* ABD, HER 10 YILDA BİR SAVAŞ ÇIKARMAK ZORUNDA ( AHMED YÜKSEL ÖZEMRE )
     Ümran - Kasım-2001 - Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan: Hocam, ABD’nin Afganistan’da başlattığı savaşın pek çok nedeni ve boyutu olduğunu biliyoruz. Sizinle başta enerji savaşları sorunu olmak üzere diğer muhtemel gelişmeleri konuşmak istiyoruz. Sizce Amerika, bu savaşı, aynı zamanda, dünyanın en zengin enerji ve doğal gaz yataklarını ve kaynaklarını kontrol etmek için başlatmış olabilir mi? İkinci sorum da şu: ABD’nin Afganistan’da başlattığı savaşı, 20. yüzyılın diğer savaşlarıyla karşılaştırarak anlamlandırmanızı istesem neler söylersiniz?

Ahmed Yüksel Özemre: 20. yüzyıl başında vuku bulan bütün savaşların da, şu an yaşanan savaşın da dünyanın enerji kaynaklarına erişmek, enerji kaynaklarına giden yolları kontrol etmek veya en azından enerji kaynaklarını dünya piyasasına açık tutmak gayesiyle yapıldığı söylenebilir. Her millet kendi enerji politikasını belirlemekle mükelleftir. Kendisine yetecek kadar enerji kaynağı olmayan milletlerin başka ülkelere bağımlı olmaları kaçınılmazdır. Türkiye’nin bu açıdan hali içler acısıdır. Türkiye enerji kaynakları bakımından sarfettiği enerjinin % 50 kadarını dışarıdan ithal etmek mecburiyetindedir. Ve Türkiye’nin enerji ihtiyacı bugünkü oranda artacak olursa, önümüzdeki 20 sene içinde Türkiye’nin tükettiği enerjinin % 70’i dış kaynaklı olacaktır. Enerji bakımından kendi kendine yeten ülke dünyada pek azdır. Bu arada Amerika’yı zikretmek lazım.

Kaplan: Hocam, Amerika’dan önce, 1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin özellikle Ortadoğu’nun haritalarını yeniden çizmelerinde enerji kaynaklarının rolü nedir?

Özemre: İngilizler, Hindistan’ı ele geçirdikten sonra, Ortadoğu’nun bütün enerji kaynaklarına sahip olmak istediler. Ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olan bütün hareketler, özellikle İngilizlerin Irak petrollerini ele geçirmeleriyle alakalıdır. Şimdi, bütün dünya ülkeleri arasında devletinin geleceğini Amerika kadar berrak bir şekilde düşünen başka ülke yoktur. Amerika sahip olduğu kömür ve petrol yataklarına rağmen elindeki gerek Texas, gerekse Alaska’daki petrol yataklarının bir kısmını kesinlikle işletmeye açmamakta, bunları ilerisi için bir rezerv olarak kullanmayı düşünmektedir. Texas ve Alaska’daki petrol yataklarının % 40’ı Amerika’nın 50 sene sonrası için sakladığı petrol yataklarıdır.

Kaplan: Niçin elli sene sonrası?

Özemre: Çünkü yapılan hesaplamalara göre, dünyanın enerji tüketiminin aynı oranda sürdüğü dikkate alındığında, 2050 senesinde petrol yatakları, 2150 senesinde de kömür yatakları tükenmiş olacaktır. Şu anda 2050 senesi dünya için fevkalade kritik bir senedir. Düşününüz 2050 senesinde Rusya’nın, Azerbaycan’ın, İran’ın, Irak’ın, Kuveyt’in, Bahreyn’in, Kazakistan’ın ve Kuzey Denizi’nin petrol kaynakları tükendiğinde Amerika’nın elinde hala Alaska’da ve Texas’ta 50 sene sonrası için rezerv olarak sakladığı petrol yatakları Amerika’ya en az 20 sene muazzam bir üstünlük sağlayacaktır. Bütün dünyada petro-kimya sanayii çökmüş, bütün otomobillerin çoğu durmuş, uçaklar özellikle de askeri uçaklar benzinsiz kalmış iken Amerika bütün bu uçaklarını uçuracak ve bütün arabalarını işletecek ve petro-kimya sanayiine tek başına hakim olacaktır. İşte onun içindir ki, Amerika, dünyada kendi ülkesinin dışındaki tüm petrol kaynaklarının bütün ülkelerin istifadesine açık tutulması, hiç kimsenin egemenliği altında olmaması için büyük bir gayret sarfetmektedir. Bunun sebebi de şudur: Bu petrol kaynakları bir an evvel hatta 2050 senesinden önce tüketilsin ve 2050 senesinden sonra Amerika’nın bu âtîye matûf rüyası gerekleşsin; böylece Amerika, enerji kaynaklarının büyük bir kısmını elinde tutarak enerjisiz kalmış dünyaya tam manasıyla hakimiyetini dikte ettirebilsin.

