Bilge Kral hayata gözlerini yumdu
BOSNA-HERSEK
eski Cumhurbaşkanı 'Bilge Kral' Aliya İzzetbegoviç Hakk'a yürüdü. Allah
(c.c.) mekanını cennet eylesin ey unutulmaz lider! Seni unutmayacağız!
Aliya, mücadelesi ve siyasi kararlılığı nedeniyle tüm Müslümanların kalbinde
taht kurmuştu.
Bosna-Hersek Müslümanlarının sembol lideri Aliya İzzetbegoviç hakkın
rahmetine kavuştu. Saraybosna'daki Kosova hastanesinde görevli doktor İsmet
Gavrankapetanoviç dün yaptığı açıklamasında, İzzetbegoviç'in öldüğünü
söyledi.
İzzetbegoviç, 10 Eylül'de evinde düşmesi sonucu kaburga kemiklerinde 4 kırık
teşhis edilmiş ve omuzunu incitmişti. Hastane yetkilileri Cuma günü,
akciğerindeki kanama durdurulamayan 78 yaşındaki İzzetbegoviç'in sağlığının
kötüye gittiği bildirilmişti. İzzetbegoviç, kalp problemleri nedeniyle
Slovenya'da ve Suudi Arabistan'da tedavi görmüştü. Dünya Müslümanlarının
gönlünde taht kuran İzzetbegoviç, tüm dünya liderleri tarafından
seviliyordu. İzzetbegoviç, kronik kalp hastalığı nedeniyle iki hafta önce
Saraybosna'daki Kosova hastanesi'ne kaldırılmıştı.
Aliya bir barış adamıydı
1992-1995 Bosna Savaşı'nda anahtar rol oynamış olan Aliya İzzetbegoviç, Sırp
katliamında halkı için yaptığı fedakarlıklar ve mütevazı yaşamı ile tam
anlamıyla bir örnek şahsiyet olduğunu dünyaya kanıtlamıştı. Bosna halkı
tarafından "Baba" olarak da isimlendiriliyordu.
Bosna-Hersek 20. yüzyılın sonuna yaklaşırken Avrupa'nın göbeğinde unutulmaz
bir vahşete tanıklık etmişti. İzzetbegoviç, savaşın ardından,
Bosna-Hersek'in Yugoslavya'dan bağımsızlığını kazanmasında büyük bir rol
üstlenmiş ve Batı dünyası ile İslam ülkelerinin desteğini kazanmıştı. Kasım
1990'da ikinci tur seçimlerde yüzde 44 oyla Bosna-Hersek'in ilk devlet
başkanı seçilen Begoviç, bu görevi 2000 yılındaki üçlü devlet başkanlığı
dönemine kadar sürdürdü. İzzetbegoviç daha önce yaptığı açıklamalarda istifa
gerekçesinin sadece sağlık sorunları olmadığını, Avrupa'nın kurduğu Bosna
yönetiminin Müslümanlar'a baskı uyguladığını ve kabul edilemeyecekleri
tavizlere zorladığını dile getirmişti.
Tarih tanığını kaybetti
Bu yüzyılın başlarında Hind yarım kıtasında nasıl Muhammed İkbal Doğu
İslamı'nın derin ve şiirsel bir soluğu oldu ise, onun gibi aynı yüzyılın
sonlarında İzzetbegoviç de Batı İslamı'nın soluğu olmaya aday bilge bir
kişiliktir. İzzetbegoviç yakın tarihimizin en önemli ve seçkin Müslüman
bilge düşünürlerinden biridir. İzzetbegoviç'in "Doğu ve Batı Arasında İslam"
adlı eseri onun entellektüel birikiminin zenginliğini ve derinliğini ortaya
koyuyor. Aliya İzzetbegoviç'in hatıraları "Tarihe Tanıklığım" adı altında
geçen hafta içinde Klasik Yayınları tarafından okuyucularına sunulmuştu.
TBMM Başkanı Bülent Arınç, Aliya İzzetbegoviç'in dolayısıyla bir taziye
mesajı yayınladı. Arınç, mesajında, sadece Bosna halkının değil, dünyanın
bir "bilge kralı" kaybettiğini belirtti.
Mücadele adamı: ALİYA
BİLGE
kral Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925'te doğdu. 24 yaşında İslâmcılık
suçlaması ile 5 yıl hapis yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra önce hukuk,
sonra ziraat fakültelerini bitirdi. 25 yıl avukatlık ve bir inşaat
firmasında yöneticilik yaptı. 1970 yılında yazdığı İslâm Manifestosu adlı
bir kitap, 1983'te kovuşturmaya uğradı. 12 Müslüman aydınla birlikte
tutuklandı. 1950 öncesinde kurulmuş olan Mladi Müslümani adlı örgütü yeniden
örgütlemek suçlaması ile 14 yıl hapse mahkum edildi. Yargıtay bu cezayı 11
yıla indirdi. 1989 yılında Yugoslavya'nın dağılma süreci sırasında ilan
edilen af sonucu özgürlüğüne kavuştu. 1990 yılında İslam Manifestosu'nu
yeniden bastırdı. Bu kitap İzzetbegoviç'in İslâmi kimliğinden ziyade, siyasi
kararlılığının ve mücadelesinin bir simgesi oldu. İzzetbegoviç'in, komünist
dönem Yugoslavyasında cezaevinde geçirdiği yılların, sağlık problemlerinin
artmasına yol açtığı belirtiliyordu.
Yenişafak - 20,10,2003
------------------------------------------------
Onu savaşta tanıdım
(21-29 Ekim 2003 - Yeni Şafak - Mehmet Koçak)
Onu hep uzaklardan duyardım. Genç bir gazeteci olarak dış politikaya yeni
yeni ilgi duymaya başlamıştım. Balkanları dergi ve kitaplardan öğrenmeye
çalışıyor, Almanya ve İsviçre başta olmak üzere, Balkanlardan gelenlerin
kurdukları teşkilatlara giderek bölge ile ilgili bilgi alıyordum.
Yugoslavya'yı meydana getiren Cumhuriyetlerden Hırvatistan, Bosna Hersek,
Kosova, Sancak ve Makedonya'dan kaçarak Avrupa ülkelerine sığınan siyasi
öncülerle buluşup siyasi faaliyetleri öğreniyor ve örgütleri tanıyordum.
Bosna müslümanlarının mücadeleleri sözkonusu olsun da, Ali izzet Begoviç adı
zikredilmesin; mümkün değil. Halkına kendini adamış, İnanmış samimi bir
müslüman olduğu için defalarca mahkemeye çıkarılmış, 9 yılını zindanda
geçirmiş olan bu 'İslamcı lider' hep sembol isimdi.
Aliya ile karşılaşıyoruz
Onunla
tanışmayı, fikirlerinden yararlanmayı çok istediğim halde bir türlü
gerçekleştirememiştim. Bosna-Hersek'in dağılan Yugoslavya'dan ayrılmasından
sonra Sırp canileri tarafından tarihde eşine zor rastlanan soykırımı
hareketinin başlatıldığı sıralarda, 4 Aralık 1993'te tüm zorlukları aşarak
kuşatma altındaki Saraybosna'ya İgman Dağı üzerinden girmeyi başardım.
Cumhurbaşkanı Begoviç'in Başdanışmanı Osman Brka'ya Viyana'da, Saraybosna'ya
geleceğimi söylediğimde inanmamış olmalı ki, Saraybosna'da beni karşısında
bulduğunda şaşırmıştı..
Osman Brka, Aliya İzzetbegoviç'e benden bahsetmiş, Bosna ile ilgili
çalışmalarımı anlatmış. İzzetbegoviç de, "Biz ateş çemperi içinde yaşarken,
bizi hatırlayıp bunca zorlukları göze alarak geldiğine göre, mutlaka
görüşelim" demiş. Şehri çevreleyen tepelere yerleşen Sırplar, Saraybosna'yı
sürekli bombalıyorlardı.
Günde takriben 300 top mermesi şehir merkezine düşüyordu. Cumhurbaşkanlığı
binası, seçilen hedeflerin başında geliyordu. Buna rağmen İzzetbegoviç,
Başbakan Haris Silayiç ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Eyüb Ganiç başta olmak
üzere müslüman Boşnak halkının siyasi öncüleri bu binada çalışmalarını
sürdürüyorlardı. Osman Brka ile Cumhurbaşkanlığı sarayındayız. Çalışma
odasının girişinde Aliya İzzetbegoviç'in oğlu Bâqır Begoviç bizi karşıladı.
Onunla Viyana ve Cenevrede önceden görüştüğüm için, tanışıklığımız vardı..
