*Ali Nar ile Ramazan El Buti ve Fıkhussire*- |
Röportaj: Selami ÇALIŞKAN- 16.03.2006 |
Yaşayan herkes bu kitabı okumalı Müellif Fıkhu’s-Siyre adlı eserinde, İslam’ın akidesi, fıkhı, ahlâkı, içtimaî hüküm esasları, hayat tarzları, ailevî hayata ait hükümler, taktikler, usuller, metodların hepsini, Peygamber Efendimizin hayatından çıkarma yapıyor. Peygamber Efendimiz ve Hayat’ı anlatan, Suriyeli Prof. Dr. M. Said Ramazan el-Buti’nin yazdığı “Fıkhu’s-Siyre” adlı kitabını Türkçe’ye tercüme edenlerden Ali Nar Hocaefendi ile kitabı, müellifini, Fıkhu’s-Siyre’nin özelliklerini konuştuk. Erzincan eski Milletvekili Naci Terzi ağabeyin de: “İmam-Hatip’te öğretmenimizdi. Allah razı olsun. Yetişmemiz için çok emeği geçti) dediği Ali Nar Hocaefendi diyor ki: “Bu kitabı hayatta olan herkesin okuması lazım” Ali Nar Hocaefendi ile İslami Edebiyat Vakfı’nda yaptığımız konuşma şöyle sürdü. Muhterem Hocam, önce kitabınızın isminden başlayalım. Fıkhu’s-Siyre nedir? Fıkıh malum, Siyret de malum. Bu terkib, siyretin fıkhı. Yani Peygamber Efendimiz aleyhisselam’ın hayatından doğrudan çıkarılan fıkıh. Bu fıkıh da fıkıh ilmi, yani bugün bildiğimiz fıkıh ilminin sadece kendisi değil. İslami bilgi ve şuur. Yani İslam’ın akidesi, fıkhı, ahlakı, içtimai hüküm esasları, hayat tarzları, ailevi hayatı vs. nelere ait hükümler, taktikler, usuller, metodlar varsa, hepsini, Peygamber Efendimizin hayatından çıkarma yapıyor. Müellif el Buti’nin Hocası Mustafa Sıbai vardı. O da son devrin büyük alimlerinden. Hadislerden hükümler çıkararak “Fıkhu’s-Sünne” isimli bir eser yazmış. Yani hadislerden fıkıh hükümleri çıkarıyor. Türkçe’ye de tercüme edilmiş. Fakat o, tavsiyesi üzerine talebesi el Buti’nin yazdığı Fıkhu’s-Siyre kadar tutulmadı. Yani, hocasının başaramadığını talebesi başardı. Bunun metodu müthiş. “Örnek insan”ın hayatını anlatıyor Bu kitabın diğer siyer kitaplarından farkını izah eder misiniz? Bu kitap Resulullah’ın (sav) hayatını anlatıyor. O’nun hayatını bir hikaye gibi anlatmıyor, bütün hayatını teferruatıyla da almıyor. Ancak Peygamber Efendimizin hayatında bize örnek olacak en esaslı meseleleri ele alıyor. Mesela O’nun zamanında yapılan savaşlardan bahsederken, Bedir’i, Uhud’u, Hayber’i, Hendek savaşını geniş işliyor, küçük gazvelerin sadece adı geçiyor. Yani teferruatına girmiyor. Mesela Bedir Savaşını anlatırken; savaşın sebeplerini, sonuçlarını, hayata müteallik özelliklerini izah ediyor. Doğrusu önce ilmi olarak Bedir Savaşı nerede, ne zaman, kimler arasında yapılmıştır? Kaç kişi savaşmıştır, kaç kişi şehit olmuştur? Bu soruların cevabını sahih Hadis kitaplarında arıyor. Orada bulamadıklarını, sağlam siyer kitaplarında arıyor. Yani el Buti, meseleleri tartışmasız bir şekilde ilmi kaynaklarla ortaya koyuyor. Onu da uzun uzun hikaye etmiyor. Özetliyor. Sonra “Bedir Savaşı’nın sebepleri nelerdi?”, “Bedir savaşında alınan kritik kararlar nelerdi?” sorularına cevap arıyor. Mesela savaştan önce ordunun karargah yerini Peygamber Efendimiz gösteriyor. “Karargahı buraya kurun” diyor. Fakat Sahabeden birisi çıkıyor, diyor ki: “Ya Resulallah, karargahımızı Bedir kuyularının önüne kursak daha iyi olur. Su bizim kontrolümüzde olur. Düşman susuz kalır” diyor. Peygamber Efendimiz, O Sahabenin görüşünü uygun görüyor ve karargah ileri hatta taşınıyor. Yani istişareyi esas alıyor. Peygamber olmasına rağmen, “Benim dediğim