Kaplan: Peki, Hocam, bu arada başka enerji kaynaklarının üretilmesi mümkün olamaz mı?

Özemre: Şimdi burada şunu söylemek lazım: Hali hazırda dünyada pek çok ülkenin ihtiyacını karşılayan nükleer enerji var. Nükleer enerji bugün dünyada 32 ülkede kullanılmakta ve dünya elektrik üretiminin % 18’ini karşılamakta olan bir enerjidir. Nükleer enerjide en ileri gitmiş devlet Fransa’dır. Kendi elektrik üretiminin %75-76’sını nükleer enerjiden karşılamaktadır.

Kaplan: Fransa, hangi anlamda ileri hocam?

Özemre: Tüketim alanında nükleer enerji kökenli elektriği en fazla Fransa kullanıyor. Belçika % 55, Almanya % 37 ve İspanya % 35 civarında nükleer enerji elde etmektedir. Tabii nükleer enerjinin bu kadar yayılması özellikle dünya petrol ve kömür kartellerinin işine gelmemektedir.

Kaplan: Hocam, bu tespitiniz önemli. Bunu biraz açar mısınız?

Özemre: Tabii.. Bakınız bir misal vereyim: Türkiye 1000 megawatt elektriklik bir nükleer santral tesis etse, bu 1000 MW’lık nükleer santralın, bir senede üreteceği enerjinin petrol eşdeğeri 1 milyon 600 bin tondur. Bir nükleer santralın ömrü 40 sene olduğuna göre, 40 sene süresince Türkiye tıpkı 64 milyon ton petrol tasarruf etmiş gibi olacaktır. Eğer Türkiye’nin on tane nükleer santrali olsa, -ki bu aşağı yukarı 10.000 MW elektriğe, yani bugünkü müesses / kurulu elektrik gücümüzün % 40’ına tekabül etmektedir- o zaman Türkiye, bu santrallerin 40 senelik ömrü zarfında sanki 640 milyon ton petrol tasarruf etmiş gibi olacaktır. Eğer Türkiye’yi Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’daki 10 Müslüman ülke daha izlese, o zaman 40 senede Müslüman ülkelerin tasarruf edeceği petrol miktarı 6 milyar 400 milyon tona baliğ olacaktır ki, bu, dünya kömür ve petrol kartelini fevkalade endişeye sevkedecek ve batmasına sebep olabilecek bir rakamdır.

Kaplan: Dünya kömür ve petrol kaynaklarını kontrol eden belli bir güç, bir kartel var mı?

Özemre: Kartel var tabi; kömür ve petrol karteli var. Bir de bunlar uluslararası şirketler.

Kaplan: İngilizlerin, Fransızların filan mı?

Özemre: Hepsinin var, hepsinin var.

Kaplan: Yani stratejik bir boyutu var bu işin...

Özemre: Stratejik boyutu elbette var. Petrol kartelinde Hollanda da var, İngiltere de var, Amerika da var, Suudi Arabistan da var. Esas kartel yedi tane büyük şirketten müteşekkil; bunların içinde Ruslar falan yok, yani Batı karteli bunlar. Belki Suudi Arabistan da Amerika dolayısıyla var...

Kaplan: Hocam, bir de doğalgaz meselesi var; İngilizlerle Fransızların, Almanların hatta Rusların üzerinde çekiştiği bir konu...

Özemre: Şimdi ben doğalgazdan bahsetmiyorum.

Kaplan: Orada durum farklı mı diyorsunuz?

Özemre: Ben sadece petrolden ve kömürden bahsediyorum. Doğalgaz farklı. Ama her halükârda doğalgaz da 2070 senesinde bitmiş olacak bu trendde gidilirse...

