Serhat Şehrine Seyahat - Talha Uğurluel - Edirne |
Sevgili Arkadaşlar, işte yepyeni bir gezi yazısıyla, birkez daha beraberiz. Bu yazımızda da yine güzel Türkiye'mizin harikulade şehirlerinden birine gidecek, oraları tanımaya çalışacağız. Artık okullar da tatile girdiğine göre rahat rahat gezebiliriz. Yolumuz tam bir serhat (sınır) şehrine gidiyor. Eğer hazırsanız yola çıkabiliriz. İstikamet Edirne. Edirne'ye doğru yol alırken sizlere birazcık bu güzel şehrin geçmişinden bahsedeyim. İlk çağlardan beri birçok devlet hep buralara sahip olmak istemiştir. Çünkü burası Asya ile Avrupa arasında transit yol üzerinde bulunmaktadır. Öncelikle Büyük İskender'in babası fethediyor buraları, ardından Roma ve Bizans hakimiyetine geçiyor. Bizans'ın sonlarına doğru taht kavgaları başlıyor. İmparator olmak isteyen Kantakuzen'in, Osmanlı padişahı Orhan Beyden yardım istemesi üzerine Orhan Bey oğlu Süleyman Paşayı buralara göndermiş ve bu yardım karşılığında Avrupa tarafından ilk kez bir toprak sahibi olmuştur. Süleyman Paşa burayı üs olarak kullanarak kısa sürede Edirne'ye doğru birçok yeri ele geçirmiş. Ne yazık ki Edirne'ye doğru sefer yaptığı bir gün atından düşerek şehit olmuş. Bugün kendisi atı ile birlikte Bolayır'da yatıyor. Bir süre sonra tahta geçen 1.Murat Edirne'yi fethetmiş ve artık Edirne İstanbul'un fethine kadar Osmanlıya başkentlik yapmaya başlamış. Bundan sonra Osmanlı orduları sefere hep buradan çıkmışlar. Hatta Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u alacağı fetih ordularını burada hazırlamış. Edirne'nin dümdüz ovalarında İstanbul surlarını yıkmak için yaptırdığı dev topları denemiş. Hele dökümünü Edirne de yaptırdığı dev bir şahi topu varmış ki, sadece onu çekmek için yüzlerce öküz kullanılıyormuş. Edirne'yi Osmanlı padişahlarının gözünde vazgeçilmez kılan en önemli yönlerden biri de mükemmel bir av sahası olmasıymış. Çünkü buralarda o dönemde akla hayale gelmedik bir sürü canlı yaşıyormuş. Padişahlar genellikle her yaz dönemini burada geçirirlermiş. Bu nedenle de Edirne de birçok yazlık kasır yaptırmışlar. Özellikle Kanuni, Edirne'siz yapamazmış. Buralara geldi mi İstanbul'a dönme tarihini geciktirmek istermiş ama bir süre sonra Edirne derelerinin meşhur kurbağaları o kadar çok bağırmaya başlarlarmış ki sonunda bu gürültüye dayanamaz İstanbul'a dönmeye karar verirmiş. Gözbebeğimiz Edirne'nin bizim elimizde iken birkaç kez işgale uğradığını da söyleyelim. İki kez Ruslar, bir kez de Bulgarlar kısa süreliğine burayı işgal etmişler. Özellikle Balkan Savaşı yıllarında Bulgarların kuşattığı Edirne'yi Kahraman Şükrü Paşamız aç susuz aylarca savunmuş, sonunda yiyecek ve cephanenin kalmadığı Edirne, Bulgar işgaline uğramış. İşte Edirne'nin kısa geçmişi. Bu arada Trakya topraklarına girdik bile. Yol kenarlarında sağlı sollu uzanan şu uzun boyunlu bitkilerin çekirdeklerini sanıyorum hepiniz çok seviyorsunuz. Yemeye başlayınca bir türlü bırakamadığımız bu kara çerez tabi ki ayçiçeği. Bugün Türkiye'de Ayçiçeğinin en çok yetiştirildiği yer Edirne bölgesi. Bazı yörelerde bu bitkiye "günebakan" da derler. Çünkü sabah güneşin doğduğu taraf olan doğuya kafasını çevirir akşama kadar güneşle beraber döner.İsterseniz bir takibini yapın. Hayretler içinde kalacaksınız. İşte Edirne görülmeye başladı bile. Ve o harikulade görkemi ile Selimiye Camii de bizlere el sallıyor. Şimdi Edirne'ye bu asfalt yol üzerinden ilerlerken Selimiye Caminin minarelerini sayalım. Kaç tane görüyorsunuz. İki tane değil mi? Yaklaşın yaklaşın hala iki tane. Evet ama dört minaresi yok muydu bu caminin. İşte bir mimar estediği daha. Minareleri birbirleriyle o kadar uyum içinde ki Edirne'nin içine girene kadar arkadaki iki minareyi göremiyorsunuz. Neyse birazdan Selimiye'ye uğrayacağız. Ama öncelikle gelin Şehitliğe gidelim. Bu güzel şehri bizlere emanet etme şuuru ile canlarını seve seve veren atalarımızın mezarlarını ziyaret edelim. Tabi onların komutanı olan ve sizlere az önce bahsettiğim büyük Kahraman Şükrü Paşamızın kabrini ziyaretide unutmayalım. Ayrıca buraları gezerken, Bulgar