olacak” demiyor. Yine Bedir’de esir alınan müşriklere deniyor ki: “Okuma yazma bilenler Müslümanlara okur-yazarlık öğretmeleri halinde serbest bırakılacaklar” Bu o zamana kadar tarihte eşi ve benzeri görülmemiş bir metod. Arapların “Cehaletle mücadele”, bizde ise “Okuma-Yazma seferberliği” denilen hadiseyi Peygamber Efendimiz Bedir harbinden sonra başlatıyor. Bedir’de Savaş oluyor. Savaşın sonunda alınan esirlere deniliyor ki: “Hürriyetinize kavuşmak istiyorsanız, en az bir Müslüman’a okur-yazarlık öğretiniz” Müellif bu konuya fazla girmemiş. Ben tercüme ederken dipnot koydum. Bugün durum nasıl olacak? “Müslüman çocuğuna gayr-i Müslim öğretmen olur mu? Olursa hangi dersleri nasıl öğretir?” şeklinde sorulara cevap verdim. Yine Resulullah’ın uygulamalarına dayanarak. Evet gayr-i Müslimlerden Müslüman çocuklarına öğretmen olabilir. Onlar, Müslüman çocuklarına ancak teknik ve lisan dersleri verebilirler. Ahlak dersleri veremezler. Bir de Müslüman çocukları gayr-i Müslim öğretmenler cezalandıramazlar. Niçin? Çünkü Allah’ın Resulü müsaade etmiyor. Müslüman çocuklara okur-yazarlık öğretirken, öğrenmek istemeyenleri dövmeye kalkıyorlar. Peygamber Efendimiz: “Hayır, siz onları cezalandıramazsınız. Çünkü öyle bir yetkiniz yok” diyor. Müşrik esirlerin okur-yazarlık öğrettiği meşhur sahabeler de var mı? Evet var. İşte Zeyd ibni Savbit (r.a.). Hani Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde Kur’an-ı Kerim’in cemi, yani Mushaf haline getirilmesinde görevli heyetin (Vahiy Katiplerinin) Başkanı Zeyd ibni Sabit (r.a.) o zaman okur yazarlık öğrenen sahabelerden. Bu kitabı (Fıkhu’s-Siyre) tercüme etmem de enteresan gelişmeler oldu. Fıkhu’s-Siyre hadise oldu O enteresan dediğiniz gelişmelerden birini anlatır mısınız? Memnuniyetle, 1975’te Bağdat’a gidiyordum. Birileri dedi ki: Oradan enteresan kitaplar getir de tercüme et. Birisi de dedi ki: “Öyle bir kitap getir ve tercüme et ki, hadise olsun” Ben de tercüme edince hadise olacak kitabı aramaya başladım. Şair, mütefekkir, edib, yazar, kime rastlıyorsam, soruyorum: “Bana öyle bir kitap tavsiye edin ki, tercüme edince Türkiye’de olay olsun” Sanki herkes sözleşmiş gibi “Vahidüddin Han’ın yazdığı “El-İslam Yete Hadde= İslam Meydan Okuyor” diye bir kitap var. Bu kitabın Arapçasını buldum. Suriye, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan’da karşılaştığım her Müslüman ilim adamı ve mütefekkire sordum. “Evet, o kitap iyi bir kitap” dediler. Vahidüddin Han’ın yazdığı “El-İslam yetehadde= İslam Meydan Okuyor” adlı kitabın özelliği neydi? İslamın vahyini, emir ve yasaklarını önce kitap ve sünnetle (ayetler ve hadislerle) ispatlıyor, sonra da müsbet ilim ve akli delillerle ispata çalışıyordu. Müthiş bir kitaptı yani. Sonra Suriye’de Şam’a uğradım. Bu sırada Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el Buti’yi gördüm. Sohbetlerine ve derslerine devam ettim. El-Buti’nin Fıkhu’s-Siyre adlı kitabından dersler verdiğini öğrendim. Kendisiyle samimi olunca bana Fıkhu’s-Siyre kitabını hediye etti. Fıkhu’s-Siyre de yanımda, Şam’dan İstanbul’a geldim. Ancak ben Vahidüddin Han’ın “El-İslam yetehadde=İslam Meydan Okuyor” adlı kitabını tercümeye niyetliydim. İstanbul’da kitabın Türkçe’ye tercüme edildiğini ve Sebil Yayınevi tarafından basıldığını gördüm. Tercüme edilmiş bir kitabı yeniden tercüme etmek gibi bir prensibim yoktur. Ben de Fıkhu’s-Siyre’yi