Kaplan: Peki hocam, şu nükleer enerji meselesine, kömür ve petrol karteli meselesine tekrar dönecek olursak...

Özemre: Şimdi, her ne olmuşsa olmuş, 32 ülke nükleer enerjiye geçmiş. Ki bu, kömür ve petrol kartelini fevkalade rahatsız eden bir durum. İşte bunun içindir ki, dünya petrol ve kömür karteli bizim gibi ülkelerin ve 3. Dünya ülkelerinin, yani gelişmekte olan ülkelerin nükleer enerjiye geçmemesi için elinden gelen her türlü melaneti yapmaktadır. Bunun için ellerindeki büyük medya imkanlarıyla ve pireyi deve yapmak suretiyle nükleer enerjiyi bir öcü gibi göstermekte ve her türlü yalanı ve dez-informasyonu reva görmektedirler. Mesela, Çernobil kazası bunlar için büyük bir lütuf oldu; bunu sonuna kadar istismar ettiler. Pek çok çevreci örgütü ve Avrupa’daki çevreci politikacıları ve partileri gizliden gizliye desteklediler, beslediler.

Kaplan: Yani Amerikan ya da İngiliz yönetiminin bunları üstü örtük bir şekilde gizlice kışkırttığını söyleyebilir miyiz?

Özemre: Gayet tabi. Mesela Greenpeace... Shell’in 200 bin hissesi Greenpeace’e verildi. Bildiğiniz gibi Shell, Hollanda kraliyet ailesinin bir mülküdür. Arada bir Greenpeace, Shell’e karşı İngiltere’de ya da Hollanda’da bir takım çevreci eylemler yapmaktadır. Greenpeace’nin en fazla eylem yaptığı konu, mesela Fransızların Atom bombası denemesi gibi olaylardır. Ama Greenpeace, Amerika’da yapılan atom bombası denemelerine hiç ses çıkarmamaktadır. Buna mukabil Türkiye’nin bir atom santrali elde etmesine şiddetle karşı çıkmakta ve elinden gelen her türlü melaneti yapmaktadır.

Kaplan: Greenpeace’in arkasında kimler var? Greenpeace bu eylemleri hangi kaynakları kullanarak finanse ediyor ve düzenliyor?

Özemre: Bildiğiniz gibi Greenpeace, görünüşte Malta’da örgütlenen ve faaliyetlerini oradan idare eden esrarengiz bir örgüt. Greenpeace’in bugün Malta’da çalışmasına, binlerce dolar para almasına sebebiyet veren birçok şey var. Gene Greenpeace’nin dünyanın muhtelif yerleriyle irtibatını sağlayan bir uydu kanalı var; 2,5 milyar dolar para ödendiği söylenen bir uydu kanalı bu.

Bunlar dikkatle göz önüne alınması ve incelenmesi gereken hususlar. Objektif olarak baktığınızda görüyorsunuz ki, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin nükleer enerjiye geçmesine kesinlikle karşı çıkıyorlar. Şimdi, maalesef 1972’den beri yapılmış olan âtîye matuf bütün enerji projeksiyonları Türkiye’nin 2010 yılında büyük bir krize gireceğini göstermiştir.