kuşatmasına karşı Edirne'nin müdafaa edildiği tabyalarıda görebiliriz. Buradan şehir merkezine iniyoruz. Tam ortada üç muhteşem cami "bize doğru gel" der gibiler. Bunlar Eski cami, Üç Şerefeli Cami, Selimiye Cami. Şehir içindeki gezimize yaşlılığına hürmeten, Eski Camiden başlayalım. Bu yapıyı inşaya Yıldırım Bayezid'in oğlu Süleyman Çelebi başlamış, kardeşi Mehmet Çelebi bitirmiş. En göze çarpan yönü, duvarlarındaki siyah renkli, kocaman kocaman yazı ve tuğralar. Cami yanında bir de kapalı çarşı var. Evliya Çelebinin anlattığına göre bu çarşı o kadar çok değerli eşyaya sahipmiş ki geceleri 60 yeniçeri tarafından korunuyormuş. Şimdi de Üç Şerefeli Camiye gidiyoruz. İsmi bir hayli ilginç. 2.Murad burayı yaptırdığında dünya üzerinde üç tane balkonu olan başka hiçbir cami yokmuş. Bu özelliği halkın bir hayli dikkatini çekmiş. Bu nedenle de camiye üç şerefeli diye hitap etmeye başlamışlar. Yazının başında ki şiirde de bahsedildiği gibi, caminin en göze çarpan yönü ahşap kapılarıdır. Zira Osmanlı ahşap işleme sanatının en güzel örneklerini üzerinde taşır. Yine bu cami, Osmanlının ilk dönem çok kubbeli camilerinden, Mimar Sinan'ın yaptığı tek kubbeli camiler arasında bir geçiş özelliği taşır. Artık Mimar Sinan'ın ; -" Bu benim ustalık eserimdir." Dediği muazzam yapıya giriyoruz. Dünya üzerinde kubbesi en büyük olan bu cami Selimiye'dir. Bizzat Peygamber Efendimiz Kanuni'nin oğlu 2.Selim'in rüyasına girerek bu camiyi Edirne'ye yapmasını söylüyor. Minarelerine aynı anda üç kişi üç ayrı yerden, birbirlerini görmeden çıkabiliyorlar. Çevresinde medreseleri de mevcut. Müezzin mahfilinin mermer ayaklarından birinin altında ters bir lale motifi vardır. Onu oraya bizzat Mimar Sinan koydurmuştur. Sebebi de, bu caminin yeri alınırken burada lale bahcesi olan bir kadının kendilerini epey uğraştırmasıdır. Neyse ki sonunda bu ters kadın ikna edilmiştir. Ama buraya ters bir lale koyduracak kadar da Mimar Sinanı uğraştırmıştır. Edirne'nin Roma ve Bizans'a ait kalıntılarını görmek için şehir içinde sur içi denilen bölgeyi gezmemiz gerekiyor. Yine şehrin en eski evleri de burada bulunuyor. Edirne'nin Tunca nehrine doğru olan bölümüne geldiğimizde Osmanlı Sarayının kalıntıları ile karşılaşıyoruz. Fatih'in eğitim gördüğü ve oğullarına sünnet töreni yaptırdığı meşhur yerler işte buraları. Bu bölgeyi meşhur yapan en öneli şeylerden biri de her yıl geleneksel olarak düzenlenen Kırkpınar Güreşleri. Siyah deri kıspetlerini giyen ve tüm vücutlarını yağlayan güreşcilerimiz bu geniş çayırlarda kurulan er meydanında güreş tutuyorlar. Şampiyon olan kişi, altın kemeri bir yıl taşıma hakkı kazanıyor. Anlatıldığına göre Orhan Bey'in oğlu Süleyman Paşa, buraların fethine geldiğinde savaş harici günlerde askerler eğlensinler diye güreş müsabakaları düzenlermiş. Bu adet sonra her yıl tekrarlanır olmuş. Gezimizin son durağı, ağzınızı bir karış açık bırakacak bir hastane. Fatih S.Mehmet'in oğlu 2.Bayezid'in inşa ettiği külliye içindeki hastaneyi gezeceğiz. Bayezid Külliyesi içindeki, eski adıyla Darüşşifa, Trakya Üniversitesi tarafından restore edilmiş. Şifahanenin içine orjinalindeki gibi hastaların mankenleri konmuş. Bunları o kadar güzel yapmışlar ki, sanırsınız gerçekten çevre Osmanlı Kıyafetli insanlarla dolu. Avrupa'da delilerin içine şeytan girdiğine inanıldığı ve yakıldığı bir dönemde, Osmanlılar onları iyileştirmek için harika tedavi yolları bulmuşlar. Mesela Evliya Çelebi'nin anlattığına göre bu hastanede haftada üç gün konser verilir ve musiki ile tedavilerine çalışılırmış. Hastanenin içindeki dev havuzun fıskiyesi de gün boyu su sesi ile hastaları dinlendirirmiş. Bu kadarına da pes doğrusu diyerek buradan da ayrılıyoruz. Evet sanıyorum artık yoruldunuz. Ama bir o kadar da keyif aldınız bu geziden. İnanıyoruz ki ilerde sizler, ailelerinizle buralara gelecek ve onları bu tarihi şehirde sizler gezdireceksiniz. Ama sakın yazımızın başına koyduğumuz şiiri ezberlemeyi unutmayın. Çünkü o mısralar hemen tüm Edirne'nin kısa özetini veriyor bizlere. Hepinize iyi gezmeler. yedinciboyut@yedinciboyut.com |