|
Doç. Dr. Mehmet ŞEKER,
Ankara, 200 Sayfa.
Diyanet yayınları arasında çıkmış önemli eserlerden birisi de Doç. Dr. Mehmet
ŞEKER'in İslâmda Sosyal Dayanışma
Müesseseleri adlı çalışmadır. Birinci baskısı 1984 yılında yapılmış bu
kıymetli eser 1997 yılında 4. baskıya ulaşmıştır. Kitap, İslâm tarihinin ilk
dönemlerinden günümüze kadar geçen zamanda kurulan sosyal dayanışma müesseseleri
ve bunları ayakta tutan temel dinamikleri ele almaktadır.
Bir giriş ve altı bölümden oluşan eser, hem geniş halk kitlesine hem de bu alanda
daha derin araştırma ve inceleme yapmayı
düşünen araştırmacılara hitap etmektedir. Konular, akıcı ve sade bir üslupla
anlatılmaktadır.
Yazar, giriş bölümünde, İslâm Dini'nin sosyal hayatı ilgilendiren hükümleri
üzerinde genel değerlendirmelerde bulunduktan
sonra eserin muhtevasını okuyucuya tanıtmaktadır.
Birinci bölüm, insan ve toplum münasebetlerini ele almaktadır. Burada yazar, ilk
olarak, insan ile yaratan arasındaki var olan
veya olması gereken şuurlu münasebete işaret etmektedir. Ona göre, Allah, mücerret
bir varlık değil, en yüksek sıfatları zatında
toplamış ezeli ve eşsiz bir yaratıcıdır. Allah'a böylece inanan bir
mü'min, hayatı boyunca yüksek sıfatlar kazanma arzusunu
taşır. Hayatına da bu hedefe götürücü bir düzen verir. Davranış ve
hareketlerinin bu gayeye uygun düşmesine gayret eder.
Bunun yanısıra bu bölümde insanlar arası münasebetlerin İslâmî açıdan
dayandığı temel ilkeler de izah edilmektedir. Bu
çerçevede İslâmın getirdiği anlayışa göre, bütün insanların eşit olarak
yaratılmış oldukları ve üstünlük ölçüsünün kişisel erdeme
bağlı olduğu, ferdi hürriyetin birey ve toplumun huzuru için vazgeçilmez bir ilke
olduğu vurgulanmaktadır. Bu bölümde son olarak İslam'ın mülkiyet anlayışı,
çalışma ve meşru kazanç mefhumları, İslâmî açıdan ticaretin dayandığı temel
ilkeler üzerinde de durulmaktadır. Kanaat ilkesinin bu alanda belirleyici bir prensip
olduğu hususunun altı önemle çizilmektedir.
Kitabın ikinci bölümü, "toplumda sosyal adaletin gerçekleşmesi için sosyal
dayanışmasının da sağlanması gerektiği" tespitiyle
başlamakta ve bu bağlamda sosyal adalet ve sosyal dayanışma kavramlarından ne
anlaşılması gerektiği açıklığa
kavuşturulmaktadır. Yazara göre, sosyal adaletin sağlanmış olduğu toplum, içinde
yaşayan bireylerin haksızlığa uğradıklarında haklarını kendilerine teslim edecek
teşkilat ve müesseselere sahip olan bir toplumdur. Sosyal dayanışma ise, toplumu
teşkil eden fertlerin içinde yaşadıkları topluma karşı duydukları sorumluluğu
ifade eder. Kavramları bu şekilde açıkladıktan sonra yazar, İslâmda sosyal adalet
ve dayanışmanın tarihi seyir içinde nasıl tahakkuk ettirildiğini gözler önüne
sermektedir. İlk olarak cahiliye dönemi toplum yaşayışına temas ederek İslâmın
ortaya çıktığı dönemin sosyal tarihine ışık tutmaktadır. O dönemde yaşanan
birtakım olumsuz yönlere işaret ettiği gibi, cahiliye arapları arasında vefa
duygusunun yaygın olduğu, Kâbe'ye yönelik birtakım hizmetlerin gönüllü olarak ifa
edildiği, Hılfulfudul ve benzeri cemiyetlerin müspet faaliyetlerde
bulunduklarına da temas etmektedir. Bilahare Hz. Peygamberin hayatından kesitler
sunarak, O'nun döneminde sosyal dayanışmanın nasıl gerçekleştiğini ana hatlarıyla
gözler önüne sermektedir. Ensar- Muhacir dayanışması, Medine Anayasası ve Veda
Hutbesi'ni de bu açıdan geniş bir şekilde değerlendirmektedir.
"İslâma Göre Sosyal Dayanışmayı Engelleyen Davranışlar" başlığını
taşıyan 3. bölümde yazar, sosyal dayanışmayı engelleyen ve insanlar arasında kin,
nefret ve düşmanlığı artırarak huzur ve sükun ortamının doğmasına engel teşkil
eden tutum ve
davranışları ayetler ve hadisler, ışığında açıklamaktadır. Bu çerçevede adam
öldürme, kan davası gütme, haset, israf, cimrilik, yalan, iftira, gıybet, suizanda
bulunma, fuhuş ve zina, ihtikar ve karaborsacılık, içki, kumar, rüşvet ve faiz gibi
dinin yasak ettiği fiiller üzerinde durmakta ve bu hususlarda insanların İslâm'ın
öğretilerine kulak verdikleri taktirde ancak yaşadıkları toplumun sulh ve sükunete
kavuşabileceğini ileri sürmektedir.
