İSLAM'DA TİCARET |
1.) Temel İlkeler 2.) Takas 3.) Tekelcilik 4.) Spekülasyon 5.) Uluslararası Ticaret ve Damping 6.) Ticaret ve Faiz 7.) Sonuç Ruh esenliği, kişinin manevî gelişmesi ya- nında, âdil ve iyi davranışlar üzerine kurulu yeryüzünde bir hayat sürdürmesine bağlıdır. Bunun için, Kuran ve Sünnet, dünya işleri üze- rinde tekrar tekrar durur, onlara ait öğütler verir. Kuranda şöyle buyrulur : «İbadet bittik- tan sonra, Allah'ın fazlını -bağışını- aramak için yeryüzüne dağılınız.», Peygamberin (SAV) bir sözü şöyle: «Geçimini helâl yollarla sağlamak, ibadet dışında en ö- nemli bir görevdir.» Bir başka yerde şöyle der Peygamber (SAV) : «Sabah namazını kıldıktan sonra. geçiminizi kazanıncaya kadar yatmayın.» İslâm, İslâmî ilkelerle bağdaşan tüm eko- nomik faaliyetlere katılma hakkını kişiye tanı- maktadır. Ticaret, ticarî ortaklık, kooperatifler ve anonim ortaklıklar meşru sayılmıştır. Bunun- la birlikte ticarî faaliyetlerin dürüst yararlı ve güvenilir bir şekilde yürümesini sağlamak ama- cıyla ticari faaliyetlere ilişkin bazı kural- lar getirmiştir. Peygamber (SAV) bir hadîsinde, sözünde duran, doğru sözlü tüccarı övmüştür: «Doğ- ru sözlü, dürüst bir tüccar, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle birliktedir.» (Tirmizi,72: 4) 1 - TEMEL İLKELER Ticarî ilişkilerde kişinin son derece dürüst ve güvenilir olması şartı temel ilke olarak kon- muştur. Bu ilkeler iş adamları tarafından be- nimsenmiş olsaydı, bu gün piyasada görülen bozukluklar olmayacaktı. Ticaret ve alışverişe ilişkin bu ilkeler, iş ilişkilerinde iyi niyetin ku- rulması, tartı ve ölçümün dürüstçe yapılması ve aldatıcı yeminlere başvurmaktan kaçınılma- sı hakkındaki Kuran ve Hadis hükümlerinde, değişik şekilde, yansımaktadır. Aldatıcı yeminler : Günümüzde satıcılar, alıcıları kandırmak için asılsız yeminlere başvurmaktadırlar. Bu davranış da, piyasa ekonomisinin bozukluğu yanında, kişilerin ahlâkî ve ruhi değerlere kar- şı kayıtsızlığının, umursamazlığının ve yaban- cılaşmasının etkisi büyüktür. lslâm, iş adamı- nın malını satmak amacıyla başvurduğu bu tür davranışları kınamıştır. Ebu Hureyre'nin (RA) naklettiğine göre, Peygamber (SAV) bu konuda şöyle demiştir: "Asılsız yeminler malı sattırır, ama be- reketi, onun sağlayacağı yararı ve iç rahatlığı- nı da yok eder." (Buhari 34; 26). Öte yandan Ebu Zer de (RA), Peygamberin (SAV) başka bir sözünü nakleder "Allah şu üç sınıf insanla ne konuşacak, ne onların yüzüne bakacak, ne de günahlarını bağışlıyacaktır. Onlar çok acıklı bir azap çeke- ceklerdir." Ebu Zer; birden bire atılır ve sorar. «Ey Allahın Elçisi! Bu, herşeyini yitiren ve mah- folanlar kimlerdir?» Peygamber (SAV) cevap verir. «Tüm servetini gösteriş uğruna harcayanlar, başkasına yaptığından sorumlu olduğunu vic- danında duymayanlar ve malını asılsız yemin- lerle satanlar.» (Müslim) Tartı ve ölçüde dürüstlük : Ticarette tartı ve ölçünün yeri ve değeri son derece önemlidir. İslâm, bindörtyüz sene önce ölçü ve tartının dürüstlükle yapılması ü- zerinde önemle durmuştur. Bu konuda hem Kur'an'da ve hem de Hadislerde çok sert hü- kümler vardır. Kur'an'da şöylece değinilir bu konuya : "Ölçekte ve tartıda hile yapanların vay haline! Ki onlar, insanlardan, ölçekte al- dıkları zaman haklarını