Bir Meşalenin ardından |
A.Taşgetiren - Yeni
Şafak Muhterem Ali Ulvi Kurucu Bey'i rahmet-i Rahman'a tevdi ettik. 3 Şubat gecesi saat 22.00'de Yaradan'ına ruhunu teslim etti, ve sabah, günün ilk saatlerinde, Medine'de Harem-i Şerif'te kılınan cenaze namazından sonra Cennetü'l Baki'de toprağa verildi. Sevgili Peygamberi'nin komşuluğuna vurgundu, hayatında O'nun Ravzası'nın civarında dolaştı durdu hep, şimdi de toprakta O'na komşu oldu. Güzel yaşadı, güzel bir ölümle göçtü. Rabbimizin sonsuz rahmeti O'nun ve bütün mü'minlerin üzerine olsun. Lise çağlarımızda onun coşku dolu şiirlerini okuduk. Sonra tanışma ve sohbetinde bulunma şerefine eriştik. Şiirlerindeki neredeyse merhum Mehmet Akif'ten kalma coşku, bir dâvâ adamının sancısı ile yüklüydü. Sohbeti ise, Rasulü Ekrem'in komşuluğunda damıtılmış bir kişiliğin meyveleriydi. Bir Hicret çocuğuydu Ali Ulvi Bey. Amcası merhum Hacıveyszade, Konya'da "Bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekmeye hazırım" yaklaşımı ile İmam Hatipler'in açılması için çırpınmayı tercih etmişti. Ali Ulvi Bey, o günleri anlatırken şöyle diyordu: "Konya'nın Kapu Camii'nde mukabele okurduk. Camiye üç tane lise öğrencisi gelirdi. Onlar Poyraz kapıdan içeri girince cemaat ayağa kalkardı. Camiler okuyan gence o kadar susamıştı." (Altınoluk, Ekim 1989, sayı 44) İşte babası yaşanan bu vasatı, "Hayat alanımız nefes alamayacak kadar daraldı" diye yorumlamış, malı- mülkü ne varsa satmış, yükleri denklemişti. Gerekirse "hacılara sakalık yapma"yı göze almıştı, tek, çocuklarına İslâmî eğitim aldırsındı... Ali Ulvi Bey'in hicreti böyle başlamıştı. Sonra 70 yıllık yoğruluş... Hani son senelerde, TV'lerin Ramazan programlarında sohbet eden bir Ali Ulvi Bey var, mütebessim çehresi, sükunet yüklü sesi ile sanki Hazreti Peygamber'in yanından kalkmış da gelmiş bir duruluk, berraklık, sıcaklık içinde konuşan... İşte o, 70 yıllık yoğrulmanın, bir başka ifadeyle pişmenin ürünü... Kemal yüklenmiş bir insan... Osmanlı efendisi... İlmini irfanla bütünleştirmiş bir gönül ehli. Bir şiir insanı... Çağlayan bir yürek... "Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur'an Meçhul olurdu esma, levlake ya Muhammed" Bir Peygamber âşığı... Onu en güzel anlatacak iki kelime bu... Kıtmirinim ey şah-ı rusül, koğma kapından, Asilere lütfun, yüce fermandır Efendim. Doğ kalbime bir lahzacık ey Nur-u dilara Nurun ki, gönül derdime dermandır Efendim. Ulvi de Senin bağrı yanık aşık-ı zarın, Feryadı bütün ateş-i suzandır Efendim." Ali Ulvi Bey 1922'de dünyaya gelmiş. 