Güneydoğunun Efes'i Hasankeyf |
Uygarlıklar kenti Anadolu'nun, tarihe şahitlik yapmış kadim kentlerinden biri Hasankeyf. "Uygarlıklar kenti" ya da "Mezapotamya'nın mağaralar başkenti" olarak da anılıyor. Yüz yıllarca önce insan emeği ile kayalara dantel gibi işlenen Günedoğu'nun Efes'i... Binlerce yılın tozu toprağına göğüs germiş, istilalar görmüş bağrı yanık bir kent Hasankeyf. Ne haçlı seferleri, ne Moğalların saldırıları ne de Timur'un Anadolu'yu istila etmesi Hasankeyf'i yok etmiş. Ancak bugün yanlızlık mı, terk edilmişlik mi, baraj sularının altında kalacağını bilmenin acısı mı; bir hüznü, bir keyifsizliği var Hasankeyf'in. ihtiyarlar bezgin, Dicle'nin kıyısındaki tarihi mekanları mesken tutmuş, oyun oynayan çocukların gözleri umutsuz ışıklar saçıyor sanki. Ortaçağ sonlarına kadar Mezapotamya ile Anadolu'nun birleşim noktasında ticaret ve ekonominin odak noktası olmuş Hasankeyf'in kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyor. Bu görkemli şehir, ilkçağda "Cefa" adını taşımış ve Süryani piskoposluğunun da merkezi olmuş. Mezapotamya'nın başlangıç noktasında Doğu ve Batı kavimlerinin de gözbebeği Hasankeyf, antik dönem dışında Bizans, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar'a da ev sahipliği yapmış.Medrese, Rasathane, Darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olan Hasankeyf, ulaşım yolları ve ticaret merkezlerinin yer değiştirmesiyle önemini ekonomik anlamda yitirirken, üzerindeki tarih ve kültürel mirası bugünlere ulaştırmayı ihmal etmemiş. Yüzyıllarca nice medeniyetlere ev sahipliği yapan Hasankeyf'te Antik dönemden beri halkın o görkemli mağaralarda yaşıyor olmasını fakirlik belirtisi sayan yöneticiler, insan var ama ev yok deyip, devlet eliyle tarihsel kentin üstüne 40'ar metrekarelik evler yaptırarak pek çok anıtı yok etmiş. Antik taşlar inşaatlara temel taşı olurken halk, devlet yapıyor diye ses çıkaramamış. 1980'lerin başına gelince bölge birinci derecede SiT alanı ilan edilmiş. Edilmiş ama, yağma sürmüş durmuş. Devlet, Hasankeyf'i Hasankeyf yapan eserlerin sayımını yapmadığı gibi, bir görevlisini bile yollamamış. Kaderine terk etmiş Hasankeyf'i. Hasankeyf'e baraj yapılacağı gündeme gelince terk edip gidivermiş halk. ?imdi geriye sadece ihtiyarlar ve birkaç fakir aile kalmış; bebeleriyle. Sindirmek kolay değil, böylesi bir ihtişamdan Türkiye'nin en fakir dördüncü ilçesi durumuna düşmeyi.Her yıl yeniden ölüp ölüp diriliyor Hasankeyf. Bir "Hasankeyf sular altında kalacak" deniliyor, bir "Hasankeyf kurtuldu". Kent bizi, "Tarihi mirasımız Hasankeyf'i koruyalım" levhasıyla karşılaşıyor.Ve tıpkı bir zaman tünelindeymişiz gibi başlıyor zamana yolculuğumuz. Önce, zamanında 300 bin kişinin yaşadığı mağaraların bulunduğu kale. Kalenin birinci kapısı, 1993'de kaya düşüp, göçtüğü için ikinciye, yani Eyyübiler zamanında yapılan yılanlı kapıya geliyoruz. Dut ağacının altına rastlayan kapının tek kanadı yerinde dururken, diğeri, doğanın acımasız şartlarına terk edilmiş. Kalenin eski çağlardan beri bir iskan yeri olarak kullanıldığı mağara yapılarından anlaşılıyor. Ancak kale olarak kullanılmaya başlaması Bizanslılar dönemine rastlıyor. Yekpare taştan olması nedeniyle çok korunaklı oluşu, üzerinde birkaç tarihi eserin bulunması gizli yollarla nehre inilmesi ve kaleye çıkan yol üzerindeki zarif, muhteşem taş