tastaman alanlar, on- lara o ölçekle veya tartıyla verdikleri zaman ise eksiltenlerdir. Sahiden onlar diriltilecekleri- ni sanmıyorlar mı? Büyük bir günde, Alemle- rin Rabbi için insanların kalkacağı günde... Sakın hileye sapmayın! Ahirette sorguya çeki- leceğinizi unutmayın! Çünkü kötülerin kitabı muhakkak siccindedir.» (LXXXIII: 2-7) İyi Niyet : İslâm, yalnız ölçü ve tartıdaki dürüstlük üzerinde değil, taraflar arasında iyi niyetin ku- rulması gereği üzerinde de önemle durmuştur. Ticarette görülen kötü ilişkilerin, tarafların ant- laşma maddelerini açıklıkla yazdırtmamaların- dan ileri geldiği bugün bir gerçek olarak orta- dadır. Bu konuda apaçık bilgiler vardır. Kur'- an'da. İyi bir iş ilişkisi ortamı kurmak için bü,- tün maddeler, teker teker ve açık olarak ya- zılmalıdır. Çünkü : "Bu, Allah yanında en doğ- ru şahitlik için en kuvvetlisi ve unutmamak için en elverişlisidir.» (II, 283) Sözleşmede üze- rinde görüş birliğine varılan maddeler açıkça belirtilmelidir. Sorumlu taraflardan birisi yet- kin değilse, velisi veya hamisi sözleşmeyi yaz- dırmak ve imzalamak zorundadır. Yukardaki kısa incelemeden çıkan sonuç şudur: İslâm devletinde ticaret ve alışverişin bu günkü ticaretten, temelde ayrılan bir yapı- sı ve anlamı vardır. İslâmda ticaret ve alışve- riş, ahlâkî ve manevî değerlerle iç içedir. Bu gün uygulanan sistemde ise kişinin yücelmesi- ni, daha uygar bir kişiliğe ermesini sağlayan bu değerler bir kenara itilmiş, ticarî kesimden koğulmuştur. İyiye, güzele ve hayra karşı olan her alışveriş, öz olarak, İslâmi değildir. İslâm devleti, yoksul halkı sıkıntıya sokan ve ihtiyaç- larını kötüye kullanma yolları arayan her türlü uygulamaya gem vurmak hakkına sahiptir. Şimdiye dek ticaret ve alışverişe ilişkin İslâmın koyduğu ana ilkeleri tartıştık. Şimdi, İslâm ilkeleri ışığı altında, bugün uygulanmak- ta olan ticaretin yapısını incelemeye girişebili- riz. 2 - TAKAS Takas, bir zamanlar ticarette çok yaygın- dı. Paranın ekonomiye girişinden sonra, her ne kadar; takas alışverişteki yeri azalmış ise de, bugün bile takasın alışverişte ne denli önem- li bir yer tuttuğu çok zor kestirilebilir. İslâm, Kur'an ve Sünnette belirtilen koşullar içerisin- de yapılan takas işlemini uygun bulmaktadır. Gerçekte İslâm, bozuk ve değersiz malların iyi olanlarla değiştirilemiyeceğine dikkatleri çek- mekte ve bu konuda, alışveriş yapanları uyar- maktadır. Satılacak malda bir özür varsa, bu- nun alıcıya bildirilmesi zorunludur. Hâkim İbni Hazm'in bildirdiğine göre bu konuda Peygam- ber (SAV) şöyle demiştir: "Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadığı sürece, antlaşmadan vazgeçebilirler. Her iki taraf da doğru söyler ve herşeyi açıkça belirtilse kutsal bir iş yapmış olacaklar- dır. Yalan söyler ve gerçeği gizlerlerse, bu, Al- lah'ın onlar üzerindeki yardımını silecektir.» (Buhari: 34; 19) Ayrıca, alıcıya, malı sınamak fırsatı ver- meyen, islâmdan önce yürürlükte olan alışveriş sistemi yasaklanmıştır. (Buhari: 34, 62) Mallar pazara götürülmeli ve toptan satışlar için tek- lifler verilmeden önce, pazarın durumu hakkın- da satıcının bilgisi olmalıdır. Pazarın durumu ve fiyatlar hakkındaki bilgisizliğin kötüye kul- lanımına imkân vermemek için bu şarttır. Pey- gamber (SAV) bütün bu hususları açıkça ortaya koy- muştur. Öte yandan, her türlü put alış verişi, içki, domuz eti veya kendi kendine ölen hayvan eti gibi haram edilen maddelerin alınıp satılma- sı yasaklanmıştır. (Buharî : 34-112). İslâm, putçuluğu ve putu yoketmek için gelmiştir. Put üzerinde herhangi bir alış verişe izin vermez. Yasaklanan yiyecek maddelerine gelince... Müslümanın bunlarla bir ilgisi yoktur. Başka bi- ri için bu işle uğraşmasına da izin verilmez. Fakat açık bir buyruk olduğu için, kendi ken- dine ölen hayvanın derisinin, yararlanılabilir durumda ise, alışverişi yasaklanmamıştır. Belki hayvanın kemikleri ve yağından da yararlanıl- masına izin verilebilir. 3 - TEKELCİLİK İslâm devletinde tekelin ve spekülasyonun durumunu inceleyelim. İslâm ekonomisi, başın- dan sonuna kadar, azami sosyal faydayı sağ- lamayı amaçlar. Bu yüzden, bu amaca ulaşma- ğa engel olan her ekonomik faaliyet, İslâmiyet ol maktan uzaktır. Yoksulların durumunu iyileş- tirmek için özen gösterileceğine ve iyiliği dü- şünüleceğine göre, tekel ve spekülasyonun teş- vik edilmesine. imkân yoktur. Tekelci, genellikle malına yüksek fiyat biçmektedir. Arzın bir elde toplanması esas ol- duğu için "tekel" fikri ile -sömürü- sorunu sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Açık rekabette, üreti- ci, marjinal maliyeti malın fiyatına eşitleyerek kârını artırır. Fiyat belirli olduğu için üretici, malın marjinal maliyeti fiyatına eşit oluncaya kadar, üretimini arttırmaya devam eder. Tekel de ise marjinal gelir fiyata eşit değil, bilakis ondan daha azdır. Malın talep elastikiyeti yük- sek olmadığı için, tekelci, üretim fazlasını da- ha düşük fiyatla satmayı düşünür. Daha çok üretirse toplam geliri artacaktır. Çünkü, ilâve birimin fiyatı toplam gelire katılacaktır. Öte yandan, üretimin tümünün daha düşük fiyatla satılmasından ötürü, toplam gelirde bir düşme görülecektir. Bu yüzden, fiyat pozitif bile olsa marjinal gelir negatif olabilecektir. Fiyat, " or- talama gelir " olarak bilinir (toplam gelirin top- lam üretime bölümü). Bu nedenle marjinal ge- lir ortalama gelirden daha azdır. Üretimi, marjinal gelirin marjinal maliye- te eşit kılan bir düzeyde tutmak en kazançlı durum olduğu için, tekelci, üretimini bu nokta- da kesecektir. Bu durumda en elverişli bir ü- retim olanağı ortadan kalkmaktadır. Bu da, sonunda, kaynakların gereğince kullanılmama- sına ve işsizliğe yol açmaktadır. Gerçekte serbest piyasa düzeninin bir çok teorik kuralı serbest rekabet varsayımına da- yanmaktadır. Ama ne yazık ki, bu, dev tröstle- rin, tekellerin ve kartellerin etki ve gücünü bir kat daha arttırmıştır. Yoksul tüketiciler, çalı- şanlar ve hatta toplumun tüm fertleri, tekelin egemen olduğu böyle bir ekonomik düzenden çok büyük yara almışlardır. Kapitalist düzende zaten toplum yararı ile kişi yararı arasında bir uyum sağlanamamıştır. Burada belirtmek iste- diğimiz husus şudur: Monopolun -tekelciliğin- egemen olduğu bir ekonomik düzen. İslâmın hedef olarak önerdiği «maksimum sosyal fayda» ilkesine ters düşmektedir. Bu yüzden İslâm devleti, ka- nunlar çıkararak veya plânlar yaparak tekeli denetim altına almak zorundadır. 