* Savaş Sonrası Bosna’dan İzlenimler ( Fikret Gerger. ) |
Yeni Dünya Dergisi - Mayıs-2001 - . |
Şu Anki Durum 1992-95 yılları arasında üçbuçuk yılık bir savaş yaşayan ve Dayton Antlaşması sonrası hayata dönmeye çalışan Bosna’da şartların "normal" olmadığı ülkeye daha ilk girişten belli oluyor: Saraybosna havaalanı sivil uçuşların yanısıra NATO üssü olarak da kullanılıyor. "Uluslararası Toplum" adına NATO öncülüğünde ülkeye yapılan müdahale sonrasında oluşturulan düzenin iki temel direği var. Askeri kanat, SFOR (Stabilization Force İstikrar Gücü), silahlı çatışmaların önlenmesinden ve yurtlarına dönen mültecilerin güvenliğinden sorumlu. Daha önceki adı IFOR (Implemantation Force, Uygulama Gücü) olan bu askeri varlık ilk misyonu olan barışın uygulanması görevinden ülkenin istikrarının sağlanmasına yöneldi. (Bu tür isim değişiklikleri Kuzey Irak’taki istikrarsızlık sonrası oluşturulan Çekiç Güç, Çevik Güç tartışmalarından aşina olduğumuz diplomatik alan genişletmelerine iyi bir örnek) Düzenin ikinci ayağını ise sivil hizmetlerin organizasyonundan sorumlu olan başta BM olmak üzere AGİT, Avrupa Yatırım Bankası, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar oluşturuyor. NATO tarihinde askeri güç ilk defa Bosna’da kullanıldı ve NATO’nun misyonu Doğu Bloku ülkelerinden gelecek herhangi bir saldırıyı önlemekten bölgesel çatışmaları önlemek ve terörizmle mücadeleyi de içinde barındıracak şekilde genişletildi. Bosna ve Kosovada bulunan 57 bin kişilik bir gücün çekirdeğini NATO oluşturmakla beraber Rus kuvvetleride Peacekeeping (Barışı koruma) operasyonlarında görev almaktalar ve öyle görülüyor ki Slavların olduğu tüm sorunlarda NATO Rusya’yı operasyonlarına ekleyecek. Bölgeye yönelik askeri müdahale ve daha sonrasında oluşturulan yapının askeri yapısına yönelik eleştirilerde NATO’nun bir çıkış stratejisinin olmaması üzerinde durulmakta ve özellikle Amerika içkamuoyundaki tartışmalarda Balkanların Amerikan ulusal güvenliği için öneminin fazla olmadığı ve dolayısıyla burada yoğun kuvvet bulundurmanın gereksizliğinden ve mümkünse işi Avrupalılara devretmekten bahsediyorlar. NATO içinde yoğunlaşan AGSK (Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği), tartışmasında bu konu önemseniyor. Avrupalılar Amerikalıların davranışlarından rahatsızlık duymakta ama aynı zamanda kuvvet sevki ve komuta kontrol açısından yeterli yetkinlikte olmamaları dolayısıyla NATO imkanlarını kullanan fakat kendi içinde otonom bir güç geliştirme yoluna gitmeleri hızlandı. "Not separate, but separebable" (Ayrı değil, ama ayrılabilir) Bosna’daki sivil işlerin merkezinde BM Yüksek Temsilciliği bulunuyor. Bosna Hersek’in dünya’daki son manda devleti özelliğide buradan kaynaklanıyor. BM Yüksek temsilcisi ülkedeki en yüksek yasama ve yürütme yetkilerini elinde bulunduruyor. Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi ülkenin en yüksek siyasi mevkisi ve üç etnisiteyi temsilen bir Boşnak, bir Hırvat ve bir Sırp’tan oluşuyor ama yüksek temsilcinin bunlardan birini görevden alabilme yetkisi mevcut. Yüksek Temsilci seçim listelerine ve siçilmişlere müdahale edip görevden alabiliyor ve seçimlere girilmesini engelleyebildiği gibi ülkenin bayrağının ve yasasının nasıl olması gerektiği gibi konularda da müdahil olduğu gözleniyor. Bosna’da oluşturulan yapı ve geliştirilmeye çalışılan "model" ciddi bir sosyal deney özelliği gösteriyor. Eğer uygulama başarılı olur ve bir model üretilebilinirse, bu benzer etnik ve dinsel çatışma sorunları yaşayan diğer bölgelerede uygulanacak. Hedeflenen modelin oluşturulmasının önündeki ciddi engellerin başında yaşanılan iç savaşın tahribatları gelmektedir. Savaş boyunca Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar birbirleriyla savaştığı için savaş sonrasında üç etnisiteyi tekrar entegre etme oldukça zor gözükmektedir. Bunun sağlanması için geliştirilen politikalar; tüm kurumlarda katılımcı ve tam temsile dayanan bir yapının oluşturulması, mültecilerin bulundukları yerlerde yerleştirilmesi ve koşullarının geliştirilmesi yerine eski yerlerine gönderilmesi, üç toplumun savaşı yürüten milliyetçi partilerinin güçten düşürülmesi ve tüm etnisiteleri içinde barındıran parti ve sivil organizasyonların oluşturulması ve desteklenmesi, medyanın yeniden örgütlenmesi oluşturmaktadır. Eğer bu politikalar başarılı olur ve yeniden entegre olmuş bir devlet modeli geliştirilebilinirse bu model en başta Kıbrıs olmak üzere Lübnan, Kosova ve diğer tüm etnik çatışmaların olduğu yerlere örnek oluşturacak ve uygulamaya sokulacak. Ancak bu politikaların ciddi