KADIN KARŞITI
SÖYLEMİN |
Çok değil, daha birkaç
yıl önce `doğdukları yerde ölenler' kervanına katılacaklardan biri olmanın umarsız
beklentisi içinde büsbütün rutinleşen hayatımın ayrılmaz bir parçası hâline
gelen ve öğrencilikten öğretmenliğe uzanan uzun yıllar boyunca en sık kadem bastığım
mekan olan Giresun İmam-Hatip Lisesi'ndeki görevimi sürdürüyordum. Bu arada, bir
yandan Türkiye'de yayımlanan bilimsel içerikli İslami kitap ve dergileri taşranın elverdiği imkanlar ölçüsünde takip ediyor, diğer yandan da okudu- ğum eserleri sınırlı sayıda bir arkadaş grubuyla tartışmak gibi küçük mutluluklar yaratmak suretiyle gündelik yaşantıma güzel heyecanlar katma- nın peşinde koşuyordum. Hayat işte bu minval üzere sürüp giderken, islâmiyât dergisinde "Feminist Söylemde İktidar Kutsallık İlişkisi ve Dişil Kutsallık Ögesi" (islâmiyât) (1998), sayı: 2) başlıklı bir makale okudum. Makale, isminin altına "ev kadını" notu düşülmüş olan Hidayet Şefkatli Tuksal adında bir yazara aitti. Kendisini hiç tanımadığım bu kadın yazarın, makalede tartıştığı problemler, kullandığı dil ve düşüncelerini sunum,biçiminden o denli etkilenmiştim ki, işte o anda dayanamadım ve karşı konulamaz bir ataerkil refleksle, "Sen de varsın ve yaşıyorsun, öyle mi?" diye kendimi kınadım. Derken, neylerse güzel eyleyen Rabbim, bizi doğup büyüdüğümüz ve nihayet kök saldığımız yerden kaldırıp başka iklimlere yelken açtırdı; akademik hayata "bismillâh" dediğimiz bu yeni iklimde, yazılarını okuduğumuz birikimli insanlarla şahsen tanıştırdı. Şimdi, burada tanıtmaya çalıştığım eser, yazmaya başlamamın, dolayısıyla şu satırları yazmamın muharriklerinden biri olan ve yukarıda betimlediğim öznel tecrübemi bizzat kendisine aktarma fırsatı bulduğum H. Şefkatli Tuksal Hanımın hadis alanında hazırlamış olduğu doktora tez çalışmasıdır. M. Hayri Kırbaşoğlu'nun danışmanlığında tamamlanan bu çalışma, birkaç yönden kendi alanında ilk olma özelliğine sahiptir. Bu özelliklerden ilki ve belki de en önemlisi, eserin İslam'a içeriden bakan ve onun otantik öğretileriyle hiçbir sorunu olmayan, meslekten bir bayanın imzasını taşıyor olmasıdır. İslami gelenekteki kadın aleyhtarı muhtelif anlayış ve söylemlerin hadis rivayetleri üzerinden tartışmaya açıldığı bu eserin ikinci en önemli özelliği ise, genellikle "şöyle dedi" ya da "şöyle buyurdu" ifadesiyle başlayan rivayetlerin alt alta diziminden öte, bu rivayetler aracılığıyla her biri dinî bir dogma haline getirilen, kadın karşıtı telakkilerin, bilimsel eleştiriyi önceleyen bir bakış açısıyla incelenmiş olmasıdır. Yazar, klasik İslam kaynaklarındaki bilgilerin analizinde, kendisine, sosyoloji, sosyal psi- koloji ve antropoloji gibi beşerî bilimlerin veri- lerinden yararlanma imkanı bahşeden bir en- telektüel birikimle kaleme aldığı bu eserinde, tartışmaya açtığı sorunları şu sorularla ortaya koymuştur: İslam kadını, yüzyıllardır neden erkeğinden eksik ve kötü kabul edilmektedir? Mümin kadının cenneti neden bir başka kulun subjektif rızasına endekslenıniştir? Temelde kadınları korumak amacıyla izin verilen/teşvik edilen çok eşlilik, neden keyfi ve kadınların zararına uygulanan bir sistem haline getirilmiştir? Özellikle evlilik ilişkisinde `itaat' kavramı, kadının tüm bireyselliğini, özgürlüğünü bir çırpıda yok sayarak; evlilik dayanışmasını, sevgi alış-verişini ve istişareyi erkeğin inisiyatifine ve merhametine bırakarak, kocanın arzu, istek ve emirlerini böylesine kutsallaştırma ve kadın için dini mükellefiyet konumuna yükseltme aracı olarak kullanılmıştır? Erkeğin potansiyel cinselliği, onun keyfi olarak bile eş değiştirmesine (birini boşayıp, bir başkasını almasına) ya da eş(ler)inin yanına eş(ler) katmasına izin veren. bir `çokeşlilik' -nikahlı hanımlar ve cariyeler- düzeneğinde, her türlü teşvikle olumlu bir söylem içinde ele alınırken; kadının potansiyel cinselliği, nasıl fitnenin, ayartıcılığın ve kışkırtıcılığın baş sorumlusu olarak suçlanmakta, mahkum edilmekte ve sabıka zinciriyle yüzyıllar öncesine taşmmaktadır? Havva Ana'sının işlemediği ihanet günahı, bin- lerce yıl sonra bile, nasıl olup-da kızlarının boy- nuna dolanmakta; onu, erkek suçlarının asıl suçlusu yapmaktadır?' Tür kardeşleri gibi, ah- sen-i takvîm üzere yaratılan kadınlar, neden es- fel-i sâfilîne erkeklerden daha meyilli, daha yakın kabul edilmekte; cehennemliklerin çoğunluğunu onlar teşkil etmektedir. (s. 22) Kuşkusuz, bu sorularla dile getirilen sorunları üreten kadın aleyhtarı söylemin oluşmasında malzeme teşkil eden birincil kaynak, hadis lite- ratüründeki rivayetlerdir. Zira, birinci dereceden muteber kabul edilen hadis musannefatının tümünde yer alan rivayetlerde, kadın; eğri, huy- suz, uğursuz, potansiyel fitne unsuru, akli ve dinî açıdan eksik, baştan çıkarıcı ve ayartıcı bir varlık biçiminde tanımlanmış ve bütün bu tanımlamalar bizzat Hz.Peygamber'e atfedilmiştir. Yazar, Hz. Peygamber'i fanatik bir kadın düş- manı olarak resmeden bu rivayetlerin doğruluk değerini tartışma platformunda, öncelikle Kur'an'a sunuş (arz) yöntemini kullanmış ve bu çerçevede, kadını hiçbir zaman sırf kadın oldu- ğu için yermeyen Kur'an verilerine dayanarak, söz konusu rivayetlerde yer alan kalıp yargıları kıyasıya eleştirmiştir. Eserin giriş kısmında cerh-ta'dîl (ravi kritiği) otoritelerinin subjektif değerlendirmelerine takılıp kalma endişesini dile getiren yazar, "İnsan her hâlükârda öznel- likle malüldür." ilkesi uyarınca, kendi subjek- tivitesini `öteki'ninkine yeğlemiş ve bu yüzden bilinçli olarak isnad, tenkidine girmemiştir. Temelde metin çözümlemesini esas alan yazar, özellikle rivayetleri ait oldukları tabii bağlam- ları içinde okuma konusunda son derece ısrar- cı davranmış ve ortaya koyduğu çarpıcı sonuç- larla, bu ısrarında ne kadar haklı olduğunu göz- ler önüne sermiştir. Uzun soluklu bir çabanın ürünü olan bu eserin hitamında, okuyucu, rivayetler aracılığıyla fa- natik bir kadın düşmanı olarak takdim edilen Hz. Peygamber'in mücessem bir şefkat ve merhamet abidesi olmasına rağmen niçin bu şekilde takdim edildiği, söz konusu rivayet- lerin ne tür bir âkıl ve zihin yapısı tarafından üretildiği gibi sorulara tatminkâr bir cevap bu- lacak ve dolayısıyla, zihnindeki pek çok 'acaba'dan kurtulacaktır. Mustafa ÖZTÜRK |
|