4 - SPEKÜLASYON İslâm, spekülâsyonu da reddetmiştir. Spe- külâsyon deyimiyle -bir malı ucuzken alıp pa- halanınca satma- olayını kastediyoruz. Ma- lın, ilerde, şimdikinden daha yüksek bir fiyata satılabileceğini uman alıcı şimdiden malı sa- tın alır. İlerde malın fiyatının düşeceği bekle- niyorsa, spekülâtör, elindeki malını hemen sa- tacaktır. Spekülâtif faaliyetlerin şimdiki fiyat- ları gelecekteki fiyatlar seviyesine çıkaracağı ve fiyat iniş çıkışlarındaki farkı azaltacağı için, spekülâtörün tüketiciye ve üreticiye büyük ya- rarlar sağlıyacağı görüşü ileri sürülmektedir. Ani fiyat dalgalanmalarını kontrol altında tut- mak ve üretime yardımcı olmakla sosyal bir hizmet gördüğü sürece, spekülâsyon, İslama aykırı değildir. Ne var ki, tecrübeler, speküla- törün, toplum yararını bir kenara iterek yalnız- ca kişisel kazancını düşündüğü gerçeğini orta- ya koymuş ve koymaktadır. Mükemmel bir spekülâsyon kendi kendini ortadan kaldıracağı için, spekülâtörlerin çoğu, sunî olarak piyasa- da kıtlık meydana getirmekte ve dolayısiyle enf- lâsyonist bir gidişe yol açmaktadır. Bunun be- delini yoksul halk ödemektedir. Bu açıdan, İs- Iam, böylesine bir spekülâsyonu reddetmiştir. Ma'mer bu konuda Peygamberden (SAV) bu Hadisi nakleder : " Kıtlık zamanında, tahılı, ilerde sağ- layacağı kazanç için satın alıp biriktiren, bü- yük bir günahkârdır.» (Müslim ve Mişkat). Bir başka Hadisi Ömer nakleder : " Dışardan tahıl ithal eden ve piyasa fiyatına satanın geçimi üzerine Allah'ın lûtfu inmiştir. İlerde paha ede- ceği umuduyla tahılı piyasadan çeken, Allah'- ın rızası dışına çıkmıştır.» (Buhari: 34, 58) Böy- lece fiyatları, suni olarak, arttırmak için tahı- lı ve öteki malları piyasadan çekmek, alıcıyı, daha yüksek bir fiyat ileri sürerek kandırmak, yasaklanmıştır. Fakat açık artırmayla satışa izin verilmiştir. (Tirmizi : 12, 10). İslam, sorunu maneviyata bağlıyarak, spe- külâtif davranışları ortadan kaldırmaya çalış- mıştır. Kapitalist toplumlar bile spekülâsyonu denetim altına almak için çalışmaktadırlar. «De- netim Ekonomisi» adlı kitabında, Profesör Ler- ner, saldırgan spekülâsyonun zararlarının, kar- şı bir spekülâsyonla, denetim altında tutulabi- leceğini ileri sürer. Hükümetin fiyat tahminleri yapmakla görevli bir büro kurması ve bu bü- ronun gerçek fiyatları bu fiyat düzeyine getir- mek için tüm olanaklarını kullanması gerekir. Gerekirse İslâm devleti böyle bir sistemi geliş- tirmek zorundadır. Böylece yalnız yoksullar de- ğil, tüm taplum, vicdansız spekülatörlerin sö- mürüsünden kurtarılabilir. Bugünkü devletlerin yapısı -materyalist (maddeci)- olduğu için, bütün çabalara rağmen, sorunun çözümünde başarı sağlanamamıştır. Belki de; profesörü, sorunun çözü- münü, kişilerin ahlâki yönden gelişmesinde bul- maya iten neden budur. Ona göre: " Daha iyi bir ahlâk ve her türlü oyuna karşı kamu oyunu uyandırmak olacaktır en etkin çare. " Bu ko- nuda Profesör Taussig'in yaklaşımı İslâmi gö- rüşe çok yakındır. Gerçekten İslâm ekonomisi- nin ilkeleri, maddi ve manevi değerler arasın- da mutlu bir bileşim sağlamaktadır. İleriye dönük alışverişler : İslâm, spekülatif faaliyetlere izin vermedi- ği gibi, geleceğe ait alışverişi de uygun bul- maz. Çünkü böyle bir sistemi, topluma olduğu kadar, ticari çevrenin kendisine de zararlı ola- rak görür. Geleceğe ait alış verişler kapitalist