* ŞEHBENDERZADE FİLİBELİ AHMED HİLMİ ( 1865 - 1914m. ) |
KÜBRA ERGUN |
Ahmed Hilmi, 1281/1865 yılında şimdi Bulgaristan sınırları içinde kalan Filibe'de doğdu. Babası Şehbender (konsolos) Süleyman Bey, annesi Şükriye Hanım'dır. İlk tahsilini Filibe'de yaptıktan sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Sultanisi'nden mezun oldu. Ailesiyle birlikte bir müddet İzmir'de bulundu. Daha sonra Duyun-u Umumiye İdaresi'ne girerek memuriyet hayatına başladı (1890). Vazifeli olarak Beyrut'a gönderildi. Burada Jöntürkler'le ilgi kurdu, büyük ölçüde onların etkisiyle Mısır'a kaçtı. Mısır'da iken Terakk-i Osmani Cemiyeti'ne girdi. Yine Mısır'da "Çaylak" adlı bir mizah dergisi çıkardı. 1901'de İstanbul'a döndüyse de siyasi suçlu olarak yakalanıp Fizan'a sürüldü. Fizan'da iken, belki sürgün hayatının etkisiyle tasavvufa merak sardı, Arusi tarikatına girdi. Bu intisabın etkileri daha sonra yazacağı eserlere yansıyacaktır. İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra tekrar İstanbul'a döndü ve "İttihad-ı İslam" adlı haftalık gazeteyi çıkardı (1908). Şehbenderzade toplam 18 sayı çıkan bu gazetede o dönemde üzerinde çok durulan ve Osmanlı Devleti'nin siyaset olarak bel bağladığı İttihad-ı İslam (İslam Birliği) siyasetini bir çok yönüyle ele almaya çalıştı. "İttihad-ı İslam"ın kapanması üzerine "İkdam", "Şehbal", ve "Tasvir-i Efkar"da siyasi ve felsefi yazılar yazdı. 1910'da ise "Hikmet Ceride-i İslamiyesi"ni çıkardı ve Hikmet Matbaa-ı İslamiyesi'ni kurdu. İttihad-ı İslam siyasetini sürdüren ve bütün İslam dünyasına gönderilen bu derginin bir çok yazısını Şehbenderzade yazmıştır. Bu yazıların tasavvufi olanlarında "Şeyh Mihrüddin Arusi" (kitaplarının bir kısmını bu adla bastı), mizahilerinde "Coşkun Kalender", "Kalender Gedo", milli ve hamasi olanlarında "Özdemir" müstear isimlerini kullanmıştır. 9 Eylül 1915'de günlük "Hikmet" gazetesini çıkardı. Bu gazetede yazdığı yazılarda İttihad-ı terakki'yi tenkid etti. Bu sebeple gazete bir çok defa kapatıldı (toplam 84 sayı). Fakat Şehbenderzade her seferinde gazetesini değişik isimlerle neşretmiştir. Bu isimler, "Mübakese", "Çoşkun", "Kalendar", "Münakaşa", "Ni'met", "Kanat" şeklindedir. Fakat 9 Ekim 1911'de hem gazetesi hem de matbaası süresiz kapatılarak kendisi Bursa'ya sürüldü. 1912 Ağustos'unda Hikmet'i yeniden çıkarmaya başladı. Bu dönemde Birinci Dünya Harbi'nin ve Balkan Harbi'nin çıkacağına dair yazılar yazdı. 1911'de "Çoşkun Kalender" adıyla bir mizah dergisi de yayımladı (1 sayı çıktı). Şehbenderzade, 1908'den sonra bir müddet Darülfünun'da felsefe dersleri müderrisliği de yaptı. Darüşşafaka'nın temelini teşkil eden Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye azalığanda bulundu. Ahmed Hilmi 1914'te ani olarak vefat etti. Bakır zehirlenmesinden vefat ettiği ileri sürülmekle beraber siyonizm ve masonluk meselesini ilk ele alanlardan olduğu için masonlar tarafından zehirlendiği hakkında zayıf bir rivayet vardır. Kendisi meşrutiyet devrinde, İttihat ve