80 yıllık bir ömrü taşıyıp gidiyor beka âlemine... Kimbilir belki de bu 80 yılı şu birkaç kelime ile özetleyecek ruz-i mahşerde: "Sevdalıydım Ya Rabbi, diyecek... Senin Habibi'ne sevdalıydım. Senin sevdiğini sevdim. Senin sevdiğinle komşu olarak yaşadım. O'nun özlemini duydum içimde." Yetmez mi? Damadı Dr. Hayreddin Bulut, "Medine Notları" isimli eserde, Ali Ulvi Hoca'nın gönül dünyasından kesitler sunmuş. Buraya "Ya Rasulallah" diye başlayan bir seslenişinden parçalar almak istiyorum: İsterseniz bu duygulara ne kadar hasret kaldığımızı düşünerek okuyalım: "Sana olan ümmetlik borcumuzu nasıl ödeyebiliriz? "Seni öldürmek için evini ablukaya alan azgınlara rağmen evinden bizim için çıktın. Sığındığın mağaranın önünde kılıcını sıyırıp bekleyen düşmanlara ümmetin için sabrettin. "Kabe'nin etrafında doğduğun ve sevdiğin yerleri bu dini bize ulaştırmak aşkıyla terkettin. Düşmanların her yönden tehdit ve takiplerine rağmen, bizim için ilerledin. Bu kadar zahmet ve meşakketlere ümmetin için katlandın. Bu kahırlara senden başkası göğüs gerebilir miydi? Bedir ve Kadir gecelerinde, ayrıca Mirac'da ve Hac'da hep "ümmetim, ümmetim!" diye dua ettin. Sen gerçekten ender-i nadir Önderimiz ve Peygamberimiz'sin!.. Ey Yüce Peygamber! Ümmetin seni içten gelen bir sevgi ile seviyor. Senin sevgin de gönül ve ruhları nura ve huzura garkediyor. Böyle bir sevgiye ne doyulur, ne de yerine başka bir sevgi konulur, ne de senden başkasına nasib olur. Yeni doğanların kulağına ilk söylenen isim, ism-i Celalle beraber senin ism-i şerifindir. İnsan değerini ancak senin yolunda anlayabilir. Her Müslüman da irşadına sarılır. Sen, Allah'ın sevdiği ve Müslümanlar'ın da gönül verdiği sevgilisin. Ey Yüce Peygamber! Sana getirilen salavat, nur hazinesinin şifresidir. Bu şifre de dilden dile ve gönülden gönüle intikal eder. Dolayısıyla getirilen salavat had ve hesaba gelmez. Salavatsız saniye geçmez. Dünyada doyulmayan zevk yoktur, derler. Bu işin maddi tarafıdır. Ruh nura doymayıp "nurun ala nur" olur. Daima kaynağa dönüp içer de kanmaz ve ayrılmak istemez. Herhangi bir sebeble meydana gelen ayrılıklar da aşk ve şevki artırıp şiirler ve na'tlar söylettirir. Salavat, dünyanın neresinde olunursa olunsun, kuytuda, mağarada, evde, havada ve denizde getirilip muayyen gün, yer ve merasime tâbi değildir. Gidip Peygamber'i kabr-i şerifinde ziyaret edenler için protokol defteri olsaydı ve her gelenden kendi lisanınca kendi duyduğunu yazması istenseydi; ne defter, ne kalem, ne de mürekkeb yeter, ne de bu işin üstesinden gelinebilirdi. Çoğunun da tutmadığı gözyaşları defteri ıslatır neticede de ne defter, ne de cümle kalırdı. Salavat, ümmetlik şuurunun ifadesidir." (Dr. Hayreddin Bulut, Marifet Yay. İst. 1999) "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş..." Evet öyle... Ali Ulvi Bey'in bu sevda neşideleri kalacak geride... Belki yarın buluştuğunda "Sevgilisi" ile, onları sunacak armağan olarak. "Böyle sevmiştim Seni ey Allah'ın Rasulü" diyecek... Ona gıbta etmemek mümkün mü? Ali Ulvi Bey'ler, bir kervanın yolcuları... Bir meşale her biri... O nesil gidiyor aramızdan., azalıyorlar... Onlar hayattayken, yakınlarında olmanın yolunu bulmalı neslimiz. Savruluşlardan kurtulmanın bir yolu da, bu büyük çınarlara tutunmak değil mi? Sonsuz rahmetler diliyorum bu güzel mü'mine... Yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum |