SON SOHBETİ
Kemal Yıldız - Afyon
Bismillahirrahmanirrahim
Ellhamdülillahi rabbil âlemîn. Vessalatü
vesselamü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.
Allah (c.c.) biz Müslümanlar'a büyük
nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlere çok şükretmemiz lazımdır. Bu nimetlerin
birincisi ve en önemlisi Allahü Teala'nın bizi İslâm'la şereflendirmesidir. Bu nimete
karşılık Allah'a çok ibadet etmemiz icab eder. Zaten namaz kılmak, oruç tutmak, zekat
vermek, sadaka vermek gibi ibadetler de Allah'ın bize dünyada bahşettiği en büyük
nimetlerden değil midir? Bu ibadetlere karşılık Allahü Teala(c.c.) Müslümanlara
cenneti ve içindeki nimetleri hazırlamıştır; orada ebedi olarak kalacaklardır. Buna göre ibadetlerimizi arttırmamız gerekir.
Allahü Teala (c.c.) bize hidayet yolunu
göstermekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Kafirler bu lütfu Rabbani'ye
icabet etmediklerinden dolayı onlara ebedi cehennem ateşi ve azabını hazırlamıştır.
İnsan şöyle bir düşünse, parmağını tuttuğu bir mum alevinin vereceği acıya dahi
dayanamaz. Bir mum ateşine bile parmağını tutamazken nasıl olur da ebedi ateş
olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve ibadet yapmaz? İşte bütün bunları düşünerek ibadetlerimizi artırmalıyız.
Allahü Teala (c.c.) bütün dünyanın
servetini bize vermiş olsaydı Müslüman olmanın bedelini yine de karşılayamazdık.
Bu nimetlerin ikincisi Allahü Teala'nın
(c.c.) bizleri en son ve en büyük peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmetinden kılmasıdır. Nasıl ki, Hazreti
Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin en efdali ve en üstünüdür, onun ümmeti de ümmetlerin
en üstünüdür. Hazreti Musa (a.s.) Levh-i Mahfuz'a baktığı zamarı, orada Hazreti Muhammed
(s.a.v.)'in hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş de "Ya Rabbi! Keşke beni de
Hazreti Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak yaratsaydın. Başka birşey istemezdim"
diye buyurduğu rivayet edilir. İşte biz böyle büyük bir peygamberin ümmetiyiz. Buna
layık olmaya çabalayalım.
Hazreti Peygamber (s.a.v.)'den rivayet
edilen bir hadis-i şerifte `Benim ümmetimin (ilmiyle amil) alimleri Beni İsrailin
peygamberleri gibidir. (Bu, büyüklük bakımından değil hidayet bakımındandır.)"
buyurmuştur. Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad
etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile ferdlerini, bir kısmı içinde bulunduğu kabilesini, bir
kısmı da yalnız içinde bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hazreti Peygamber
(s.av.)'in ümmetinin velileri, mürşid-i kamiller ise daha fazla irşadda bulunarak
daha çok kimselerin hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.
Cenabı Hakk'ın bizlere farz kılmış olduğu namazda huşu ve takvaya da çok
dikkat etmemiz gerekir. Namaz peygamber (s.a.v.)'e miraçta farz kılınmıştır. ilk önce elli rekat olarak
fart kılınmıştır. Bu emirle Rabb'in huzurundan dönen Hazreti Peygamber (s.a.v.)
altıncı kat semada Hz.Musa (a.s.)'ın ruhaniyeti ile karşılaşır. Hz.Musa (a.s.), Rasulüllah Efendimiz'e (s.a.v.) elli vakit
namazın çok olduğunu, bunun ahir zaman üm-
metine ağır geleceğini, Allah (c.c.)'tan namaz vakitlerini azaltması için niyazda
bulunmasını söyler. Rasulüllah (s.a.v.) da tekrar Allahü Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp,
elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Allahu Teala'ya
(c.c.) niyazda bulunur. Allahü Teala (c.c.) da namazları on vakit azaltarak kırk vakte
indirir. Rasulüllah Efendimiz (s.a.v.) geri dönerken tekrar Musa Aleyhisselam ile
karşılaşır. Hazreti Musa (as.) yine bu kadar vakit namazın çok olacağını söyler ve biraz
daha azaltılması için tekrardan Allahü Teala (c.c.)'nın huzuruna gitmesini söyler. Bu
gidip gelmeler birkaç kez daha tekrarlanır ve namaz vakitleri sonunda beş vakte
indirilir. İşte böylece Muhammed Aleyhisselam ümmetine her gün beş vakit namaz
farz kılınır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Musa Aleyhisselam'm bizzat kendisi ile değil ruhaniyeti ile görüşmüştür. Elbetteki
Allah'ın (c.c.) dostları ölmez. Onlar için sadece nakil söz konusudur. Mekan değiştirirler. Onların himmet ve yardımları daima
vardır.
Musa Aleyhisselam, Hazreti Muhammed (s.av.)'in ve O'nun ümmetinin fazilet
ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) yanındaki değerini Levh-i Mahfuz'da gördükten sonra
şöyle der: "Ya Rabbi! Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım" deyip derin bir arzu ediyor.
O sırada İmam-ı Gazali'nin ruhaniyeti (rahmetullahi aleyh) oraya gelir ve Musa
Aleyhisselam ile görüşürler. Musa Aleyhisselam; -Sen kimsin? diye sorunca, İmam-ı Gazali:
Muhammed oğlu, Muhammed oğlu, Hamid oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap
verir. Bu cevap üzerine Hazreti Musa (as.): -Künyeni neden bu, kadar uzun söyledin? Yalnızca İmam Gazali deseydin
kifayet etmez miydi? diye sorar. İmam-ı Gazali de (rh.a.) şöyle cevap verir:
-Allah (c.c.) Hazretleri ile kelam konuşmaya gittiğin zaman sana `Sağ elindeki
nedir?'diye sorduğunda, sen onu tanıtırken `0 benim asamdır. Ona dayanır ve
onunla davarlarıma yaprak silkelerim ve onda benim başka hacetlerim de vardır'
(Taha, 18) diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap verseydin yeterli olmaz mıydı?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir. Hazreti Musa Aleyhisselam da buna cevap
olarak:
-Ben Allahü Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzunca açıkladım,
der. İmam-ı Gazali de (rh.a) cevap olarak:
Sen, Allah'ın (c.c.) büyük peygamberlerindensin. Kelimullah'sın. Kitab
verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun
açıklamada bulundum, der.
İşte Musa Aleyhisselam ile bu derece
yakın olabilen İmam-ı Gazali (rh.a.) zamanının en büyük alimlerinden birisiydi.
Fakat önceleri tasavvufi yoldan uzak ve bu yolu da benimsemeyen bir zat olduğu,
kardeşi ile aralarında geçen bir hadiseden sonra tasavvufa yöneldiği ve kısa zamanda
gavs olduğu rivayet edilir.
Bizler de içinde bulunduğumuz bu nimete layık olmak için çok çalışalım,
Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e hakiki ümmet olmaya gayret
edelim.
Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür. Hasan-ı Basri
(r.a.) bir gün çarşıya çıkmış ve bir dükkana oturmuş. Bakmış ki bir adam çarşıda elini
kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir şekilde geziniyor. Hasan-ı Basri (rh.a)
sorar.
" -Bu kimdir ki böyle gururla ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor?" Orada
bulunanlar:
-Bu şahıs padişahın hizmetçisidir. 0nun için böyle gururla yürüyor" derler.Bunun üzerine Hasan-ı Basri (rh.a.):
"-Ben de sultanlar sultanı Allahü Teala'nın (c.c.) kuluyum. Ben neden bu
adamdan daha iyi yürümeyeyim" der ve çarşının içinde ellerini kollarını sallaya sallaya
bir müddet gezinir.
Bizim de üzerimize düşen, sultanlar sultanına çok ibadet edip, çok çalışmamızdır.
Zaten Allahü Teala (c.c.) "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye
yarattım" diye buyurmuştur (Zariyat). O'na layık olmaya çalışalım. Bizlere bildirmiş
olduğu hayırları yapmaya gayret edelim. Zaten Allahü Teala da (c.c.) şöyle
buyuruyor. "Azaba duçar olmadan önce (tevbe edip) Rabbiniz'e dönün ve ona teslim olun.Sonra yardım olunmazsınız. Ansızın haberiniz olmadan azap size gelmeden önce
Rabbiniz'den size indirilenin en güzeline (nehyedildiklerinizi bırakıp emrolunduklanıza) tabi olun." (Zümer, 54-5)
Dünyada yapılan günahların hesabı, azabı ve cezası ahirettedir. Ölmeden önce
iyi amelde bulunmaya acele edin. Bir insan tek başına, yalnızken, günah işleme fırsatı
olduğu halde, Allah'tan (c.c.) korkarak o günahı işlemezse, Allah (c.c.) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor. Bu davranış
(günahtan kaçış) mümin için en hayırlı iştir. Bu hal imanın kemale erdiğinin alametidir.
Kalabalıktan çekindiği için günah işlemeyen kimseye sevap yoktur ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek
durumdayken günah işlemeyene çok sevap vardır.
Herkesin birbirinden kaçacağı o günde,
bütün insanlar hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete bir kısmı da cehenneme
gitmek üzere ayrılırlar. Daha sonra herkes ayrıldıkları yerlerine gitmeden önce; anne,
baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp vedalaşırlar. Onların bu vedalaşmaları 500
yıl sürer. Vedâalaşma bitince melekler onlara gelecek ve " Vedalaşma bitmiştir.
Artık birbirinizden ayrılın" diyeceklerdir.
Sonra da herkes hak ettiği yere gönderilecektir. Cehenneme gidenlere Allah (c.c.)
seslenir:
" -Ey Adem oğulları! Şeytana itaat etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır, bana
itaat edin, doğru yol budur, diye size bildirmedim mi?" (Yasin, 60-61)
Yine Allahü Teala (c.c.) şöyle buyurur:
" -Bugün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Elleri bize konuşacak ve ayakları da
neler işledilerse ona şahitlik edeceklerdir."
(Yasin 65).
İnsanların omuzlarında iki melek vardır.
İşlenen günahı tevbe edebilir diye sağdaki melek soldakine yirmidört saat yazdırmıyor. Bu vakit zarfında tevbe etmezse,
defterine bir günah yazılıyor. Sevap meleği ise, her sevap ve iyilik için ondan yediyüz
katına kadar sevap yazdığı oluyor. Hiç beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük bir nimet olur mu?
Allahü Teala(c.c.) kulunu bağışlayıp
affetmek için adeta ufak bir bahane arıyor. Madem Allah (c.c.) bahane arıyor, biz de
gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, ona kanmayalım.
Sofiler ayakta çok beklediler. Onun için
sohbetime burada nihayet veriyorum. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun. İnşaallah
nasib olursa cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz. Bu maksatla buradan
ayrılıyoruz.
Allah (c.c.) hepimizi affetsin, inşaallah.
|