Terraki içinde bu gizli cemiyetin oynadığı rolü iyi bildiğinden kamuoyunu aydınlatmak üzere Leo Taxil'in "Farmasonlar, Maksad ve Meslekleri" isimli kitabını tercüme ettirerek bastırmıştır. Öldürülüşü hakkındaki zayıf rivayetin bundan doğduğu tahmin edilebilir. Hiç evlenmemiş olan Ahmed Hilmi Bey, çok çalışkan ve verimli bir yazar, bilgili bir hoca idi. İslam kültürünün yanında batı kültürüne de "Batıcılar"ın bir çoğundan daha çok vakıftı. Bütün ömrü, okuma, yazma, düşünme ve araştırma ile geçmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilirdi. Açık ifadesi, sade üslübu, yazının her çeşidinde kalem oynatması, çok çeşitli konulardaki bilgi birikimi ile, meşrutiyet devrinin çok kıymetli mütefekkirlerinden biri olarak görülmüştür. DÜŞÜNCE YAPISI VE ESERLERİ Eserlerinden, Ahmed Hilmi'nin felsefi konularda ve tasavvufta derin bir bilgi birikiminin olduğu anlaşılmaktadır. Materyalizm-spiritüalizm (maddecilik-ruhçuluk) mücadelesinde felsefi tartışmaları oldukça önemlidir. Onun bu konularda materyalist düşünceyi savunan Celal Nuri, Baha Tevfik ve Abdullah Cevdet gibileriyle fikir ve kalem tartışmaları olmuştur. Louis Büchner'in "Madde ve Kuvvet"i B. Tevfik tarafından müdafaa edilince, Ahmed Hilmi bunun tam bir tahlil ve tenkidini yapmaya kalkıyor. İlimlerin süratle ilerlemesinin materyalizm fikirlerine büyük bir yenilik getirmediğini, ilk çağda Lucrece'nin "De Rarun Natura"da ortaya koyduğu materyalizm delillerine yeni bir şey katmadığını söylüyor. Büchner'in "Maddenin her yerde bulunduğunu söylemesi" hem gülünç hem de kendisinin reddettiği metafizik bir düşünce oluyor diyor. Sonra, bugünkü insan bilgisine göre, madde kategorisine göre irca-ı imkansız üç mefhumun kaldığını, bunların Mekan, Zaman ve Enerji olduğunu anlatıyor. Yani "madde mefhumundan ayrı düşünülen mefhumlar vardır" diyor. Yeni ilimlerden energetizm'e göre kainatı izah için madde mefhumuna ihtiyaç bulunmadığını ifade ediyor. Meşhur Alman kimyageri Ostwoldiz "madde fikri ve sözü enerji mefhumu bilinmediği zamanda icat edilmiştir" sözüne dayanıyor ve bunu Büchner'in "madde ve vasıflardan azade kalırsa materyalizmin müdafaa edilmeyeceği" sözü ile birleştiriyor. Böylece maddenin mevcut olmadığını, materyalizmin müdafaa edilemeyeceğini ileri sürüyor. Sonra elektronlar, Radium ışınları vesaire gibi, bugün eskimiş uzun izahlarla maddenin asılda, zatıyla mevcut olmadığını iddia ediyor. Bilahere, ilim adamlarının tecrübe dışına çıkmadıkça, yani ilmi kaldıkça, ebedilik, ezelilik gibi mefhumlar üzerinde hüküm veremeyeceklerini söylüyor. Tecrübe dışı hükümlerin, yalnız metafizik mahiyette olduklarını ve akılca varılabileceklerini söylüyor. Uluhiyetin tecrübe ile ispat edilemiyeceğini fakat aynı yolla inkar da edilemeyeceğini bildiriyor. Halbuki insan aklının induction yoluyla maddenin kendi başına varolabileceği görüşünü reddettiğini ifade ediyor. Materyalistlerin, işlerine geldiği vakit insan zekasını göklere çıkardıklarını, mülkiyet gibi meselelerde de aczini