Nihayet kapılar açıldı ve Aliya İzzetbegoviç bizi ayakta karşıladı ve
kucakladı. Karşımdaki insan, içinde bulunduğu çetin mücadele-savaş
şartlarına ve ilerleyen yaşına rağmen dimdik ayakta ve kararlıydı. Dışarıda
çatışma sesleri hiç kesilmediği gibi zaman zaman yakınımıza top mermileri
düşüyordu. Her an bir top mermisi başımıza da düşebilirdi.. Böyle bir
ortamda süren sohbetimizde, dünyadaki değişimler ve Balkanlarda meydana
gelen olayları tartıştık. Onun olaylara bakışı, tarihi bilgisi ve
gelişmeleri değerlendirme tarzı beni ciddi manada etkilemiştir. Onunla
sonraki yıllarda defalarca biraraya geldim. Önemli konuları tartışıp
fikirlerine baş vurdum. Kıymetli fikirlerinden çokca istifade ettim.
Münevver bir liderdi
Cesaret ve kararlılığıyla hemen herkesin dikkatini üzerinde toplayan
İzzetbegoviç, bütün baskılara rağmen boyun eğmeyen ve inandığını hiç
çekinmeden her yerde savunan bir insandı. İslamî kimliğini her zaman ve
mekanda sergilemekten çekinmeyen, inancından taviz vermeyen bir şahsiyet
idi.. Bu tavrını Mahkemelerde yargıçlara karşı olduğu gibi birçok
uluslararası kurum ve kuruluşların düzenlediği toplantılarda da ortaya
koymuştur. Bunların birine ben de şahid oldum. 4-5 Aralık 1994'te
Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı zirvesinde, 52 ayrı ülkenin Devlet veya Hükümet
başkanının katıldığı toplantıda kadeh kaldırmayan tek lider o idi. Genç
yaşta başlattığı siyasi çalışmalarında, o, her zaman asimile edilmek istenen
milletini, öz kimliği olan İslam kültürüyle ayağa kaldırmanın mücadelesini
vermişti. O hep zoru ve çileyi seçti. Osmanlı'nın Balkanlar'dan çekilmesiyle
Sırp ve Hırvatlar tarafından yeryüzünden silinip toprakları işgal edilmek
istenen Müslüman Boşnak halkı tarihinde ilk defa bağımsız bir ülke olarak
semalarında bayrağını çekip kendi ordusunu kurmaya muvaffak olmuşsa, bunda
şüphesiz Aliya ve arkadaşlarının çok büyük rolü olmuştur.
Zoru ve çileyi seçti
O sadece siyasi bir lider değil, Bosna halkının sembolü karizmatik bir
liderdir de. Denilebilir ki, Bosna Davası, Aliya sâyesinde büyüdü. Aynı
şekilde, Aliya da Bosna Buhranı ile.. Bosna Trajedisi ortaya çıkmasaydı,
Aliya, belki de zaman değirmeninin içinde ufalanıp giden nice tefekkür ve
eylem adamlarından birisi olarak, kaybolup gidecekti.. Ama, Yugoslavya
dağıldıktan sonra ortaya çıkan korkunç boğuşma içinde; Bosna, Aliya
sâyesinde kendi öz kimliğine uygun bir çizgi izlemek bahtına kavuştu ve
Aliya da, inanç, fikir ve eylemlerinin uygulama alanı olarak bulduğu,
bağımsız olmak için çırpınan bir müslüman halk ve bir müslüman
toprağına..Onun için de, Aliya'nın şahsında, aslında bütün bir Bosna ve
hatta Balkan tarihi, ve özellikle Balkan müslümanlarının 500 yıllık
sergüzeştlerinin tarihi vardı..
