* YABANCI GÜÇLERİN DAYANACAK GÜÇLERİ KALMADI!
   EL-KAİDE kurmaylarından Ebu Suhayb MEKKİ - 28 Nisan-4 Mayıs 2002- Tercüme: M. Yusuf Yelkovan
AfganistanYABANCI ASKERLER AFGANİSTAN’DAN SEDYELER VEYA TABUTLAR İÇİNDE ÇIKACAKLAR!”
Arap dünyasının en popüler dergisi olan “el-Mecelle”; Afganistan-Pakistan hududunda,artık medyaya karşı “açılım ve bilgilendirme siyaseti” gütmeye karar vermiş bulunan “el-KAİDE”nin üst düzey kurmaylarından Ebu Suhayb Mekkî ile görüştü.


“el- Mecelle”: Siz araplar olarak Sovyetler dağıldıktan sonra, doğrudan alâkanızın kalmadığı bir ortamda niçin Afganistan’da beklemeyi ve kendinizi tehlikeye atmayı tercih ettiniz? Kaldı ki şu anki Karzaî başkanlığındaki geçici hükümet de size karşı son derece sert bir tavır almış durumda...



Ebu Suhayb: Biz bu yeni savaşın içine kendimizi atmış falan değiliz. Hakikat şu ki; ABD ve ittifak yaptığı diğer devletler bölgedeki hususi amaçlarına erişmek için buraya dadandılar ve bizi böyle bir savaşa bu topraklarda mecbur ettiler. Bu çok açık bir hakikatdir. Saldırgan Amerika’dır.

Zaten ABD, hedeflerinin sadece “el-Kâide”, “Tâlebân” hatta Üsâme bin Lâdin’den ibaret olmadığını söylemiş, açıklamıştır. Bu böyle; biz, Rusya Afganistan’a saldırdığı sıralarda buralara gelmiş ve Afganlı kardeşlerimizin cihadına katılmıştık. Bütün dünya da, saldırgan Rusya’ya karşı Afganistan’a yapılan yardımı normal görüyordu o sıralarda. O zamandan beri Afganistan’dayız, bu topraklardayız ve afgan halkının bir parçası olduk. Aramızda güçlü dostluklar oluştu.

Nitekim, “Tâlebân Hareketi” ile aramızdaki sıcak münasebetin sebebi de budur. Artık biz de Afganlar gibi sayıldık; burada kalma hakkı verildi bize... Hele hele başlangıçta Afgan cihadına gençlerin katılmasına müsaade, hatta teşvik eden Arap ülkeleri, cihaddan dönen gençlere memleketlerinin kapısını kapatıp, onları almayınca, burası, Afganistan, bizim için asıl yurt gibi oldu. Şimdi söyleyin bakalım; kim kimi nereye soktu veya neye mecbur etti?



“el- Mecelle”: Şu anda Afganistan’ın muhtelif bölgelerinde ABD ve müttefiklerine karşı düzenlenen saldırılarda, pusularda siz mi etkensiniz? Sizinle, “Tâlebân”ın askerî kanadı arasında askerî bir koordinasyon var mı?



Ebu Suhayb: Amerika’nın Afganistan’a müdahalesi başladığından beri zaten “Tâlebân” ile aramızda hiç ayrılık gayrılık olmamıştı ki!.. Hepimiz de Afganistan’ı yeniden kurtarmak için savaşıyoruz. Allah razı olsun, hareketin lideri olan Molla Ömer, engin tecrübesi ve ileri görüşlülüğüyle hepimizin uyması gereken özel bir karar çıkardı: Afganlılardan ayırdedilmemizi sağlayan isim ve künyelerimizi değiştirmemizi emretti. Özellikle Araplılığımızı, hangi ülkeden, hangi şehirden geldiğimizi belli eden tüm lakab ve isimlerimizi değiştirdik.