ifade ettiklerini, bunun açık tenakuz olduğunu ileri sürüyor "Maddiyün Meslek-i Delaleti" adlı kitabında, Celal Nuri'nin "Tarik-i İstikbal"indeki fikirleri tenkit ediyor. Onun dogmatik olduğunu, Avrupa'daki basit birkaç yazara mutlak olarak inandığını; hem İslamiyet'e bağlı, hem de materyalist olduğunu, bu iki fikrin aynı zamanda ve bir yerde bulunamayacağını ifade ediyor. "Allah'ı İnkar Mümkün müdür?" isimli eserinde bütün felsefe tarihini gözden geçirir ve filozofların düşüncelerini tahlil ve tenkit eder. Ahmed Hilmi materyalistlerin aksine ruhun bedenden bağımsız varlığını, mahiyetinin bilinmez olduğunu kabul ediyor. Onu duyarlılık, zeka, irade gibi eserleri ile anlıyoruz ve bütün güçlük onca beden çözüldükten sonra ruhun devam edip etmediği noktasındadır. Ahmed Hilmi, "yapılan incelemelerden insan ruhunun birliği ve bütünlüğü sonucuna vardığını" söylüyor. Ruhun bedenden sonra devamına gelince, bu konuda spiritualist (ruhçu) filozofların delillerinden yararlanmak isteyen yazar; "Ruhu bir tabiat kuvveti sayanlar bile, kuvvetin sakımı ilkesi gereğince onun bekasından şüphe etmezler. Tartışma konusu olan nokta, insani kişiliğin devamıdır. Fakat enerjinin sakımı kanun olan ihtiyaç ahlaki düsturlar göz önüne çıkınca ruhun devamını ispat eden deliller meydana çıkar diyor. Bedenin çürümesinden sonra ruh ne oluyor? Muhyiddin Arabi, ruhun manevi âlemde (Ahiret'te) yeni bir "mazhar" (substratum) bulacağını söylüyor ki, Şehbenderzade'ye göre bu konuda söylenebileceklerin en mükemmeli budur. Yok olmak, parçalanmak dağılmakla aynıdır. Birlik ve basitliği olan şey ise dağılmaz ve parçalanmaz. Ruh, bir ve basittir, öyleyse o dağılmaz yani yok olmaz. Ahmed Hilmi materyalistlerin ruh görüşlerini tenkit ederken, ruhun beyin fonksiyonları ile açıklanmasının imkansız olduğunu anlatıyor. "Ruhu görmüyoruz, fakat elektriği de görmüyoruz, ama eserleriyle tanıyoruz. Ruhi olaylar, onun varlığı için yeter delil değil midir? Hiçbir zaman ruhu maddenin eseri saymaya hakkımız yoktur ve bunu ilim yoluyla yapamayız. Bu ne akılla, ne tecrübe ile yapılabilir. Buna karşılık alemi ruhtan ibaret sayan idealistlerin veya yalnız kuvvet özelliğinden ibaret sayan materyalistlerin hakkı yoktur." diyen Ahmed Hilmi, Büchner ve E. Haeckel'in bu konudaki görüşlerini tenkit ettikten sonra, ruha ait özel tecrübeler yapan geniş görüşlü bilginlere, mesela Flamarion'a dayanıyor. Böylece ruhun maddeden bağımsız olarak tecrübe konusu olabileceğini savunuyor. Ahmed Hilmi aynı eserinde "Bu milleti, Avrupa'dan körü körüne ve iğreti alınan beş on düsturla başka bir kalıba dökmeye kalkışmak son derece gülünç bir haldir." diyor. "Kuru bir taklitle ciddi şekilde ilerleyemeyiz. Sahte ilimle yalnız kıyafetimizi ve şekilleri medenileştirebiliriz ki, bu bir evrim olmadıktan başka, zaten züğürt olan bizleri pahalı bir geçim tarzına sürükleyerek tam iflasa götürür. İlerlemek istiyorsak, bir yandan çöküntümüzün sebeplerini, öte yandan ictimal bünyemizin unsurlarının ne olduğunu