* İBN-İ BATTUTA (1303-1368m) Meşhur Müslüman SEYYAH'lardan |
* Müslüman Bilim Adamları Akit Ülkü KUMRAL |
Usanmayan, bıkmayan, yılmayan bir azim. Bir çeyrek asrı her türlü im- kânsızlıklara rağmen seyahate ayırabilen, daima koşan, arayan ve bulan bir rûh. Bir de bunlara bilgi ve kültürü neticesinden görülen hürmet ve itibarı, yüksek şahsiyetlerle tanışmayı ekleyin, o gün için bütün İslâm alemini dolaşan İbn-i Battutâ yı karşınızda bulacaksınız. İsmi, Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim et-Tanci olup, künyesi Ebu Abdullah'tır. 1303 senesinde Kuzey-Batı Afrika (Fas) şehirlerinden Tanca'da doğdu. Doğum yerine nisbetle Tanci denildi. İbn-i Battuta, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Temel din bilgilerini ve yardımcı ilimleri öğrendi. Maliki mezhebi fıkıh bilgilerinde alim oldu. Tanca'da tahsilini tamamladıktan soma, 14 Haziran 1325 tarihinde yirmi iki ya- şındayken, hacca gitmek için memleketinden ayrıldı. Yolculuğunda, uğra- dığı yerlerdeki camileri, medreseleri ve türbeleri ziyaret edip, halka vaaz ve nasihatte bulundu. Gittiği beldelerin ileri gelenleriyle ve meşhur kimsele- riyle görüştü. Çok alâka ve iltifat gördü. Bu seyahati, onda diğer İslâm memleketlerini gezmek hevesini uyandırdı. Bu maksatla yirmi dokuz sene süren üç ayrı seyahate çıktı. Hacdan sonra Mardin'e kadar Irak ve İran taraflarını gezdi. 1329-1330 yıllarında Mekke'de bulundu. Daha sonra Yemen'e, oradan Somali'ye, oradan da Afrika'nın doğu kıyı- sını takip ederek Zengibar'a gitti. Sonra da Umman-Bahreyn ve Yemame üzerinden hac için üçüncü defa Arabistan'a gitti. Suriye'deki Lazkiye'ye, oradan da Ceneviz gemisiyle Anadolu'ya, Alan- ya'ya geçti ve Anadolu'nun önemli yerlerini (Antalya, Burdur, Isparta, Eğir- dir, Denizli, Konya, Karaman, Aksaray, Niğde, Kayseri, Sivas ve Erzurum) gezdi. Marmara bölgesini dolaştı. Kastamonu'dan Sinop'a, oradan da Kı- rım'a geçti. Güney Rusya'daki Özbek Han'ın ordugâhına ulaştı. Kendi anlattığına göre, Bulgar şehrine ve İstanbul'a geldi. Bundan sonra yeniden doğuya geçerek, Özbeklerin başkenti Saray'da bir müddet oturdu. Daha soma Harizm, Maveraünnehir, Horasan ve Afganistan'da kaldı. Hind diyarına geçti. Dehli'de (Delhi) 7 sene kadılık ve benzeri vazifeler- de bulundu. 1342'de Hint padişahlarından Tuğluk Şah'ın emriyle Çin'e elçi yapıldı. Sonra Endonezya'yı, Cavâ yı gördü ve Pekin'e vardı. Çin'de siyasi havayı iyi görmediği için memleketine dönmeye karar verdi ve 1349'da Fas'a geldi. Sultan Ebu İnan tarafından kabul edildi. Henüz seyahatlerinin bittiğine inanmıyordu. Bu arzuyla İspanya'ya gitti. Dönüşte Büyük Sahra'ya, Sudan'a ve Mali'ye uğradı. 1353'te seyahatini bitirdi. İbn-i Battuta, ömrünün büyük kısmını seyahatlerle geçirdi. O zamanki vasıtalarla imkânsız sayılacak kadar uzun seyahatler yaparak Müslümanlar ve Müslümanlıkla irtibatı olan bütün memleketleri gezdi. Onların tarihi, coğrafi, etnik ve kültürel durumları hakkında malumat ve bilgi sahibi oldu. Dolaştığı her yerde ülkenin hekimleri, ileri gelenleri ve her tabakadan in- sanlarla tanıştı. Onların âdetlerini, törelerini, yaşayışlarını, yediklerini, içtiklerini teferruatlı olarak tesbit etti. Hükümdarların, makam sahiplerinin anlaşmazlıklarını, mücadele ve savaşlarına ait önemli bilgileri not etti. Se- yahatleri sonunda vatanı Tancâ ya döndüğünde tuttuğu notları, görüp işitti- ği mühim hadiseleri, Fas Merihi Sultanı Ebu İnari'nin arzusu üzerine kâtip İbn-i Cüzey'e anlattı. İbn-i Cüzey, bazı tarihi eksiklikleri de ilave ederek, eseri 1355 senesinde tamamladı. Tuhfet-ün-Nüzzar fi Garaib-il-Emsal ve Acaib-il-Efsar adı verilen ve kısaca Rıhle veya Seyahatname diye bilinen eser, Sultan Ebu İnan'a takdim edildi. İbn-i Battuta, eserini yazdıktan bir süre sonra 1368 senesinde memleketi Tancâ da vefat etti. Seyahatname oldukça önemli bir eserdir. Her yönden bilgilerle yüklü- dür. İslâm alemini çevreleyen topraklar hakkında son derece kıymetli bilgi- leri taşımaktadır. Seyahatnamesi İbn Battuta'nın, Sudan ve Nijerya bölgele- rinin gerçek kâşifi olduğunu gösterir. Zengibar, Hindu-kuş, İndüs, Maldiv Adaları, Sumatra hakkında verdiği bilgiler bütünüyle doğrudur ve doğrulu- ğu Avrupalı seyyah ve mütehassıslarca da tasdik edilmektedir. Volga kena- rında bulunan Saray şehri hakkında verdiği bilgiler, son arkeolojik araştır- malarla da doğrulanmıştır. Seyahatname, tarih bakımından da büyük değer taşır. Sudan'a ait notları enteresandır. Bu notlar sayesinde, eskiden o topraklar üstünde bulunan zen- ci Manding devleti unutulmaktan kurtulmuştur. Memleketimizde İbn-i Battuta Seyahatnamesi adıyla tanınan bu eser, yazıldığı asrın İslâm ülkeleri ve diğer ülkelerin tarihi, coğrafyası, folklor ve etnolojisi, dini, içtimai ve ilmi durumu hakkında kıymetli, sağlam ve aydınlatıcı bilgiler vermiş, Hint fakirlerinden, Anadolu ahilerinden, İran'daki Batınilik hareketinden bahsetmektedir. Ayrıca görüp işittiği bazı alim ve veliler, meşhur ziyaretgâhlar hakkında menkıbeler ve kısa biyografik bilgiler de venniştir. Luristan atabegleri, İl- hanlılar ve Asya'da çeşitli yerlerde bulunan valiler, emir ve kumandanlarla, askeri ve idari teşkilâtları hakkında geniş bilgiler vermiştir. Anadolu'yu an- latırken de, Osman Bey'in oğlu Orhan Gazi'den geniş şekilde bahsetmiş, di- ni ve içtimai bir mahiyette olan ahilik teşkilâtı hakkında dikkat çekici bil- giler vermişti. Seyahatname, yemek, giyim, kuşam ve geleneklerle ilgili etnoloji ve folklor malzemesi yanında, İslâm dünyasının ekonomik ve sosyo-kültür se- viye ve yapısına büyük ölçüde ışık tutan önemli eserlerden biri olarak ka- bul edilmiştir. Bu eser, aynı zamanda İbn-i Battutâ nın şahsiyetini yansıtmsaktadır. O, tabiata değil, insanlara ilgi duymaktaydı. Tabiatla ilgili tasvirleri çok zayıf, hatta yok gibidir. Tabiat şartlarına, iklime az ilgi duymuştur. Eser, o zaman- ki İslâm dünyasının birlik ve beraberliğini göstermesi bakımından ilgi çe- kicidir. Seyahatname, Osmanlı sultanlarından Beşinci Mehmed Reşit Han'ın kâ- tiplerinden Muhammed Şerif Paşa tarafından 1907 senesinde Türkçe'ye çevrilerek iki cilt halinde basılmıştır. ---------- İbn Battutâ nm, Balıkesir'de iken başından geçen bir olayı anlatışı: "Aşure gecesi Şemseddin'in dergâhında, vaiz Mecdeddin'in gecenin ile- ri saatlerinde verdiği nasihatleri dinliyorduk ki, fakirin feryat ederek ken- dinden geçtiğini gördük. Etrafındakiler derhal gül sularıyla adamı ayıltma- ya çabaladılarsa da fayda etmedi. Tedavi için başka ilaçlar da kullandılar, ama açılması mümkün olmadı. Cemaatin bir kısmı öldüğünü, bir kısmı da kendinden geçmiş olduğunu ileri sürmeye başladılar. Bu arada vaiz de söz- lerini bitirdi, hep birlikte okunan Kur'an-ı Kerim'i dinledikten sonra sabah namazını kıldık ki, güneş de doğu ufkundan kendini gösterdi. Ondan sonra anılan kimsenin durumu ile ilgilenildi ve dünyadan geçmiş olduğu kesin olarak anlaşıldı. Tanrı onu yarlıgasın. Cenazenin hemen yıkanıp kefenlen- mesi işine kalkışıldı. Cenaze namazında ve defninde bulunan kimseler ara- sında ben de vardım. Bu dervişin lâkabı Sayyah/Feryadeden idi. Hayatını o yörede bir mağarada, günlerini ibadet etmekle geçirdiği, Va- iz Mecdeddin'in va'z edeceğini öğrendiği zaman şehre inerek onun vâ az ve nasihat meclisine katıldığı, kimseden bir habbe, yiyecek kabul etmediği, Mecdeddin'in sözleri üzerine kendinden geçip feryada başladığı, sonra açı- larak abdest alıp iki rekât namaz kıldığı ve şayet Mecdeddin'in sesini tekrar işitirse yine feryat ve figâna giriştiği, geceyi de böylece geçirdiği anlaşıl- mıştı. Bu yüzden kendisine Sayyah lâkabı verilmişti. El ve ayakları tutma- dığı için bir iş göremez, anneciği yün eğirerek bu garibe, oğluna bakar imiş. Anasının ölümünden soma ise karnını dağda bulduğu yabani meyveleri ve otları yemekle doyurmakta imiş. Bursâ da ünlü gezgin Abdullah-i Mısri ile karşılaştım. Bu zat, zamanı- mızda yeryüzünü aydınlatan salih, dindar ve zahit kişilerin en önde gelen- lerinden biridir. Ancak seyahatlerinde Çin'e, Serendip adasına, Mağrib'e, Endülüs ve Sudan ülkelerine henüz uğramadığına göre, bu ülkeleri gezmiş ve görmüş bir kimse olarak, bu bakımdan da ben ondan üstün durumda bu- lunuyordum." |