kapısıyla dikkatleri çekiyor. Kaleye doğudan merdivenli bir yolla ulaşılıyor. Bu yolun üst tarafında da kısmen harap olmuş diğer bir kapı var. Kalenin kuzeydoğu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer alıyor. Kalenin dikkate değer özelliklerinden biri de, gerek Artuklular, gerekse Eyyubiler döneminde buraya su çıkarılmış olması. Asırlarca kale bu su ile hayat bulmuş. Bu suyun kesildiği olağanüstü zamanlarda kalenin kuzeyinde yer alan merdivenli yollarla nehirden su alınmış. Eyyubilerin Hasankeyf'teki ilk eseri olan Ulu Camii de Kalenin içinde bulunuyor. 1325 yılında bir kilise kalıntısı üzerine inşa edilmiş. Yapı gibi minaresi de genellikle moloz taşlardan yapılmış. Minarenin kuzeyinde bulunan alçı süsleme ve kitabe dikkate değer. Cami minberindeki ahşap kitabe, yazısı ve oyma süsleriyle günümüze ulaşan nadir parçalardan biri. Ve köprü. Tarihi kaynaklarda köprünün 1116 tarihinde Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı yazılı. Kemer açıklıkları itibariyle Ortaçağ'da yapılan taş köprülerin en büyüğü.Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metre. Doğu ve batıdaki küçük kemerler dışında ortadaki büyük kemerler tamamen yıkılmış durumda.Eskiden köprünün en büyük kemerinin ortası ahşaptanmış. Düşman şehre saldırdığı zaman yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirmiş. Bu özellik köprünün ömrünü kısaltmış. Köprünün önemli özelliklerinden biri de orta ayaklar üzerinde yer alan ve 12 burcu simgelediği tahmin edilen figürler. Bir ikisi dışında tahrip olmuş ve şekil olarak ne ifade ettikleri anlaşılmaz hale gelmiş. Köprünün ne zaman yıkıldığı da bilinmiyor. Kalenin kuzeyinde Ulu Cami'nin altında büyük saray yer alıyor. Büyük ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmış. Yapının en önemli özelliği, binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir kulenin yükseliyor olması. Burasının gözetleme kulesi veya yıldırımlık görevi gördüğü tahmin ediliyor. Binlerce yıl insanlara hizmet eden patika yoldan kışın sıcak, yazın serin olan mağaralardayız artık. Sanırsınız ki 80 metrekarelik bir apartman dairesi. Ocaklı büyük bir salon, yan yana dizili odalar, mutfak, kiler ve banyosu da var bu yüksek tavanlı mağaraların. Bazıları kendi haline bırakılan mağaraların bir kısmı pırıl pırıl temizlenip, içi kilim ve yastıklarla donatılmış.Dicle nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide El-Rızk Camii yer alıyor. Eser, 1409 yılında Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Bu gün camiden sadece minare sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış giriş kapısında yer alan kitabenin altında Allah'ın 99 ismi yazılmış. Caminin önemli özelliklerinden biri de, cami minaresinin çift yollu olması. Betonarme köprünün batı yakasındaki tepecikte ise imam Abdullah Zaviyesi yer alıyor. Eser asli yapısını koruyamamış sık sık tadile uğramış. Kubbenin bitişiğindeki minare amaçlı kullanılan kule, kısmen harap olmuş. Kısa bir süre Hasankeyf'de hakim olan Akkoyunlular'a ait tek eser olan Zeynel Bey Türbesi ise Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey'e ait. Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert sırlı tuğla ve kuşaklar oluşturulmuş. Bu kuşaklarda sıra ile "Allah, Muhammed ve Ali" isimleri hayranlık verici bir şekilde yazılmış. içeriden sekizgen bir özellik arzeden yapının mezar bölümü açılmış. Hasankeyf'teki birçok eser gibi bu da yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Kendi türünün Anadolu'daki nadir örneklerinden olan türbenin, Hasankeyf'teki diğer eserlerle beraber koruma altına alınması ve restore edilmesi gerekiyor. Mezapotamya'nın bu en eski yerleşim biriminde, tarihte bilinen en eski darphanelerden birinin bulunduğu biliniyor. Ancak yüzyıllardır depremler, toprak kaymaları sonucu yüzlerce metre yüksekliğindeki tarihi kentin altında kaldığı belirtilen darphaneye, yıllardır sürdürülen kazılara rağmen ulaşılamamış. Definecilerin talanına, çeşitli yerlerde ele geçirilen buluntulara rağmen, Hasankeyf'in halen bir altın deposu olduğuna inanıyor yöne insanları. Hasankeyf'te Yetişen Bilginler Hasankeyf, Ortaçağ'ın önemli idare ve ticari merkezlerinden biri olduğu gibi, birçok bilginin yetiştiği bir mekan olmuş. Hasankeyf'in yetiştirdiği bazı bilginler şunlar: 1- Alaaddin Haskefi (Ö. 1677). Hanefi fıkhı alimi. 2- Ebu'l-Lutf Haskefi (Ö. 1455). Fıkıh ve Arap Edebiyatı bilgini. 3- El-Hatib el-Haskefi (Ö. 1158). ?afii fıkhı, Arap Edebiyatı ve ?iir alimi. 4- Ahmet ibn Muhammed Haskefi (Ö. 1599). Hem din hem fen ilimlerini tahsil eden bilgin. Bunların dışında başka alimlerin de burada yetiştiği ve ders verdiği biliniyor. Bunlardan biri ünlü Sibernetik bilgini Bediüzzaman Ebul-iz El-Cezeri'dir. icad ettiği robotları Hasankeyf Artuklu Sultanına hediye ettiği, ayrıca bir çok farklı aletler yaptığı söyleniyor. Hasankeyf Efsaneleri Hasankeyf'in yazılı kaynaklarda yer almayan ancak, insanlar arasında anlatılan ve devirden devire aktarılmak suretiyle efsaneleşen hikayeleri de meşhur. işte ortak noktaları olan, ancak anlatım tarzlarında bazen farklılıklar gösteren bir kaç hikaye; Hasan Keyfe'nin Hikayesi Zamanın birinde Hasankeyf çevresini haraca bağlayan, adamları ile birlikte yolları kesip halkı soyan Hasan isminde bir eşkıya varmış. Bu adam sonunda yakalanmış ve Hasankeyf Kalesi'nde zindana atılarak hapsedilmiş. Bir süre sonra da idama mahkum edilen Hasan, cezasının infazı için Kaledeki meydanda kurulan dar ağacına getirilmiştir. Ancak, idamdan önce son dileği sorulurken Hasan, görevlilerden bir küheylan getirmelerini istemiş, ata binip meydanın bir ucundan diğer ucuna bir cirit oyunu oynamayı arzuladığını ifade etmiştir. Dileği yerine getirilir, Hasan ata biner ve son hızla Hasankeyf Kalesi'nden 200 metre aşağıdaki Dicle Nehri'ne atlar. bu atlayıştan sonra at ölür ancak Hasan, karşı sahile kadar yüzerek kurtulur. Bu esnada meydanda toplanmış bulunan halk, Hasan'ın bu atlayışına karşı hep bir ağızdan "Hasan Keyfe (Hasan neden yaptın!)" nidasında bulunarak olay karşısında üzüntülerini dile getirirler. Hasankeyf isminin bu olaydan dolayı bu yöreye verildiği anlatılmaktadır. İki Yollu Minare Sultan Süleyman bin Turan şah Eyyubi'nin hükümdarlığı döneminde yapılan Sultan Süleyman Camii minaresi, daha inşaat halinde iken usta ile kalfa arasında inşaat tekniği açısından bir anlaşmazlık çıkar. Minarenin henüz dikdörtgen kaidesi yapılmakta iken usta ile kalfa arasında başlayan bu tatlı çekişme, kalfanın usta tarafından kovulmasıyla son bulur. Bu olay kalfanın çok zoruna gider. Ancak buna karşılık vermek için Dicle Nehrine hakim kayalıklar üzerinde bulunan El Rızk Camiinin minaresini yapmayı üstlenir. Kalfanın