ülkelerde bir çok sorunlara yol açmaktadır. Bunun için, İslâm, böylesine bir alış verişten kaçınmaları için müslümanları uyarmıştır. Bu konudaki Peygamber sözünü (SAV) ibni Ömer'den dinleyelim : «Satın alanın malı oluncaya kadar, tahıl satın alan biri, onu başkasına satmaya- caktır.» Öte yandan, Hâkim İbni Hazm da bir başka Hadis nakleder: « Yanında olmayan bir şey için pazarlık etme.» 5 - ULUSLARARASI TİCARET VE DAMPİNG Şimdiye kadar yurtiçi ticaretten söz ettik. Bu bölümde de uluslararası ticaret konusun- da İslâmî ilkeleri incelemeye çalışacağız. İslâm uluslararası ticareti teşvik etmiştir. Bu tarihi bir gerçektir. Ticaret hukuku incelenirse görülüyor ki; aydın müslüman Mağripliler, Doğu Akdeniz ül- keleri ile büyük bir ticari ilişki kurmuşlardır, Tunus'da fabrikaları ve konsolaslukları vardı ve İstanbul'da büyük bir ticari ilişki sürdürü- lüyordu. Bu ticaret halkası Çin ve Hindistan'a kadar genişledi. Afrika kıyısını ,dolaşarak Ma- dagaskar'a kadar uzandı. Sekizinci yüzyıl or- talarında, Avrupa, koyu bir karanlık içinde bu- lunurken, Abdulhazım gibi aydın İspanya müs- Iümanları, ticaret hukukunun ilkeleri hakkında, bilimsel makale ve kitaplar yazıyordu. İslâm, hem ekonomik işbirliğini sağlamak hem de karşılıklı bilgi ve fikir alışverişinde etken bir araç olduğundan beynelmilel (uluslararası) kardeş- liği gerçekleştirmek için uluslararası ticareti teşvik etmiştir. Şüphesiz, ticari işlemlerde elverişli bir sistem bulmak için müslümanlar arasında farklı teknikler kullanılmıştır. Bu teknikler, za- manla gelişen şartlara bağlı olarak değişmiştir. Burada bir soru ortaya çıkmaktadır. İslâm dev- leti nasıl bir ticaret politikası gütmelidir? Kla- sik ekonomistler, serbest ticaret politikasını savunurlar. Müdahalenin-dünyadaki tüm kay- nakların en elverişli bir biçimde dağılımına en- gel olduğunu ileri sürerler. Salt ekanomik açı- dan, İslâm devleti için serbest ticaret politika- sını tavsiye edebiliriz. İslamî sistem de serbest ticaretten yanadır. Ve ülkelerin kendi doğal şartlarına uygun olan malları, iç piyasaya tale- binden daha fazla üreterek öteki ülkelere sat- maları gerektiğine inanır. Başka bir deyişle, İslâm, uluslararası ticaretin temeli olan izâfi maliyet görüşünü destekler. Ama ,uluslararası ticarette rekabetin ne denli sağlıksız ve zayıf olduğu ve de müslüman ülkelerin durumu göz önüne alınırsa, ticarette, koruyucu bir politika izlemenin müslüman devletler için gerekli oldu- ğu -kanısındayız. Bu da İslâma aykırı değildir. Gerçekte " gümrük vergisi " ve giriş res- mi ilk, kez Hz. Ömer zamanında ortaya çıkmış ve uygulanmıştır. Hz. Ömer zamanında İslâm devletiyle ticari ilişkileri olan komşu ülkeler, müsiüman tüccarlardan vergi alınması için di- renmişlerdir. Ebu Musa el Eş'arî bu durumu Halife Ömer'e bildirdiği zaman, O, karşı bir tedbir olarak müslümanlardan alınan vergiye eşit bir harcın harbi'lerden alınmasını emret- miştir. Bu harç yüzde 10 civarındaydı. Harbiler- den ne kadar gümrük alındıgı bilinmeyen yerler- de bu yüzde 10 nisbeti uygulandı. (Mebsut - Sayfa 108: Kitâbül Haraç, Sayfa 76.) Bu, aşir müessesesinin kuruluşuna yol açtı, Sonraları bu vergi müslümanlardan yüzde 2,5 ve zimmi- lerden yüzde 5 alınmak suretiyle genişletildi. "Müslümanlar aşır ödesin