Kaplan: Hocam, sohbetimizin akışını biraz değiştirelim ve ABD’nin Afganistan’da başlattığı savaşın İslam dünyası açısından ne tür sonuçları olabileceği ve İslam dünyasının geleceğe dönük olarak neler yapması gerektiği sorunu üzerinde yoğunlaşalım istiyorum. Bu noktada sormak istediğim şöyle bir soru var: Dünyanın hızla küreselleştiği bir çağda yaşıyoruz. Sınırlar ortadan kalkıyor. Şu an dünyanın her bölgesinde bölgesel işbirliği projeleri var. Ekonomik işbirliği projeleri var, siyasi işbirliği projeleri, askeri işbirliği projeleri var. Bölgesel işbirliği projelerinin olmadığı ve türlü nedenlerle, engellendiği tek coğrafya İslam coğrafyası. Burada bir terslik yok mu? Avrupa, her bakımdan büyük ölçekli bir birliğe, birleşmeye doğru gidiyor. Atlantik’te, Kuzey Amerika’da, Uzak Asya’da, Latin Amerika’da büyük ölçekli işbirliği projeleri yaklaşık 10 yıldan bu yana hayata geçirilmiş durumda. Ama İslam dünyasında bu tür işbirliği projeleri yok. Şimdi 10 Müslüman ülke bir araya gelse, çok ciddi işbirliği projeleri başlatabilirler. Şu an, jeo-politik konjonktür, bu tür girişimlere müsait olmayabilir. Ama jeo-ekonomik, jeo-kültürel ve hatta jeo-stratejik şartlar, bence bu tür projeleri mümkün kılmaya müsait. İslam coğrafyası, doğal kaynakları açısından, insan kaynakları açısından bence bu tür işbirliği projeleri için yeterli durumda. Oysa küreselleşme çağında çok enteresan bir şekilde İslam dünyasında tam tersi yönde işleyen bir mekanizma var. Üstelik bu ülkeler arasında yani tarihsel olarak çok ciddi sorunlar da yaşanmamış. En azından 3-4 ülke arasında, 5-6 ülke arasında bile çeşitli işbirliği projelerinin geliştirilmesi mümkün olmuyor. Burada çok büyük bir imkan var ve bu imkan bir türlü değerlendirilemiyor. Neden? Siz bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

Özemre: Şimdi bir kere mesela Arap ülkeleriyle aramıza büyük bir nifak sokulmuştur. Ve bu devam etmektedir. İngilizler, Osmanlı’yı ve nüfuzunu yok etmek için çok büyük bir oyun oynadılar burada. Osmanlı’yı karaladılar; kabile reislerini krallık, bağımsızlık ve para vaatleri ile Osmanlı’ya karşı kışkırttılar. Suudilerle, Ürdün’le, Irak’la aramız soğutulmuştur. Fransızlar da Suriye ile aramıza nifak sokmuştur. Ve nifak maalesef tutmuştur. Şimdi Suudilere bakacak olursanız Türkiye Müslüman değildir. Kimle konuşursanız konuşun, kendi mezhepleri öyle bir mezhep ki bizi Müslüman olarak kabul etmiyorlar. Tabii bir de Türkiye’nin Batı’ya açılması, Türkiye’yi İslam dünyasından uzaklaştırmıştır. İkincisi İran’la aramızda ikimiz de Müslüman olmamıza rağmen dine bakış açımızda çok büyük bir farklılık var. Bu Celali isyanlarında olsun, Yavuz Sultan Selim zamanında, Şah İsmail zamanında olsun onu takip eden zamanlarda bazen birbirimize yaklaşmamız çok kısa dönemler hariç daima Batı tarafından kaşınmış bir şeydir. Durum böyle olunca geriye yalnızca Hindistan Müslümanları, Pakistan kalıyor. Bir tek Pakistan’la bizim aramızda bir dostluk vardır. Atatürk, Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Sonra Menderes, Bağdat Paktı’nı yapmıştır. Ama bütün bunlar Batılıların tahrik ettikleri, isyana teşvik ettikleri kimselerin iktidarı ele geçirmeleri ile akim kalmıştır. Türkiye ise bu konuda daha aktif ve öncü bir politka geliştirememiş ve bu konuda Batılıların yoğun baskısı ile karşı karşıya kalmıştır. Sizin de söylediğiniz gibi burada büyük bir imkan var ve bunun mutaka değerlendirilmesi gerekiyor.

Kaplan: Hocam burada şöyle bir şey var. Aslında Batı toplumlarıyla bu coğrafyanın insanlarını, ortak tecrübelerini karşılaştırdığımızda oluşturulan engellerin son derece yapay olduğu ortaya çıkıyor. Mesela Batı’da rkçılık, etnik kimlik her yere, bütün kurumlara, hayatın her alanına sinmiştir. Ve yüzyıllarca Avrupalı toplumların birbirleriyle savaşmalarına neden olmuştur. Oysa bizde ırk temeline dayalı savaşlar olmamıştır. Orta ve uzun vadede bizim işbirliği yapmamızı engelleyebilecek herhangi bir şey yok aslında.

Özemre: Engellerin hepsi yapay ve dolayısıyla müslüman ülkelerin bu tür işbirliği projeleri geliştirmeleri Batıyı çok ürkütüyor. Eğer Türkiye ile Kuzey Afrika’daki Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Nijerya, Sudan; Ortadoğu’daki, Asya’daki Müslüman ülkelerle ekonomik işbirliği örgütleri, ortak pazarlar vesaire kurulduğu zaman bu, AB’ye de, ABD’ye de, Rusya’ya da, Çin’e çok büyük bir rakip olacaktır. O yüzden, dünyanın bu tür girişimler çok ciddi bir şekilde engelleniyor. ABD, tek başına dünyanın hakimi olamaz; olabilmesi için mutlaka ikinci bir polarite (kutup) olması gerekiyor. Aksi takdirde kendisini teyid edemez; çünkü ABD, daima bir ikinci polariteye karşı sizi müdafaa ediyor görüntüsü veriyor. Ama üçüncü bir polarite, ABD’nin, İngiltere’nin ya da AB’nin kabul edebileceği bir şey değildir. AB, ABD’ye karşı bir polarite ortaya koymuştur, bir kutup oluşturmuştur. Bundan sonra ABD’nin korkusu AB’nin Rusya-Çin ekseniyle birleşmesi, anlaşmaya gitmesidir. Ayrıca Almanya’nın Rusya’ya devamlı yardım göndermesi, Balkanlara sarkma girişimleri ABD’yi rahatsız ettiği için ABD, Almanya’nın önünü kesiyor. Onun için Türkiye’nin Müslüman bir ülke olarak diğer Müslüman ülkelerle kendi içinde bir globalizasyona gitmesi muhakkak surette önlenmesi gereken bir unsur olarak görülmektedir. Bu nedenle AB de Türkiye’yi o şekilde içine almak istemiyor. Ben de AB’nin yerinde olsam Türkiye’yi AB’ye kesinlikle almam. AB’de şu anda nüfus durmuş durumda. Türkiye, 2020 senesinde 120 milyon olacak. Bu mesele AB’nin kafasını çok karıştırıyor. Öte yandan Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere, Avusturya, İsviçre ve Hollanda Türklerin ne kadar müteşebbis olduklarını gördüler. Bizi AB’ye kabul ettikten sonra Avrupa’nın kendi vatandaşları arasında işsizlik artacaktır. Türkiye AB’de bir Truva Atı olacaktır. Onu kimse kabul etmez. Üstelik Avrupa’da boşanmalar çok fazla, dolayısıyla Türk erkekleriyle evlilik yapmak isteyen birçok Avrupalı kadın var. Çünkü bizim insanlarımız evlilik müessesine inanan insanlar. Ve onlar hıristiyan dahi olsalar dinlerine çok fazla karışmıyorlar. Ehli Kitap’tan saydıkları için. Şimdi herhalde Avrupalılar da bu durumu görüyorlar. Ne için alsınlar? “Şeytan azapta gerek” diyerek devamlı Avrupalıların başına “beni de alın” diyerek vurmakta fayda var ama ben AB’ye alınacağımızı sanmıyorum. Türkiye’nin çok dirayetli, genç, cesur, ileriyi gören idarecilere ihtiyacı var.

Kaplan: Farkında olmadığımız çok ciddi bir şey var. Halil İnalcık, “Osmanlı tarihi bilinmeden dünya tarihi yazılamaz” diyor. Dünyada sıkıntıların, problemlerin olduğu coğrafyaya baktığımızda tam Osmanlı coğrafyası ve hinterlandı. Osmanlı coğrafyasında 35; hinterlandında ise 41 ülke yani toplam 76 ülkenin bulunduğu bir coğrafyada büyük bir vakum (boşluk) var. Bu vakum bölge dışındaki güçler tarafından dolduruluyor. Önce Avrupalılar doldurmuşlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Amerikalılar dolduruyor. Ve müslüman toplumların geleceklerini belirliyor ve kaynaklarını kullanıyorlar. Bu durumun böyle gitmesi mümkün değil. Batılılar, kendi kaynaklarının bizim tarafımızdan kullanılmasına izin verebilirler mi? Biz niye izin veriyoruz? Neden bu duruma dur diyemiyoruz? Bu vakum meselesi, ABD’nin Afganistan’a girmesinden sonra, Batı basınındaki yazarlar ve aydınlar tarafından da gündeme getirildi. Mesela Robert Fisk, olan bitenleri şöyle yorumladı: “Dünya sistemi henüz Osmanlı vakumunun, Osmanlı’dan boşalan boşluğun doldurulamamasından kaynaklanan kaosun, belirsizlik ortamının ürettiği krizleri yaşıyor”. Bu vakumu biz, bölgenin insanları olarak nasıl doldurabiliriz? Burada Türkiye’nin üstleneceği roller neler olailir?