tedkik etmeliyiz. Biz, milliyetimizi meydana getiren temelleri harap halde bırakıp yeni temeller yapmaya kalkışırsak, intihara teşebbüs etmiş oluruz. Fakat ilerleme ve yenileşme anlamına yabancı kalır da geri görüşler içine saplanırsak, içtimai yapımız, varlığımız kansızlıktan mahvolur." fikirlerini ileri sürüyor. Böylece o, hem temelsiz, taklitçi bir ilericilik fikrinin feci yanlışlığını, hem de çarpık muhafazakarlığa çatarak, bir terkib yapmak istiyor. "Darülfünun Efendilerine Tahriri Konferans, Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" adlı risalesinde "Sağlam bir metod ve makale sahip olmak lazım geldiğini, herkeste milleti mesud, vatanı mamur görmek emeli bulunduğunu, fakat itimad, irade kudreti, ictimailik, safdillik ve ameli fikir noksanı gibi zaaflarımız olduğunu" ileri sürüyor. Safdilliğin bizde yaygın bir halet olduğunu ifade ederek "Bir köy imamının elinde sopalarla dünyayı elde edeceğimizi zannetmesi nasıl bir saflık alametiyse, birkaç roman okuyarak dinsiz, sosyalist, dekadon ve realist olanlarımızın, taş ve toprakları görerek materyalizme girenlerimizin; köy muhtarlığını idare edeceği şüpheli iken, kendisine valiliği az görenlerimizin, bir attar dükkanını çevirmekten aciz iken iktisadi düsturlar icadına kalkışanlarımızın, bilmediği ilimleri öğretmeye yeltenenlerimizin hareketleri de böyle saflıklardandır." diyor. Ayrıca taklid hastalığına temas ediyor ve "Avrupa ilim deryasından bir damla alabilenimiz doğruyu ve doğruları, daha açık söyleyeyim, milletini pek aşağı ve zayıf görüyor. Milletini reddettiği için milleti de onu reddediyor. Batı taklitçisi yarı aydın muhitinin yabancısı kalıyor." diyor. Avrupa'ya gidenlerimizin, oranın okullarını, kütüphane, müze, tiyatro gibi temaşa yerlerini gördüklerini, o yerlerin arkasındaki sefaleti, en ahlaksız adamı utandıracak rezaletleri, sürünenleri görmediklerini ifade ediyor."Bir Fransız gibi giyinen, bir İngiliz gibi gezinen, bir İtalyan gibi şarkı söyleyenimiz var; fakat bir zırhlı mühendisimiz, bir fabrika kuracak adamımız yok." diyor. Sonra da "Avrupa'dan neler aldık?" sualine "Milliyeti hakir görme, dinle alay etme, sembolizm, materyalizm, sosyalizm, dinsizlik, vesaire aldık." diyor. Ayrıca Ahmed Hilmi "Avrupa sözde Milliyetperverliği reddediyor, insanlık adına birleşmeyi telkin ediyor, fakat bir İngiliz kendi milletinin saadeti için dünyayı yok etmeye hazır, bir Alman, Almanlık için her şeye amade. Biz bu hakikati görmüyoruz ve milliyetçilik düşmanlığının zavallı memlekete faydalı olacağını zannediyoruz. Avrupa bize dinsizlik tavsiye ediyor fakat kendi dinini yaymak için milyonlar harcıyor ve binlerce adamı seferber ediyor. Milli ve dini ta'assup; işte Avrupa'nın iki kudret kanalı. Biz ise bu hakikati görmüyoruz. Avrupa'nın kuvvet ve kudret amillerinden hiçbirini ele geçiremediğimiz halde günümüz medeniyetinin ne kadar hastalık ve zehirleri varsa hepsi bizde kolayca kabul zemini buluyor." diyor. Sonra "Bizdeki acaibliklerin en yıkıcılarına dikkatinizi