tercüme ettim. Hakikaten Türkiye’de hadise oldu. Nasıl hadise olduğunu biraz açıklar mısınız? Bir kere bu kitabın (Fıkhu’s-Siyre) her baskısı en az 3-4 bin olmak üzere, 20’nin üzerinde baskısı yapıldı. Tabi bu öyle bir kere alınıp-okunup, bir kenara bırakılacak kitaplardan değil. Örnek İnsan Peygamber Efendimizin hayatı anlatıldığından, her satırında ibretler, dersler ve stratejiler var. Erzurum İlahiyat Fakültesi’nde ders kitabı olarak okutuluyor. Yine birçok öğrenci yurdunda, hanımların ev sohbetlerinde okunuyor. Sıkıyönetim varken Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da evlerde bu kitaba rastlanıyor. Ve kitabı yasaklamışlar. Çok okununca yasaklamışlar... Niçin yasaklamışlar? İçinde Türkiye siyasetiyle ilgili suç unsuru bir şey bulamamışlar. Ancak “Her evde bulunduğuna ve çok okunduğuna göre yine de bunda bir şey var” diye düşünmüşler. Bu düşünceyle yasaklamışlar. Sizinle görüşmeden önce Emin Saraç Hoca Efendinin kitap ve yazarı hakkındaki görüşlerini aldım. O, herkese bu kitabı okumayı tavsiye ettiği gibi, bu kitabı (Fıkhu’s-Siyre) tercüme etmenizi de kendisinin bizzat tavsiye ettiğini söyledi. Kitabın müellifi Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti’den bahseder misiniz? 1975’te Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti’yi, Şam Üniversitesi, Şeriat Fakültesi’nin Dekanı ve Fıkıh profesörü olarak tanıdım. O zaman henüz gençti, sakalı da henüz yoktu. Oğulları da doktora yapıyordu. Eniştesi Ahmet Ramazan’ın evine gittik. Soyadları da Ramazan ama Ahmet Ramazan, Malatyalı. Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu mecmuasında Yazıişleri Müdürüymüş. Necip Fazıl, İsmet İnönü’ye eleştiren sert bir yazı yazmış. Ahmet Ramazan, Üstad’ı uyarmış. “Bu yazıyı yayınlarsak ceza alırız, Büyük Doğu’yu da kapatırlar” demiş. Üstad da: “Biliyorum, en az 7 yıl hapisten başlar cezamız, ancak yine de bu yazıyı yayınlamalıyız” demiş. Dergi basılır basılmaz toplatılmış. Üstad, arkadaşlarına: “Herkes başının çaresine baksın” demiş, kendisi hapse atılmış, Ahmet Ramazan da tabana kuvvet, önce Bağdat’a kaçmış, orada bir müddet kaldıktan sonra Şam’a geçmiş. Biz de Bağdat’ta bizim elçilikte çalışan bir görevliye “Şam’a gideceğiz” deyince, o görevli: “Orada Ahmet Ramazan’ı bulun. O size yardımcı olur” demişti. Şam’a gidince, Ahmet Ramazan’ı buldunuz mu? Evet, Şam’a gidince, Ahmet Ramazan’ı bulduk. O bize Muhammed Said Ramazan el-Buti’nin babası Molla Ramazan’ın ismiyle anılan Camiye yakın bir ev buldu. O evde 2 ay kaldık. Molla Ramazan’ın oğulları da babalarıyla birlikte caminin etrafındaki lojmanlarda kalıyorlar. Lojman dediysem, ikişer odalı evler. Bağdat yaz mevsiminde çok sıcaktı. Durulacak gibi değildi. Kitabın müellifi Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti’ 7 yaşındayken Cizre’den babası Molla Ramazan ile Şam’a göçmüşler. Babasından ilim tahsil eden el-Buti, daha sonra Mısır’daki Ezher Üniversitesi’ni bitirmiş. Doktorasını da orada tamamladıktan sonra Şam’a dönmüş. İyi derecede Türkçe biliyordu. Babası Türkçe bilmiyor. El-Buti, sorularımıza cevap verirken, önce babasına danışıyordu. Babası Molla Ramazan, alim, fakih, aynı zamanda Nakşi şeyhiydi. El-Buti de babası Molla Ramazan’ın ismiyle bilinen camide namaz kıldırıyor, hutbe okuyor ve ders okutuyordu. Mesela Şam’ın ortasında Osmanlılardan kalma Bayraktar Camii var. http://www.bouti.com |