Dördüncü bölümde yazar, İslâmda sosyal dayanışmanın gerçekleşmesinde önemli
fonksiyonlar icra eden ibadetler üzerinde durmaktadır. Ona göre, İslâmın beş
esasından Kelime-i Şahadetin dışında kalan namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetler
toplumla ilgilidir. Fert ve toplum münasebetlerinin düzenlenmesinde önemli yer
tutmaktadır. Bedenen yapılan ibadetlerden namaz ve orucun cami ve iftar sofraları gibi
müesseseleri ortaya çıkarırken, hem mal ve hem bedenen, yapılan hac ibadetinin ise
beynelmilel bir kongre mahiyeti arzetmekte ve insanlar arasında eşitlik ve
kardeşliği en mükemmel manada tahakkuk ettirmektedir. Yazar kitabında, oruç ve iftar
sofralarını izah ederken, Osmanlı İslâm toplumunda varlıklı kişilerin, iftar
sofralarına davet ettikleri fakir fukara insanlara diş kirası namıyla, hediye olmak
üzere, para vermeyi gelenek haline getirdikleri ve bu suretle onların gönüllerini
almayı hedef ittihaz ettikleri oldukça dikkat çekici ve enteresan bir uygulamalarına
da yer vermektedir. Ayrıca bu bölümde yazar, İslâm toplumunun önemli
müesseselerinden biri olan zekat ve sadaka üzerinde genişce durmaktadır. Zekat
müessesesi hakkında detaylı değerlendirmeler yaptıktan sonra, sosyal içerikli bu
ibadetin İslam toplumunun sosyal güvenlik ve sigorta müessesesi olduğu fikrini ileri
sürmektedir. Sigorta fikrinin batıda 1941'de İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri
temsilcileri arasında yapılan Atlantik Antlaşması ile doğmuş olduğu gerçeği
dikkate alınarak İslâmın bu konudaki öncü rolüne de
vurgu yapmaktadır.
Beşinci bölüm "Müslüman Türklerde Sosyal Dayanışma Müessesesi Olarak
Vakıflar" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde
vakıf-toplum münasebeti, vakfiyeler, vakıfların dinî ve hukukî dayanakları, vakıf
hakkında İslâm hukukçularının görüşleri,
vakıfların tarihi, vakfın kuruluşu için aranan şartlar, vakfın işleyişi ve vakıf
eserleri hakkında kısa ve özlü bilgiler verilmektedir.
Vakıflar kurmak suretiyle toplumun yaraları sarmaya ve eksikliklerini gidermeye
çalışanların yazdıkları vakfiyelerden örnekler verilerek, sosyal dayanışma
örneği verenlerin bunu nasıl yaptıkları somut olarak gösterilmeye çalışmaktadır.
Kitapta, bir çok enteresan uygulamanın yanısıra, eski Matbaa-i Amire Emiri Haseki
Hacı Mustafa Ağa'ya ait 27 Muharrem 1182 tarihli bir
vakfiyede; her yılın bahar günlerinde çocukların temiz hava alıp dinlenmelerini
sağlamak için kırlara götürülmek üzere üç bin akçe
tahsis olunduğu bir örnek olarak zikredilmektedir. Yazar, bu ayrıntıya inecek kadar
ileri gelişmişlik örneği sergileyen bir topluma hayranlığını
gizleyememektedir.
Altıncı ve son bölümde ise, bir toplumun önemli bir unsuru olan ticaret erbabı ile
esnaf ve sanatkarlarının meydana getirdiği
sosyal yardımlaşma ve dayanışma müesseseleri üzerinde durulmaktadır. Bu bölümde
ağırlık olarak Osmanlı toplumunun esnaf ve sanatkarlarının bağlı olduğu en
büyük teşkilât Ahilik ve buna bağlı olarak çalışan loncalar işlenmektedir.
Ayrıca bir köy veya mahalle halkının zaruri ihtiyaçlarının karşılanması,
fakirlerden ölenlerin techiz ve tekfini, köyün altyapı çalışmaları gibi hayrî
hizmetlerde sarf olunmak üzere kurulan ve Avarız adı verilen para vakıfları ve
fonksiyonlarına işaret edilmektedir.
Yazar, sonuç bölümünde, araştırmaları neticesinde vardığı kanaatleri
belirtmektedir. Tanıtım yazımızı sonuç bölümünden
yapacağımız şu kısa alıntı ile bitirmek istiyoruz. "İslam'da insanların
haklarına riayet edilmesi istenir. Karşılıklı haklara riayet
esas olduğuna göre, insanların hak ve hukuklarına riayetleri sosyal adaleti de
beraberinde getirir. Toplumun bütün
müesseselerinde insanların haklarına riayet gerçekleştiğinde de sadece insanlar
arasındaki sosyal dayanışma sağlanmakla
kalmaz, aynı zamanda sınıflar arasındaki sevgi ve saygıya dayanan sosyal dengenin
kurulması da mümkün olur."
Bu eser, yol gösterici, aydınlatıcı ve faydalı bir kaynak olarak, hem din
görevleri mizin hem de geniş halk kitlelerinin dikkatini
çekecektir. Nitekim eserin 4. baskıya ulaşması bunu göstermektedir. Yazarı,
çalışmalarından dolayı kutluyoruz. |