Biz “Tâlebân” gibi Afgan kardeşlerimizle beraber askerî operasyonları yönetiyoruz. Aramızda fark yok. Düzenlediğimiz operasyolarda çoğu zaman hem Afganlı hem de Arap, tüm savaşçılar beraber yeralıyor. Bizzat “Tâlebân” bize güvendiği ve Afganistan’da evvelce üstlendiğimiz rolü benimsediği için hep bizimle olmak istiyor. Biz de onlarla beraber operasyon yapmak istiyoruz.



“el- Mecelle”: Amerikan raporlarında “el-Kâide”nin yeri planlarının umumiyetle yabancı askerleri, Amerikalıları kaçırma temeline dayandığı belirtiliyor. Siz de bunu doğruluyor musunuz?



Ebu Suhayb: Evet, bu siyâset özellikle Afganistan’a gelmeye pek hevesli olan yabancı askerî güçlere karşı daha hızlı ve atak bir şekilde devam edecek! Ama yeni bir şey değil. Savaş halinde düşmana ve yandaşlarına hem maddi hem de ruhî olarak zarar verecek herşey yapılmalı!.. Savaşın mantığı bu!. Amerika’nın yandaşları hangi ülkeden olursa olsun!.

Biz ABD’nin umduğu veya ummadığı Afganistan içinde veya dışında her türlü eyleme devam edeceğiz. Amerikan çıkarlarını dünya çapında tehdit etmek uzun vadeli savaşımızın ana gâyesidir. Onu evinde vuracağız yeniden!. Çünkü Amerika hem biz müslümanmların hem de husûsen Afgan halkının ve şu bölgenin istikrarını, çıkarlarını tehlikeye düşüren en büyük saldırgandır.



“el- Mecelle”: Bazı Fransız gazeteleri Amerikan uçaklarının özellikle mağaraları vururken uranyum kullandıklarını belirttiler. Sizin mağaraları yoğun olarak kullandığınız duyuyoruz. Acaba ciddi hastalıklar, etkilenmeler oldu mu?



Ebu Suhayb: Şu kesin bir gerçek: Amerikan uçakları umulandan çok daha büyük devasa bombalar attılar. Yoğunlaştırılmış uranyum meselesine gelince, bizim bundan zarar görmediğimizi belirtmemiz gerekir! Sebebi şu ki, daha saldırılar başlamadan önce Amerika’nın üzerimizde herşeyi deneyeceğini tahmin etmiş bu meselede mütehassıs olan dostlarımızın direktif ve tavsiyeleriyle gerekli tedbirleri almıştık.

Ancak o tür bomba ve bomba artıklarına karşı gerekli uyarıyı alamayan uzak ve yalnız Afgan köyleri, yani bir kısım Afgan halkı çok ciddî zarar gördü. Çünkü olar çok fakirdiler ve atılan bombaların kalıcı tesirlerinden yani radyosyondan habersizdiler. Nitekim bomba artıklarını hurda niyetine satıp birşeyler kazanmak isteyen pekçok Afgan köylüsünün ciddî zararlar gördüğü haberini aldık.



“el- Mecelle”: Siz de belirtiniz ki atılan bombalar umduğunuzdan daha büyüktü ve çok yıkıcıydı. Peki bunlardan bedenen direkt bir zarar görmemiş olan arkadaşlarınızın ruhî durumları nelerdir. Ruhî sıkıntı, bunalım, travma gibi haller yaşıyorlar mı?



Ebu Suhayb: Savaş ortamı öyle bir şey ki, o anki hazzımızı, tek bir yürek olmuşcasına ateşe cevab verişimizi, arkadaşlarımızı -birbirimizi- kollayışımızı hiçbir şey tam olarak anlatamaz. Bizim maneviyatımız çok yüksek!. Bazen yaralanan veya kopan bir uzvumuzun acısını hissetmeden savaşa devam ettiğimiz bile oluyor.