veya ödemesin, ticaret maddelerinin zekâtını ödemek zorun- dadır. Oysa zimmiler, ticaret amacıyla seyahat ettikleri takdirde, aşır ödemekle yükümlüdür- ler. Bunun için müslümanlardan ve zimmiler- den farklı resimler alınmaktadır. Böylece, o- ranlardaki farklılık müslüman ve zımmî tacirler arasında eşitliği sağlamaktadır." (S. A. Sıddıki : «Public Finance in İslam» P: 86.) Damping : Ticaret alanında damping de bir yer tut- maktadır. Onu içine almayan bir inceleme ek- siktir. Damping nedir? Üreticinin (genellikle te- kelciler, ürününü, menşe üretimin yapıldığı ülkedeki satış fiyatının çok altında bir fiyatla başka ülkelerde satması olayıdır. Dampinge iten nedenler şunlar olabilir: a) Yanlış bir talep tahmini sonucu fazla üretilen malları satmak. b) Düşük fiyata satmakla yeni ticari ilişkiler kurmak. c) Yerli veya yabancı olsun, rakip üreticiyi saf dışı etmek. d) Büyük üretim kapasitesinin sağladığı ekonomiden yararlanmak. Dampinge iten neden ne olursa ol- sun, en sonunda, rakip üreticiler ortadan kal- dırılarak; tekelin egemen olduğu bir ekonomik düzen getirilmektedir. Bu sağlandıktan sonra, büyük çoğunluk daha kolay sömürülebilecek- tir. Bu ise, iyi niyet ve düşünce Ile bağdaşma- maktadır. Damping tutkusuna kapılanlar, in- sanların acılarından, yoksulluklarından, ihti- yaçlarından, kendi çıkarları adına, yararlanma yollarını ararlar. Bunun için damping, İslâ- mın ruhuna aykırıdır. İslam devleti damping teş- vik etmez. Devlet, özellikle sanayii etkiliyorsa, dampinge karşı yüksek gümrük vergileri koy- mağa yetkilidir. Fiyatların düşmesini önlemek için, üre- tilen malların bir kısmını yok etmek, damping'- in en insani olmayan bir başka yanıdır. «La- tin Amerika'nın İçyüzü» adlı kitabında, John Gunther, Brezilya kahvesinin hikayesini anlat- maktadır. 1914 yılında, Brezilya, 14 milyon çu- val kahve fazlasını, fiyatları ucuzlatmamak için, ortadan kaldırmıştır. «Öte yandan 1934 de, milyonlarca portakal, fiyatların düşmesini önlemek için denize dökülmüştür. Oysa, Liver- pul'daki fakir çocukları için, portakal, alınamı- yacak kadar lüks bir meyveydi. Daha beriye gelelim; Hindistan, Seylan ve Malezya'da 121 milyon pound ağırlığındaki çayın yok edilme- si için kararnameler çıkarılmıştır.» (H. M. Mukerjce, Introduction to sosialism, P. 16.). Damping'in bu yönü öylesine açık ki, bu konuda İs- lami açıdan bir incelemeye girmeğe gerek yoktur. Fiyatların düşmesini önlemek suretiy- le büyük kazançlar sağlamak için malın bir kısmını yoketmeyi haklı gösterecek bir gerek- çe bulmaya imkan yoktur. İslam, insan olsun eşya olsun, her türlü kaynak israfını çirkin görmüştür. Bunun için müslüman ülkeler dam- pingi ortadan kaldırmak zorundadır. 6 - TİCARET VE FAİZ Burada Islâm tarafından faizin yasaklan- masının ve ticarete izin verilmesinin nedenle- rini araştırmak gerekir. Kur'an'da şöyle -buy- rulur: "Allah alış verişi helâl, faizi haram kıl- mıştır." (II: 275) Bu gün bile, İslam düşman- ları, " Alım satım da ancak faiz gibidir." âyetini gösterirler. Alış veriş helalsa, faizin de helal olması gerektiğini, çünkü «faizin, para alış ve- rişinin bir sonucu olduğu» görüşünü ileri sürer- ler. Ticarete yatırılan para, «kar» denen bir faz- lalık getirmektedir. Bankaya yatırılan para da