Özemre: Türkiye’nin burada üstleneceği çok önemli roller var ama maalesef Atatürk’ten sonra yurtta sulh cihanda sulh ilkesine çok bağlı kalmışlar. Bu bizim için kayıtlayıcı, kısıtlayıcı bir şey olmuştur. Dünyayla ilgilenmek yerine Türkiye’yi en ufak işlerle ilgilenmeye çağırmışlardır. Benim görüşüm bu. Maalesef Atatürk’ten sonra geniş görüşlü bir lider olarak Turgut Özal’ı görüyoruz. Diğerleri hep “küçük işler”le uğraşmışlar. Oysa Atatürk bu sözü söylerken sadece bir felsefe olarak söylememiş. Ama ondan sonra gelen politikacılar bunu bir felsefe olarak kabul etmişler ve bu, işlerine de gelmiş. Yurtta sulh olması için ne lazım gelir onu düşünmüşler ama dünyada sulh için bir şey ortaya koyamamışlar. Uzağı görememişler. Bir Osmanlı paşasının dünyaya bakışına sahip olamamışlar. Bunun tabii bir takım psikolojik ve siyasi sebepleri var. Çaplı, atılgan, cesur, ne yaptığını bilen siyaset adamları çıkaramamışız.

Kaplan: Hocam, son olarak ABD’nin Afganistan’da başlattığı savaş ve bunun muhtemel sonuçları üzerine yoğunlaşalım isterseniz. Şimdi Amerika’nın özellikle Afganistan’da böylesi bir operasyonu başlatmasının ben tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Bu operasyonu terörü bahane ederek başka bir yerde de yapabilirdi; çünkü Amerikalıların sürekli icat ettikleri şeyler bunlar. Örneğin, önce Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, Kuveyt’in işgalinde tam Türkiye’nin bulunduğu bölgede tampon işlevi gören Körfez’e yerleştiler. Ardından Avrasya açısından tarihi olarak tampon işlevi gören Balkanlara yerleştiler. Bunu, Almanya’yı durdurmak için yaptılar. Körfez’de de Almanya ve Japonya’yı durdurma kaygısı vardı. Şimdi Afganistan operasyonunun da terör meselesini çok çok aşan ciddi boyutlarının olduğu, olacağı kendileri tarafından da açıkça söyleniyor. Çin, Rusya ve Hindistan’ın uzun vadeli ortak projeler geliştirmelerini engelleyebilecek bir yere Amerika yerleşmeye çalışıyor. Siz, benim çizdiğim tabloya katılıyor musunuz?

Özemre: Kısmen. Çünkü Amerika oraya yerleşmese de bu yerleri her zaman kontrol imkanına sahiptir. Amerika’nın elindeki imkanlar o kadar fazla ki her yeri kontrol edebilir.

Kaplan: Şimdi hocam burada önemli bir şey var. Balkanlar’da şöyle bir şey yaptı Amerikalılar: Avrupa’yı durduracak bir adım attılar. 1648 Westphalia Antlaşması’ndan sonra sürekli başka coğrafyalara yerleşen Avrupa’yı kendi doğal / fiziki coğrafyasına hapsettiler. Yani Amerika’nın Balkanlara fiilen yerleşmesi, askeri, jeo-politik ve jeo-stratejik açıdan dengeleri Amerika lehine çevirdi. Sadece uzaktan kontrolle bu işi başarması zordu Amerikalıların.