Ama Amerikan askerleri psikolojik olarak çökmüştür; bunu herkes bilsin ve duysun!.. Bazıları, korkudan dilini yutmuş bir halde elimize düştü. Esir aldığımız Amerikalıları konuşturduğumuzda (ki, elimizde esir olarak 10’dan fazla rütbeli amerikan askeri vardır.) maneviyatlarının adeta sıfır olduğunu gördük. Daha bizim elimize düşmeden çökmüşler ve hatta bazıları korkudan altlarını pislemişlerdi. Şu anda hala elimizde bulunan, herhangi bir değiştokuş proğramına sokmadığımız bir esir asker bize şöyle dedi:

«- Vadi baskınında [‘Anokonda Operasyonu ki, Gardiz vadisinde cereyan etmiştir/Trcm.] öylesine korku dolu anlar yaşadık ki, keşke hiç doğmasaydık ve buralara gelmeseydik dediğimiz oldu. Tüylerimizi diken diken eden korkunç ânlardan biri de şuydu: Size karşı en tesirli ve gelişmiş silahları kullanıyor, araziyi yerden tarıyorduk. O gürültü ve ateş altında ansızın karşımıza BEMBEYAZ GÖSTERİŞLİ ATLARA BİNMİŞ, BAŞTAN AŞA/I BEYAZLARA BÜRÜNMÜŞ SAVAŞÇILAR belirdi; çoğumuz o anda donup kaldı, ne ateş edebildi ve ne de birşey söyleyebildi. Sonra bizim grupça gördüklerimiz diğer Amerikalı askerler arasında da yayıldı...»

İşte zavallı Amerikalıların hali...



“el- Mecelle”: Şu anda elinizde hala değiştokuş etmediğiniz Amerikalı esir var mı?.. Sayısı ne kadar?..



Ebu Suhayb: Elbette var. Gardiz baskınından bu yana elimizde biriken kaliteli-vasıflı esir sayısı 18. Bunlar iyi eğitim almış, subay seviyesindeki özell harekat uzmanı , yani komondaları diyebilirim. Bazı yazarlar, ABD’nin Şâh-ı Kût vadisinden nasıl apartopar çekildiğini soruyorlar. Daha fazla birşey yapamamalarının sebebi şu: BİZ ELİMİZDEKİ YÜKSEK RÜTBELİ ASKERLERİ ÖLDÜRECE/İMİZİ AÇIKÇA BİLDİRDİK. Onları iyi bir süprizle karşılamıştık Şâh-ı Kût vadisinde... Onlar da defolup gittiler. Zaten onlar da iyi biliyor bizim niyetlerimizi...



“el- Mecelle”: Şimdi Amerikan askerlerini esir aldığınızı söylediniz ama,ABD böyle bir prestij kaybına uğramamak için kendi askerini önceden temizlediği, defalarca bombaladığı arazilere hem de onlarca helikopter ve uçak eşliğinde sokuyor. Bu kadar silaha karşı nasıl mukavemet edip de karşı taraftan üstelik bir de esir alabiliyorsunuz?



Ebu Suhayb: Bunu ancak askerî mantığa duyarlı bir kafa anlayabilir. Biz uzun vadeli çetin bir gerilla harbini seçtik Gerilla harbinin tabiatı gereği, herhangi bir toprak parçasında düşman askerinin bulunması veya oranın düşmn elinde bulunması, bizi fazla enterese etmiyor. Orayı korumak için elimizdekileri harcamak derdinde değiliz. Biz, ani saldırı, vur-kaç, büyük kayıp verdirme ve elde ettiklerimizle karşı tarafı ruhen çökertme temelinde hareket ediyoruz.

Mesela çok açık bir misal vereyim: ABD kuvvetleri, milyonlarca dolar harcayıp, iyi donanmış yüzlerce askerle Gardiz bölgesine bağlı Şâh-ı Kût vadisine saldırdı. Burada bize bağlı bazı savaşçı gruplar vardı. Güya onları ezeceklerdi. Ahmak Amerikalıların araçlarında ve sırtlarında o kadar çok silah var ki, heyecan ânlarında onları doğru kullanmaktan, koşma ânında ise taşıyabilmekten acizler!..

Biz mevzilerimizi aldık ve daha ilk ânlarda onların ön temizlik yaptıklarını sandıkları bir yerde deliklerden fırlayarak otobüs büyüklüğünde çift pervaneli iki harekat helikopterini yere düşürmeyi başardık. Bunların birisinde 13 asker vardı, sağ-salim toprağa inmeyi başardılar. Çok kısa fakat her taraftan yürütülen bir yaylım ateşiyle 13 şaşkını tasfiye ettik. Amerikan kuvvetleri biraz sonra oraya döndüklerinde karşılarında ceset buldular. 8-10 cesedi yerden toplamak için bile hayli uğraştılar. Birebir savaşta, yüzyüze gelindiğinde Amerikalılar kadar heyecanlı ne yaptığını bilemeyen, kendini ve arkadaşlarını yaralayan askerî disiplin ve soğukkanlılıktan bu denli uzak bir grub, bir millet görmedik biz!..

Neyse... Amerikalılar geri döndüğünde bizim orada bir yerlere pusu kurduğumuzu bilmiyorlardı. “Onca gürültü ve kalabalıkla dönüyoruz... Muhakkak cesetleri bırakıp geri kaçarlar. Biz de kendi cesetlerimizi alırız”, diye düşünmüşler meğer. Tam da böyle düşüneceklerini hesab ederek müsait yerlere tuzaklar kurmuştuk. Allah’a şükürler olsun ki, çok çok kısa bir zamanda etrafı bombalayarak geldiğini duyuran ahmak Amerikalılardan yere inenleri pusuya düşürdük ve zaten 18 askerden meydana gelen Amerikan müfrezesini toptan esir aldık. İşin garip yanı, herifleri çevresine bomba atıp bir ânda üzerlerine yürüdüğümüzde donup kaldılar, bazıları henüz bir kere bile atış yapamamıştı. Yani ellerindeki güzelim kaliteli silahlar soğuktu.

Zaten bu Amerikalıların abartısına şaşmamak mümkün değil. Kafalarında, bizim tartmamıza göre, neredeyse 4-dört kilo ağırlığında özel dürbünlü bir başlık var. Bu, binlerce dolarlık bir sistem olmalı. Ellerinde ve sırtlarında ise, -güya atladıkları yerde bizim saldırımıza uğramadan birkaç gün kahramanca! kalabileceklermiş gibi- 70-yetmiş kiloluk yemek, silah ve sağlık malzemesi var. Bu adamlar bu ağırlıkla nasıl savaşabilirler ki bize karşı?!. Herbiri, bizim savaşçılarımızı dağbaşında günlerce geçindirecek kadar yiyecek ve donamımda, semiz bir av olarak ellerimize düştüler. Oysa biz, Allah’a şükürler olsun, son derece hızlı ve sessiz hareket edebiliyoruz Bu kadar yemek ve silah da yanımıza almıyoruz!. Bu hadisenin bir yanı...

Öte yandan şu bir gerçek ki, onlar hayatta kalma ve evlerine dönme amacıyla pek dikkatli ve nâzenin bir savaş(!) veriyorlar. Biz ise toprağa pençelerimizi geçirmiş olarak ölesiye bir savaş veriyoruz.



“el- Mecelle”: Esirler şu anda ne yapıyor? Onların gelecekleri hakkında ne düşünüyorsunuz?



Ebu Suhayb: Yanımızdalar ve hayattalar. Allah-u Teala, esirlere nasıl muamele etmemizi emretmişse öyle davranıyoruz. Guantanoma’daki kardeşlerimize yaptıkları muameleyi yapmıyoruz. Elimizdeki esirlerin elbiselerini çıkarmadık; saçlarını sakallarını kesmedik; temel haklarından mahrum etmedik; ağızlarını bantlamadık; gözlerini ve kulaklarını sarmadık... Bu ağız bağlama, yüzü yara bere içinde bırakma, saçı sakalı hoyratça kesme, ancak vahşi korkakların halet-i ruhiyyesi olabilir. BİZ, ÂSİL SAVAŞÇILARIZ!; BİR HUKUKUMUZ VAR. VARSIN AMERİKALI İLKEL, BARBAR KORKAKLAR HUKUKSUZCA DAVRANSIN! Esirler, bizim yediğimizden yiyor, üşüdüklerinde bizim giydiklerimizden giyiyorlar. Hatta ilk defa size söylüyorum: Onlardan ikisi, gözleriyle gördükleri bu âsil muameleden ötürü İslâm’a teslim oldular. Onların samimiyetlerine kanaat getirdikten sonra ikisini de ayrı bir yere koyduk, öteki esirlerin arasında bırakmadık.

Bu esirler sayesinde pek çok şey öğrendik. Amerika’nın, Afganistan ve bizimle ilgili askerî planları hakkında bilgi sahibi olduk. Amerikalıların, ne tür askerî talimatları hangi işaretlerle verdiklerini öğrendik. Ayrıca gayet modern silahlarımız da oldu tabii. Uçaklara karşı son derece kullanışlı seyyar füze atarlar, gece dürbünleri ve çok tesirli bomba atıcılar ele geçirdik. (İkinci kuşak “Stringer”lar ve yeni tanksavarları kastediyor olmalı./Trcm)



“el- Mecelle”: Bu esirleri ne kadar süre tutacaksınız?



Ebu Suhayb: Biz onları hep hayatta tutmak istiyoruz. Ancak askeri bir hücumla karşılaştığımızda veya bir yerden bire yere giderken onların üzerimize külfet getirdiğini düşünürsek fikrimizi değiştirebiliriz. Esir almak ve esir tuitmak önemli bir siyasî kozdur bildiğiniz gibi...



“el- Mecelle”: Kendi esirlerinizle değiştokuş etmek veya sizin için önemli, stratejik bir çıkarınızın korunmasını sağlamak amacıyla esir teslim etmeyi düşünüyor musunuz?



Ebu Suhayb: Ha bu mevzu mu... Yukarıdaki soruda... O zaman şunu söyleyeyim, biz çoktan esir değiştokuşu gibi meseleleri görüşmeye başladık bile... Bazı bölgelerde, gizlice bazı Amerikalı yetkililerle görüşüyoruz. Amerika, Guantanoma’daki esirlerin bir kısmını ülkelerine teslim edebileceğini, buna karşılık kendi askerlerini istediğini açıkça söyledi. Ancak bildiğimiz esirlerin serbest bırakıldığına kesin kanaat getirdikten sonra Amerikan askerlerini buradaki Kızılhaç temsilciliğine teslim edeceğiz.

Bizim elimizdeki esirleri doğrudan Washington’a değil de buradaki Kızılhaç yetkililerine teslim etmemizi Amerikalılar taleb etti. Bizimkilerle görüşen Amerikalı yetkililer, bunun gerekçesini izah etmeyi reddettiler. Biz de onlardan, Guantonama’dakilerin serbestliği hususunda şartlarımız olduğunu belirttik, esir dostlarımızın Afganistan’da bizim münasib gördüğümüz noktalara bırakılmasını istedik.



“el- Mecelle”: Şâh-ı Kût vadisindeki çatışmada ne kadar kayıp verdiniz?.. Çünkü çok şiddetli bir muharebenin cerean ettiği bildirildi.



Ebu Suhayb: Bütün çatışmalar boyunca 8-sekiz kardeşemiz şehit oldu. Üç kardeşimize ise ne olduğunu bilmiyoruz. Bu çetin muharebenin Allah’a şükürler olsun, bizim açımızdan zaferle noktalanması gerçek bir askerî deha olan Molla Ömer’in direktifleri sayesindedir. Molla Ömer ne olursa olsun hiçbir yerde 2-3 günden fazla durmamamızı emretti Gerektiği anda derhal nereye sığınabileceğimizi gösterdi. Bu yüzden yarım saat önce terkettiğimiz pek çok noktalar bombardımanlar neticesinde 10-15 metrelik çukurlara döndü ama biz kurtulduk.



“el- Mecelle”: Ama milletlerarası medya ve ABD, sizin yüzlerce kayıb verdiğinizi bildiriyor.



Ebu Suhayb: Biz açıkça, demin verdiğimiz şehit rakamından daha fazla bir sayıyı iddia eden herkese meydan okuyoruz. Eğer dedikleri gibi bizden, verdiğimiz rakamdan çok daha fazla kişiyi öldürdüklerini söylüyorlarsa, buyursunlar ve ispat etsinler!. Cesetleri göstersinler. Biz Şâh-ı Kût operasyonunun da dahil olduğu bütün bir Gardiz operasyonunda toplam sekiz şehit verdik.

Şu ânda da Allah’a şükürler olsun, hem Amerikan askerlerine hem de İngiltere gibi yabancı kuvvetlere karşı çok iyi operasyonlar yapacak adamımız ve donanımımız mevcut. Kaldı ki, “Kuzey İttifağı” denilen, idealsız, amaçsız, dünyaperest, kendi içinde kavgalı, vatan ve gaye fikrinden nasibsiz çakal sürülerine karşı da ne kadar etkili ve üstün olduğumuzu hem Afgan halkı hem de yabancılar iyi bilir.

AYRICA BİZİM BEDENEN BİR ÜSTÜNLÜĞÜMÜZ DE, ŞUKA, MALARYA, TİFO VE ADINI BİLMEDİĞİMİZ PEK ÇOK HASTALIĞA KARŞI AŞI KAMPAYASINA GİRİŞMİŞ VE EVVELCE BU HASTALIKLARIN BİR KISMINI GEÇİRİP 20 YILDAN BERİ BURADA YAŞAMAYI BAŞARMIŞ SAVAÇILAR OLMAMIZDIR. AMA AMERİKALILARIN NE BEDENLERİNDE NE DE RUHLARINDA BUNLARIN TEHLİKELERİNE KARŞI BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VAR!. YANİ; ATEŞTEN YA HASTALANARAK VEYA TRAVMA GEÇİREREK BURADAN ÇIKACAKLAR!



“el- Mecelle”: Silah ve yiyecek gibi temel ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz? Şu anda yeni gönüllüler var mı?



Ebu Suhayb: Amerika’nın ahmak askerleri Afganistan’da bulunduğu sürece silaha ihtiyacımız yok demektir. Yani dışarıdan getirtebileceğimiz silahların en âlâsını bu semiz Amerikalı askerlerden alıyoruz.,

Bir de iç faktör var: Yani, Afganistan arazisini kastediyorum; bu ülkenin her köşesi silahla dolu. İstediğiniz her yerde, çok ucuz fiyata her türlü silaha ulaşabilirsiniz. Ayrıca “Kuzey İttifağı” denilen, esrarkeş sürüsünden de ani baskınlarla epey silah aldık. Zaten tüm bunların yanında şehirleri teslim ederken uzun bir gerilla harbi için külliyetli miktarda silahı alıp muhtelif noktalara depolamıştık.

Yiyeceğe gelince, bizim bulunduğumuz mıntıkalardaki halk bizi seviyor. Yiyeceği bizzat kendisi veriyor. Allah’ın lutfu olan bir husus da şu ki; çok yüksek noktalarda açlığımızı bastırmak için ceylan avlıyoruz. Pek çok küçük grubumuz bu dağ ceylanları sayesinde sıhhatıni ve gücünü aylarca muhafaza etti. Hiç düşünmediğimiz bir rızıktı bu, ama yer yer temel yiyeceğimiz haline geldi.