açmazları var. Uluslararası toplum üç etnisitenin milliyetçi partilerini güçten düşürmeye çalışıyor. Gerektiğinde seçim listelerinde değişikliğe gitmeyi zorunlu kılıyor veya diğer partilerin önünü açmaya çalışıyor, ama üç toplumda da savaşı bu partiler verdiği ve toplum nezdinde saygın kişiler bu hareketlerin içinde yeraldığı için bunun başarılması zor gözükmektedir. Savaş boyunca konumları gerilemiş ve bir kenara çekilmek zorunda kalan entellektüel/bağımsız meslek gruplarına mensup yeni bir toplumsal aktör siyasetin içine girmiş olmakla beraber halka sirayet etme noktasında son derece zayıf kalmaktadırlar. Mültecilerin yerlerine dönmesi konusunda çok hassas davranılmakla beraber güvenliğin dışındaki sebepler dolayısıyla bu kampanya istenilen başarıyı sağlayamamaktadır. İnsanların azınlıkta olan bölgelere geri dönmelerini engelleyen en önemli engel ekonomik şartlar oluşturmaktadır. Mülteciler yaygın bir istihdam imkanının olmadığı yerlere dönmek yerine bulunulan yerlerde konumlarını geliştirme yoluna gitmektedirler. Medyanın yeniden şekillenmesi ve yayın dilinin tüm çatışmacı ifadelerden arındırılması çalışmaları başarılı görülmektedir. Uluslararası finansmanla oluşturulmuş son derece yaygın bir medya organizasyonu mevcut ancak bu yapının uluslararası finasman olmadan sürdürülebilir olmadığını belirtmek gerekir. Savaşın tüm izlerini Saraybosna ve Mostar’da görmek mümkün. Saraybosna’ya girişte tamamen tahrip edilmiş huzurevi, medya binası, parlemento, ulusal kütüphane, iş ofislerinin olduğu binalar savaşın izlerini gösteriyor. Saraybosna’daki hızlı yeniden inşa ve tamir işleri yoğun olduğundan Mostar’da savaşın asıl tahrip edici yanını görmek mümkün. Doğu ve Batı Mostar ayırımlarını Mostar’ın ortasından geçen Neretva ırmağının iki yanı değilde doğu ve batı kısımlarındaki yerleşimler belirliyor. Cephe hattının olduğu bölge tamamen tahrip olmuş durumda ve daha yeniden inşası gerçekleşmemiş bulunuyor. Bölgede daha önce bulunan binaların sadece iskeletleri duruyor. Hırvatlar kentin Katolik ve Hırvat kimliğini vurgulamak için kentin etrafındaki yüksek bir binaya geçen yıl yüksek bir haç inşa etmişler. Kentin her tarafından görülen ve bana Çanakkale Abideleri heykelini hatırlatan haçın amacı sadece bölgede olduğuna inanılan azizlerin ruhlarına saygıyı ifade etmiyor. Tepedeki haç ve kentin Hırvat kısmında yapılan katedral ve tüm minarelerden daha yüksek çan kulesi kentin aidiyetini göstermeye yönelik. Tabi tüm bunların ne kadar provakatif hareketler olduğunu belirtmeye gerek yok. Brçko kentinin statüsü Dayton Antlaşmasında belirlenemeyince konunun çözümü daha sonraki müzakerelere bırakıldı ama sonuç çıkmayınca kent kendi başına merkezi yönetime bağlı oldu. Kentte simgelerin savaşı var. Savaşta kentin üç camiside tamamen tahrip edildiği gibi kentin girişine iki kuleli büyük bir katedral inşa edilmiş bulunuyor. Etnisiteler arasındaki güven sorununu çözmeye yönelik projelere katılım ve güven inşasını engelleyen savaş travmaları geçmiş değil. Savaşın şiddeti ve Boşnakların yaşadığı katliamlar hafızaların canlı kalmasını sağlıyor. Kocasını savaşta yitirmiş ve mülteci durumuna düşmüş yaşlı bir Boşnak kadının Bosna Hersek içindeki Republica Srpska için derin bir of çektikten sonra söyledikleri entegrasyonun ne kadar zor olduğunu gösteriyordu: "Republica Sırpska yüreğimde bir bıçak gibi." İHH ve Bosna Diyanetinin ortak çalışması sonucu Bosna’nın kuzeydoğusunda, Republika Srpska’nın içinde kalan ve mültecilerin geri döndüğü yerlerde kurban kesimleri yapıldı. Savaş sırasında yaptığı yardım faaliyetleri ile savaş şartlarının hafifletilmesinde büyük katkıları olan İHH, kurban kampanyası ile bölge halkına savaş sonrası dönemde kendilerini unutmadıkları mesajını verdi. Mültecilerin yeni döndükleri bölgelerde daha yoğun olarak organize edilen kurban kesimlerinde benim için en dramatik an bir mülteci kampındaki kurban dağıtımıydı. 1994’ten beri mülteci kampında yaşayan 76 ailenin yaşadığı küçücük odalar ve çocukların çektiği ızdırap ve sorunlar "mülteci" olmanın tüm ağırlığını ortaya koyuyordu. Daha önce gördüğüm bir Filistin mülteci kampında, ziyaretçileri gezdiren rehber, mülteciliğin ne kadar zor olduğunu belirtmek için, "Hepiniz birazdan burdan gideceksiniz ve ülkelerinize döndüğünüzde bu ziyaret bir anı olacak ama burda yaşayan insanlar tüm bu yoksulluğu yaşamaya devam edecekler." demişti. Savaşın yıkıcı ve öldürücü yanının dışında savaş sonrasında hayatta kalanlara yarattığı sorunlar da en az savaşın kendisi kadar tahripkar. ------------------------------------- |