Özemre: Haklısınız. Burada ilginç bir noktaya dikkat çekmek isterim. Amerikalılar, kendi çıkarları sözkonusu olduğunda ilke sahibi insanlardır. Mesela, devlet bir karar verdiğinde o verilen kararı sonuna kadar izliyorlar. 1961 senesinde Kennedy’nin hazırlattığı bir rapor vardır. Kennedy Nobel ödülü kazanan ve diğer bilim adamlarını toplayarak onlara “Ben Amerikan halkının refahını yükseltmek ve aynı zamanda moralini daima yüksek tutabilmek için ne gibi tedbirler almalıyım, size her türlü imkanı veriyorum. Bana 1,5 sene içinde cevap verin” diyor. Ve sonunda, ortaya 800 sayfalık bir rapor çıkıyor. Ben bu raporun özeti olan 170-180 sayfalık bir metni okudum. Bu raporda söylenen şey şu: “Amerika'nın refah seviyesini yükseltebilmesi için üretim ve tüketim şartlarının devamlı surette incelenmesi lazımdır. Bunun için de Amerika’nın her on (10) senede bir harbe girmesi gerekmektedir.” Kennedy sonrasına bakın, Amerika her on senede bir muhakkak harbe girmiştir. Bu harplerin neticelerinde bir takım sıkıntılar olmuştur ama ABD nihai olarak bu harplerden hep kazançlı çıkmıştır. Vietnam’a, Panama’ya bunun için girmiş, Domuzlar Körfezi Çıkarması’nı, Küba Krizi’ni bunun için gerçekleştirmiştir. Bir sürü yerlere girmişler, Basra Körfezi’ne yerleşilmesi de bu politikanın bir gereğidir. Ve şimdi de tam on sene sonra Afganistan’a girdiler. Amerika böyle bir karar almışsa bunu uygulayacak; başka türlü döndüremiyor çarkı. Tabii evlatları ölecek, merasimler olacak, bayraklar çekilecek falan; işin psikolojik tarafı ile de ilgileniyorlar.

Kaplan: Peki ABD’nin Afganistan’ın bulunduğu bölgeye yerleşmesi sizce ABD’ye ne tür bir avantaj sağlayacak?

Özemre: Amerika’nın orada bir askeri üs kurmasının tıpkı İncirlik gibi büyük bir avantajı var kendisine; aynı zamanda burada kuvvetini kudretini gösterecek olursa, Kazakistan petrolünü Hint Okyanusu’na indirecek, by- pass edecektir.

Kaplan: Amerikalılar, 2025 Uzak Asya raporu diye rapor hazırlamışlar. Çin’in ekonomik, stratejik ve siyasi olarak güçlenmesi ve Uzak Asya’da nüfuz alanını genişletmeye başlaması, ayrıca Japonya’nın askeri, siyasi bir güç olmak istemesi ve son olarak Şanghay Beşlisi projesi gibi yeni oluşumlar bu raporda öngörülüyor. Dahası, Amerika’nın Avrasya projesi vardı, bu proje tutmadı. Sözkonusu raporda bu gelişmelere karşı çok yönlü önlemler alınması gerektiği belirtiliyor.

Özemre: Bugün Hindistan, Rusya, Çin aşağı yukarı demek ki 2,5 milyar insanın bulunduğu bir yerde Amerika gelse Afganistan’ı işgal etse ne yazar. Ne yapabilir? Hiçbir şey yapamaz. Bütün teknolojisine rağmen düşünebiliyor musun atom bombası kullanmadan, atom bombası kullansa dahi Rusya’nın içine ve Hindistan’a eğer bunlar gerçekten bir koalisyon haline gelecek olurlarsa bu Amerikan hakimiyetinin sonunu hazırlar. Bence, Amerika sonuna gidiyor. Afganistan işgali sadece bir gösteriş, durumu kurtarma çabası.

Kaplan: Peki Hocam, enerji kaynaklarının paylaşımı veya kullanımı açısından nasıl bir durum veya tablo çıkabilir ortaya?..

Özemre: Kazakistan petrolünün daha rahat bir yolla, daha kontrollü(Amerika’nın kontrolü) mesela Pakistan’ın kontrol edebileceği bir yolla Karaçi’ye kadar götürülmesi sağlanabilir. Herhalde ilk akla gelen budur. Tabii bir de, Kazakistan’ın petrol kaynakları var ve bu Amerikalıların çok işine geliyor. Çünkü sohbetimizin başında da söylediğim gibi, Amerika dünyadaki tüm diğer petrol kaynaklarının açılmasını ve bir an evvel tüketilmesini istiyor. Amerika 50 sene sonrasını düşünüyor. Şimdi Rusya da, Çin de, Hindistan da 50 sene sonra elleri kolları bağlı bir şekilde olacak; eğer Amerika petrolü bitirirse..

mico_tasarım