Gönüllülere gelince, elhamdülillah gittikce artan bir katılım var. Ayrıca önemli Afgan şeyhleriyle de temasımız mevcut; onların bize katılma niyetleri var. Şu anda Afganistan’ın her tarafında “Tâlebân” ve “el-Kâide” gibi tavizsiz grublara büyük bir sempati var. Zira “Kuzey İttifağı”nın, gasb, hırsızlık ve tecavüz gbi eylemleri halkta bize olan muhabbeti arttırdı Peştunlar başta olmak üzere pekçok etnik ve yerel grup 6 yıllık Taliban dönemini, huzurunu, emniyetini aramaya baladı, o dönemi özlüyorlar. Çeşitli grublar bize seve seve yardım ediyorlar artık.

Kızılötesi ışınlarla çalışan, uzak mesafeleri görmemizi sağlayacak gece dürbünlerine ihtiyacımız vardı Bu standartlara uygun bir dürbün de bulduk ganimetler arasında. Hatta ele geçirdiğimiz çift pervaneli büyük bir helikopterden Amerikalılara ait yer belirleme cihazı* da bulduk. Biliyorsunuz, bunlar uydu savunma sistemiyle çalışyor ve pek çok kolaylıklar sağlıyor.



“el- Mecelle”: Üsâme yaşıyor muB



Ebu Suhayb: O yaşıyor ve sağlığı yerinde. Tüm bu çatışmalar boyuca da isabet almadı.



“el- Mecelle”: Molla Ömer, “Helmend” bölgesinde mi?



Ebu Suhayb: O devamlı hareket halindedir, sabit bir yeri yoktur. Akşam Helmend’de, sabah Host veya Kandehar da olabilir. Halk onu çok seviyor. Her bölgede tanıdığı, güvendiği insanlar var.



“el- Mecelle”: Sizinle, “Hizb-i İslâmî” lideri Hikmetyar arasında koordinasyonun olduğu ve yeni ittifaklar yaptığınız söyleniyor...



Ebu Suhayb: Bizimle, Afganistan’ın ecnebi çizmelerinden kurtulmasını isteyen tüm grublar arasında bir koordinasyon var. Bu kesin bir gerçek. Bizim, “Hizb-i İslâmî” ile toptan bir grub olarak kesin br anlaşmamız var, diyemeyiz. Ancak pekçok “Hizb-i İslâmî” komutanının bizimle aynı gayeyi paylaştığını ve operasyonlara giriştiğini söyleyebiliriz. Mesela, şu anki uyduruk hükümete destek veren bir grubun, “Tâlebân”a ve bize karşı savaşmak için gizlice Gardiz’e yöneldiğini bize “Hizb-i İslâmî”nin adamları haber vermişti. Tam da haber verilen yerde bizi öldürmeye gelen grubu durdurduk ve pek çok silahı ganimet olarak aldık.



“el- Mecelle”: Direnişiniz ne dereceye kadar, nereye kadar devam edebilir Afganistan’da?



Ebu Suhayb: Komik bir soru!. Bu sorunun muhatabı Amerikalılar olmalı! Biz, bu ülkeyi bilen, hertürlü savaşa hazır ve hergün artan bir halk desteğiyle daha iyi operasyonlar yapan büyük bir topluluğuz. Uzun ve etkili bir gerilla harbi için hazırlandık. Daha çok Amerikalı öldüreceği. Hepimizin şevki, morali yerinde.

SORULMASI GEREKEN SORU ŞÖYLE OLMALI: AMERİKALI AHMAK ASKER DAHA NE KADAR AFGANİSTAN’DA KALMAYA DAYANABİLECEK?. Ya ruhî travma, ya sakatlık ya ömürboyu sürecek hastalıklar veya geberiş!.. İşte Amerikan askerlerini ve Amerika’ya güvenip Afganistan’a savaşsın diye gönderilen tüm yabancı ahmakları bekleyen süprizler bunlar...


http://www.doststrateji.cjb.net DOSTSTRATEJİ© adresinden alıntılanmıştır.

mico_tasarım