buradaki amacı, ustasının yapmakta olduğu minareden daha güzel bir minare yapmaktır. Nitekim öyle de olur. Usta ile kalfa minarelerini birlikte yapmaya başlarlar. Her iki minare de yükseldikçe. İhtişamları da belirginleşmeye başlar. Ancak kalfa, yapmakta olduğu minarede herkesten saklı tuttuğu bir ayrıntıyı özenle korumaktadır. Minareler, ilk bakışta dış görünüş itibariyle birbirine benzemektedir. Ancak halk, zarafet ve estetik açısından minareleri karşılaştırınca, kalfanın yapmakta olduğu minarede herkesten saklı tuttuğu bir ayrıntıyı özenle korumaktadır. Minareler ilk bakışta dış görünüş itibariyle birbirine benzemektedir. Ancak halk, zarafet ve estetik açısından minareleri karşılaştırınca, kalfanın yapmakta olduğu minarede daha güzel ve göze hoş gelen desenler bulunmaktadır. Zaman ilerledikçe, her iki minarenin inşaatı da hızlanmaktadır. Bir süre sonra minareler birlikte tamamlanır.Usta yaptığı minarenin açılışını, başta melik olmak üzere kentin ileri gelenlerinin iştirakiyle gayet şatafatlı ve görkemli bir törenle açar. Kalfa ise yaptığı minarede sır gibi sakladığı bir inşaat tekniğini yalnız ustasının görmesini istemektedir. Bu nedenle minarenin açılışını yapmadan önce, ustasına karşı duyduğu saygıyı ön planda tutarak ve mütevazı bir tavırla ustayı açılışa davet eder ve minarenin açılışını ona yaptırır. Minarenin açılışından sonra usta, minarenin merdivenlerini kontrol etmek ve rahat olup olmadığını anlamak için minarenin tepesine çıkar. Birde ne görsün, kalfada minarenin tepesinde kendisini beklemektedir. Bu durumu hayretle karşılayan usta, kalfaya "Buraya nasıl çıktığını" sorar. Kalfa da her zaman olduğu gibi tevazuyu elden bırakmadan ustasına "?u yan tarafta bulunan ikinci yoldan çıktım" der. Bunun üzerine usta, şöyle bir yan tarafına bakar ki birde ne görsün, minarede çift yol yapılmış. Üstelik bu yollardan çıkan ve inen birbirlerini görmeyecek şekilde bir inşaat tekniği kullanılmış. Oysaki kendisinin yaptığı minarede böyle bir teknik kullanılmamış ve yalnızca minaresinde bir yol vardır. Bu durum karşısında ne yapacağını şaşıran usta, kalfasının bu şahane eserini takdir edeceği yerde gururuna yenik düşerek geçirdiği bunalım sonucu minarenin tepesinden aşağıya atlamış ve intihar etmiştir. Bu nedenle, Hasankeyf'te bulunan minareler, işte böyle tatlı, ancak sonu dramatik olan bir rekabet anlayışı içinde yapıldığı için üstün bir inşaat tekniğine ve üstün bir sanat değerine sahiptir. Efsaneleriyle, medreseleriyle, rasathaneleriyle, kiliseleriyle, kalesiyle ve diğer eğitim merkezleriyle bir çok uygarlığın beşiği olmuş bu doğa harikası şehir artık yorgun ve hüzünlü. Tarihin bize emaneti olan bu şehir yok olmak üzere. Böylesine kıymetli bir mirasın sular altında kalmasına, çamura gömülmesine ramak kaldı. Hâlâ doğal yapısını koruyan belki dünyanın nadir kentlerinden Hasankeyf, ılısu Barajı gölünde intihar edeceği günü bekliyor. Her şeyini paylaştığı Dicle'nin kendisini yutacağını duymak onu kahrediyor. Dicle onu yutmadan, o intiharı düşlüyor ölüm sessizliğinde. Hasankeyf Ege'de bir "Efes" olsaydı ya da bir "Aspendos" olsaydı yine de böyle sahipsiz olur muydu bilemiyorum, ancak belki barajın su yolu başka tarafa çekilir ve bir tarih kurtulur. Ama ya kurtarılmazsa!... Gezi: Ferman FIRAT Anadolu Gençlik - sayı 33 - Ekim 2002 alıntılanmıştır. |