faiz. Allah, bir «artığı» yasaklamakta, ötekine izin vermektedir. O halde, ikisi arasında ne fark vardır? Bu konu, gerek ahlaki açıdan, ge- rekse hukukî açıdan, seçkin hukukçular tara- fından, enine boyuna tartışılmıştır. Biz burada, soruna, ekonomik açıdan bakacağız : a) Ticareti faizden ayıran, ticarette «risk» etkeninin oluşudur. Riski üstlenme, İslâmın izin verdiği ticaretin temelidir. Oysa faiz, sa- bittir, kâr gibi değişken değildir. b) Ticaretten oluşan kâr, atılımın ve giri- şimin bir sonucudur. Faiz de ne atılım, ne de girişim söz konusudur. Çünkü kredi veren. borçlu veya yatırımcının kâr ve zararına bak- maksızın, tutarı belli bir geliri garantilemiştir. c) Ticarette mal alınıp bedeli ödendikten sonra, alış veriş son bulur. Bundan sonra, alı- cı, satıcıya hiç bir şey ödemez. Fakat faiz iş- leminde, ona para ödenmediği sürece, kreditö- rün faiz geliri sürecektir. Bu yüzden, ticaret- ten sağlânan kârda bir sınır vardır. Faizde ise böylesine bir sınırlama yoktur. d) Ticaret, üretken olduğu ve kişi ancak emek ve becerisini ortaya koyarak ve de zor- lukları yenerek kazanç sağladığı için, istihdam olanakları yaratmakta ve ekonomik kalkın- maya katkıda bulunmaktadır. 1929 - 1933 yıl- larında ortaya çıkan ekonomik buhrana faiz yol açmıştır. Bu olay, kapitalist ülke ekonomist- lerini, klâsik ekonomik teoriyi bir yana itmeye ve faizin yer almadığı yeni ekonomik teoriler geliştirmeğe zorlamıştır. J. M. Keynes, «Para, İstihdam ve Faiz Genel Teorisi» adlı ünlü ese- rinde, bu konuya ilişkin şu görüşü ileri sürer «Faizin parasal değeri, para dışı üretim mal- larında faizin mala oranla değerini arttıracak, bu malların üretimini engellemektedir. Öte yan- dan, para üretimi için yatırımları harekete ge- çirme olanağı da yoktur. Cünkü, varsayım ola- rak, para, üretilemez» Bir başka yerde de şöy- le değinir faize Keynes: «Faiz, istihdam üzerin- de şaşılacak bir rol oynamaktadır. Öyle görü- lüyor ki, faiz, istihdam düzeyini sınırlamakta- dır.» Gerçekten bunalımı başlatan da, onu da- ha kötüye götüren de faizdir, ticaret değil. e) Ticaret, yakın işbirliğine ve karşılıklı fi- kir alış verişine aracı olmakta, bunun sonucu olarak uygarlığın gelişmesinde üstün bir rol oy- namaktadır. Buna karşılık, faiz, insanı cimrili- ğe, bencilliğe itmekte ve ondan acıma duygu- sunu silmektedir. Böylece, faiz, karşılıklı yar- dımlaşmayı kökünden yıkmakta, ekonomik bü- yümeyi önlemekte ve işsizliği artırmaktadır. Ama İslâmi bir devlette, ticaret, toplum için bir nimettir. 7 - SONUÇ Bu bölümdeki incelemeden çıkarılacak so- nuç şudur: İslâm, her türlü meşru faaliyeti teş- vik etmiştir. Takas'a sınırlı olarak izin veril- miştir. Öte yandan tekelcilik ve spekülasyon reddedilmiştir. çünkü bu faaliyetler «sosyal yarar»ın en üst düzeye çıkarılmasını engelle- mektedir. Islâmda serbest ticaret esastır. Özel durumlarda, ticaret konusunda, koruyucu bir politika izlenmesine de izin verilebilir. Dam- pingin reddedilmesi gerekir. Ticaretle faiz ara- sında yapısal bir fark vardır. İslâmın ticarete ilişkin ilkeleri tüccar ve sanayici tarafından be- nimsenirse, yoksullar, bugünkü ekonomide yaygın olan ticari durgunluğun zararlarından korunmuş olacaktır. " Prof. M.A.Mannan (Tercüme- Bahri Zengin , Tevfik Ömeroğlu ) |