zavallı dağlı barbarlar kullanmak istemiyorlar diye, almak istemez misiniz? Tanrı size akıl vermiş, o akıl size ruhun ölümsüz olması gerektiğini söylüyor; demek oluyor ki bunu size söyleyen Tanrı'nın kendisidir. |
KU | İyi ama, artık ben, ben olmaktan çıkınca, kişiliğimin meydana getirdiği şeyden bende bir şey kalmayınca nasıl ödül alacağım, yahut ceza göreceğim? Beni, ben eden, her zaman için ancak belleğimdir; son hastalığımda belleğimi kaybediyorum; o halde, öldükten sonra tekrar ona kavuşmak, beni kaybettiğim varlığıma yeniden sokmak için bir mucize mi olacak? |
KU_SU | Yani, demek istiyorsunuz ki, bir hükümdar, hüküm sürmek için ailesini boğazlamış, uyruklarını baskı altında ezmiş olsa, Tanrıya: «Bütün bunları yapıp eden ben değilim, belleğimi kaybettim, yanılıyorsunuz, ben artık aynı insan değilim» demekle yakasını kurtaracak. Tanrı böyle bir safsatayı hoş görür mü sanıyorsunuz? |
KU | Pekâlâ, öyle olsun, kabul ediyorum; şimdiye kadar kendi
kendime iyilik etmek istiyordum; bundan sonra Yüce Varlığın hoşuna gitmek için de
iyilik ederim; ruhumun bu yaşamda doğru olmasını yeter buluyor, bir başka yaşamda da
mutlu olacağını umuyordum. Görüyorum ki bu kanı, uluslar için de, hükümdarlar
için de iyi bir kanı, ama Tanrıya tapınmak beni şaşırtıyor. |