çekmek isterim. Tanıdıklarımın içinde demokrat, sosyalist, materyalist, serbest mübadeleci, himayeci, liberal olanlar var. Uzunca bir tahlil ve tedkik sonunda hayretle anladım ki, bu adamların çoğu, şu kelimelerin ifade ettiği manalardan habersiz. Bir kör döğüşü ki, gariplik ve gafletin bu derecesine gülmek mi acımak mı lazım, tayin edemiyorum. Merkeziyet ve adem-i merkeziyet taraftarı olup ta, manalarından habersiz olan iki kişinin düşmanlığı, boğaz boğaza kavgası, doğrusu her vakit görülemeyecek sosyal komedilerdendir. Sosyoloji disiplininden habersiz, hatta bu ilmin tarifini bile duymamış bir sayın kişinin, kelimenin sadece lugat manası delaletiyle, bir dergiye sosyal bir makale yazdığını görünce cidden şaşırıp kalmıştım. Ateizm yani küfür ve dinsizlik doktrininin neticelerini kabul edemeyen, her başı sıkıldıkça "Aman Ya Rabbi" diye bağıran dinsizler görüyoruz. Cenab-ı Hakk'ı inkar ettiği halde cin ve hayalet korkusundan bir odada yalnız yatamayan materyalistlerimiz de var." diyor. "Bir işe nerden başlamak gerektiğini tayin edememek, her işi birden yapmaya kalkmak, esasla teferruatı karıştırmak gibi haller, hep belirli bir idealin ve düzenli bir metodun yokluğunu gösteriyor. Ne olmak istiyoruz? Ahlakı düzeltmek, iktisatça yükselmek mi? Fakat her şeyden önce gençlerin bir hayat görüşü, bir felsefesi olması gerekir ki, bu istedikleri şeyleri düzenleyebilsinler." "Hangi Felsefi doktrini seçelim? Çağımızın düşünürleri arasında üç büyük felsefi meslek var. Bunlar, tenkitçilik, pozitifizm (müspet felsefe), evrimciliktir. Bilginlerden filozof olanlar arasında ruhçuluk ve materyalizm yaygındır." diyen Ahmed Hilmi gençlere, hiçbir felsefi mesleğin yanlıştan korumadığına ve bütün hakikatleri toplayamayacağına işaret ederek; iktisatta ilim ve tecrübenin gösterdiği düsturları kabul edip, felsefe ve ahlakta her mesleğin içindeki doğruları seçerek bir eclectism oluşturmalarını tavsiye etmiştir. Şehbenderzade'nin bütün felsefi fikirlerini özetlediği eseri, "Amak-ı Hayal" adlı felsefe romanıdır. Bu eser de materyalist görüşe karşı kaleme alınmış bir eserdir. Bütün eser boyunca ruh ve kainatın sırrı, yaratılışı gayesi araştırılarak maddeci görüşün sığlığı ve insanı saadete ulaştırmakta yetersiz kaldığı ortaya konur. Buna göre kainatta olan birini anlamak ve hadiseleri doğru değerlendirmek için "Vahdet-i Vücud" fikrinin iyi bilinmesi lazımdır. Bu yüzden birçok defa basılan eser, tasavvufa meraklı olanlarca çok okunmuştur. Kitap yazarın, muhayile zenginliği yanında tasavvuf ve felsefedeki vukufunu ve bunu ifade etmedeki kabiliyetini de ortaya koymakta, bir takım teşhisler ve ruhi hallerle tasavvufun, evliyanın, enbiyanın sırları ve çeşitli halleri hayaller içinde anlatılmaktadır. Yazarın bütün fikirleri "Raci'nin Hatıraları" ve "Manisa Tımarhanesi" adlı iki başlık altında ve çoğunlukla birbiriyle organik bağları bulunmayan çeşitli bölümler halinde ifade edilmiştir. Eserin iki kahramanından biri Raci, diğeri hakikati bulmakta ona yol gösteren Aynalı Dede isimli meczuptur. Raci, dindar bir anne tarafından iyi yetiştirilmiş, inancı kuvvetli bir gençtir. İyi bir tahsil görmüş, maddi ve manevi ilimleri öğrenmiştir. Mektebi bitirince bilgisini daha da artırmak için çeşitli kitapları incelemeye başlamış fakat bir müddet sonra elde ettiği bir yığın bilgiye rağmen kendini şüphe ve sürekli bir huzursuzluk içinde bulmuştur. Küfür ile imanı, inkar ile ikrarı, tasdik ile şüpheyi aynı anda yaşadığı inancındadır. Bu ikilikten ve diğer şüphelerden kurtulmak için, maddi ve manevi ilimlerde ilerlemiş alimlerle görüşür, ispritizma ve manyetizma cemiyetlerine girip çıkar, ancak derdine çare bulamaz. Günün birinde, şehrin mezarlığındaki kulübede yaşayan, ney üfleyip gazeller söyleyen Aynalı Dede ile karşılaşır. Raci ruh ve madde alemi hakkındaki şüphelerinden kurtulmak için meselelerini bu meczuba anlatarak yardım ister.Onunla her gün görüşür.Yapılan her görüşmede hayalin derinliklerine doğru çıkılan bir yolculuk eserde bölümler halinde yer alır ve her bölümde Raci'nin bir şüphesi yokolur. Bu manevi yolculuğu anlatan bölümler sırasıyla şunlardır: Birinci Gün "Zirve-i Hiçi" (hiçlik zirvesi). Raci birinci gün Nirvana'ya ulaşmak için kendisini Buddha'nın sarayında bulur fakat arzularını yok edemediği için bu zirveye ulaşamaz ve geri döndürülür. İkinci gün, Ey ateş! Zulmetleri aydınlat, diyen Zerdüşt'ün diyarına ulaşır. Zerdüşt'ün sarayında Ehrimen'le Hürmüz'ün mücadelesini seyrederek yeryüzünden kötülüğün kaldırılamayacağını anlar. Üçüncü gün "Devr-i Daim" şehrine giderek herşeyin başladığı yere döneceğini öğrenir. Dördüncü gün "Meydan-ı İmtihan, Mecma-ı Arifan". Arifler arasında yapılan bir imtihan vesilesiyle insanların hakikatı görmelerinin ne kadar zor olduğunu anlar. Beşinci Gün "Saha-i Azamet". Anka kuşu ile binlerce alem arasında bir yıl süren bir seyahatten sonra, bu sonsuz alemlerin Allah'ın yüceliği karşısında bir hiç olduğunu anlar. Altıncı gün "Kaf-u Anka". Kainatta olup bitenleri anlamak maksadıyla sorulan "Bu kervan nereye gidiyor?" sorusunun cevabının "bütün mevcudatın eşsiz, sırra, aşk nuruna doğru, bu seyran ve bu devranın ezeli ve ebedi olduğunu" anlar. Yedinci gün "Umman-ı Azamet ve Girdab-ı Kibriya". İlahi ilim karşısında insanın sahip olduğu ilmin bir nokta kadar olduğunu, hakiki ilmin ise Hakk'ı birlemekten ibaret olduğunu anlar. Sekizinci gün "Muamma-yı Ebedi". Ruhun hakikatinin yoklukla varlığın tek şey olduğunun anlamadan bilinmeyeceğini, bunu ise ilimde derece sahibi olanlardan başkasının idrak edemeyeceği gerçeğini anlar. Dokuzuncu gün "Mahfel-i Azam". Büyük peygamberlerle alimlerin toplandığı bir mecliste hakiki saadetin ne olduğunu soran insanlığa, meclistekilerin hepsi kendi düşüncesine göre cevap verirse de hakiki saadetin ancak Peygamberimizin eliyle kainata dağıtıldığı hakikatini anlar. Bu mancut seyahatler- den sonra artık her şey yeni manalar kazanır. Sonunda Raci yokluk ile varlığın aynı şeyler olduğunu öğrenir. Sohbetlerin ardından Aynalı Dede de kaybolur. "Manisa Tımarhanesi" adlı ikinci bölümde ise mürşidinin arkasından Anadolu'yu gezen Raci'nin aklını kaybetmesi ve tımarhanede geçirdiği günler anlatılmaktadır. Nitekim Aynalı Dede de buradadır, ölürken Kur'an-ı Kerim ve kahve takımından ibaret olan servetini de Raci'ye bırakmıştır. Tımarhaneden arkadaşı Sami'ye yazdığı mektuplarda olgunlaştığı, meselelerini hallettiği ve sakin bir ruh haleti içine girdiği anlaşılan Raci, bir müddet sonra kendisini başvurulan bir mürşid haline gelmiştir. ESERLERİ: - Müslümanlar Dinleyiniz (1910, Şeyh Mihriddin müstearıyla) - Vay Kız Beyciği Seviyor (Piyes, 1910, Kalender Geda Müstearıyla) - Tarih-i İslam (Dazy'nin Tarihi İslam'ına reddiye. 2c. 1910-11. Latin harfleriyle ve "İslam Tarihi" adıyla yayımlandı - 1971. Bazı erlerle birlikte Ziya Nur tarafından yine "İslam Tarihi" adıyla yeniden yayımlandı - 1974.) - Allah'ı İnkar Mümkün müdür? - Yakut Huzur-ı Fende Meslik-i Küfür (1911, N.Taylon - E.Onart'ın sadeleştirmesi, "Allah'ı İnkar Mümkün müdür?" adıyla basıldı - 1978.) - Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim (1913) - Asr-ı Hamidide Alem-i İslam ve Senusiler (1909, İ.Cömert'in sadeleştirmesi "Senusiler ve Sultan Abdulhamid adıyla basıldı - 1992.) - Cihad-ı Ekber'e, Üss-i İslam; Yeni Akaid (1914.Ammed Özalp'ın sadeleştirmesi ile "İslam İnancının Temel İlkeleri" adıyla basıldı - 1987. A. B. Baloğlu - H. Keskin sadeleştirmesi ise "İslam'ın Esası" başlığıyla yayınlandı - 1977.) - İki Gaus-ı Enam: Abdülkadir ve Abdüsselem (1913) - Huzur-ı Akl-u Fende Maddiyun Mesleki Delaleti (1914, Sadık Albayrak'ın sadeleştirmesi ile "İlim Karşısında Maddecilik" başlığıyla yayımlandı.) - Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor (1913, Özdemir müstearıyla) - Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa - Müslümanlara Rehber-i Siyaset (1911, "Müslümanlar Uyanın" adıyla sadeleştirilerek yayımlandı - 1966.) - Amak-ı Hayal (Latin harfleriyle ve sadeleştirilerek birkaç kez yayımlandı.) - Darülfünun Efendilerine Tahriri Konferans: Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz? (1913, "Üniversiteli Gençlerle Bir Konuşma" adıyla sadeleştirilerek yayımlandı, 1963) - Öksüz Turgut (Roman, 1910, Latin harfleriyle 2. bs. 1977) - Akvam-ı Cihan (Beşeri Coğrafya, 1913) - İstibdadın Vahşetleri Yakut Bir Fedakarın Ölümü (Piyes, 1910) - Muhalefetin İflası (İttihad ve Terakki Fırkası'na karşı kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın tenkidi, 1914, A. Eryüksel'in sadeleştirmesi aynı adla basıldı - 1991.) - İlm-i Ahval-i Ruh (1911) Şehbenderzade'nin bu kadar da yayımlanmamış ve tamamlanmamış eseri vardır. KAYNAKLAR 1. İslam Tarihi - Şehbenderzade Ahmed Hilmi, Ziya Nur, Ötüken Yayınları 2. Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Hilmi Ziya Ülken, Ülken Yayınları 3. TDV İslam Ansiklopedisi, (Amak-ı Hayal - Madde Yazarı: Necat Birinci) 4. Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi - Temel Metinler, İsmail Kara. |