ALİYA'NIN KİŞİLİĞİ
Aliya tezahurat olur veya üzerine gösteri gölgesi düşer korkusuyla Cuma
namazını hangi camide kılacağını en son ana kadar gizli tutardı. Gideceği
camiyi, Oğluna ve korumalarına, arabaya bindikden sonra söylerdi. Dini
istismardan çok korkardı ve cami avlularındaki ilgiden son derece rahatsız
olurdu. Bir gün.. Sisli bir kış havası ve günlerden Cuma. Müslümanlar devam
eden Sırp bombardumanından korunmak için yüksek binaların duvar diplerinden
hızlı adımlarla camiye koşuyordu. Ben de daha güvenlikli bulduğum için Cuma
namazını Gazi Hüsrev Bey camiinde kılmaya karar verdim. Cami, savaşa rağmen
tıklım tıklım doluydu. Hocaefendi hutbede iken Aliya ve oğlu Baqır ve iki
koruma girdi. Hoca hutbeyi durdurdu. Hürmeten yer almasını bekledi. Görevler
ayağa kalkıp en önde yer vermek istedi. Ancak Aliya, "burası Allah'ın
evidir. Burada faraklılık olmaz.. Allah katında en üstün olan, takva sahibi
olandır. Herkes, bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz,
belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslamı inşallah çiğnetmeyeceğiz...
Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!" demişti. Aliya'nın o tavrıyla bütün cemaat
duygulanmıştı..
Emekli maaşıyla geçinirdi
Mutevazı evinde sadece emeklilik maaşıyla geçiniyordu. Son ânına kadar sâde
bir hayat yaşadı... Arkasından mal ve mülkler bırakan bir lider değil,
halkına hürriyeti kazandıran örnek bir mücadele ve ışık tutan eserler
bıraktı. O en zor şartlarda bile adâletin üstünlüğünü esas alan bir ahlâk
anlayışıyla düşmanları üzerinde bile, saygı uyandırmıştı... Asla, kin
duygusuna kapılmayan; hep, iyiliğin ve ahlâkın, adâletin gerçekleşmesini
gözetleyen bir fazîlet timsali olarak parladı. Gizliliği, entrikayı
sevmezdi. Açık ve şeffaf olmayı önerirdi. Hesap vermekten kacınmazdı. Makam
ve mevki onun için inanç ve ideallerini gerçekleştirme yolunda bir amaç
değil, bir araçtı. Mutevazi ancak onurlu bir kişiliği vardı. Eleştiriye
açıktı, tartışmayı severdi. Ancak haksızlığa tahammülü yoktu. Hayatı
boyunca, Allah'a ve İslama göre şekillenen şahsiyetine, kendine olan
güveniyle hep dik durmuştu. Son yıllarında ise, gençlerin yolunu açmak için,
huzur içinde makamını güven duyduğu genç kadrolara bıraktı ve onlara
tecrübeleriyle yardımcı olmayı sürdürdü..
Boşnakların şanlı direnişi
Aliya'yı her ziyaret edişimin ardından, günün olaylarını değerlendirip,
geçmişten günümüze Balkanlardaki değişimleri ve müslüman Boşnakların varolma
mücadelesi ile Aliyaínın bu mücadeledeki rolünü araştırdım. Her fırsatta
sorular sorardım. Aliya büyük bir sabırla bu sorularıma cevap verirdi.
Kısacası Onu tanımak ve ruh dünyasının inceliklerini sezmek için onun
tefekkür dünyasında girmeye çalıştım.
Bu yoldaki her adım atışımda, gördüm ki o bir derya, ve o bir sabır taşı.
Bir dafasında bana, ësenin soruların beni yeniden tarihe getiriyor. Her
tefasında geçmişi hatırlıyorum ve bütün bir tarihimiz gözümün önünde
canlanıyor.. Ve, geçmişi hatırladıkca geleceği daha iyi görebiliyorum.
'Nereden nereye' diyerek ufkum genişliyorî demişti. O zamanlar aldığım ses
kayıtlarını yeniden dinliyorum ve notlarımı yeniden okuyorum . Onunla olan
beraberliğimi bir kazanım ve bir güzel talih olarak kabul ediyorum. Yeni
Şafak için hazırladığım bu dizide . Yakın gecmişimizde Balkanlarda
yaşananlar, Sırp çetnikleri ve Hırvat Ustaşaların yaptığı zülümler ve
bunlara karşı milletçe inanç değerleriyle varolma mücadelesi veren müslüman
Boşnak halkının şanlı direnişini bulacaksınız. Ayrıca Aliyaínın kendi
ağzından gençliğini, Müslüman Gençler Teşkilatı'na katılışıyla başlayan cile
dolu hayat mücadelesini ve Onun Önderliğinde Bosna'da yükselen bayrağı
okuyacaksınız.
'Büyük dedem bir Osmanlı subayıydı'
"Genç Müslümanlar Teşkilatı, özgür Bosna'nın temelidir"
Aliya İzzet Begoviç ailesini ve özyaşam öyküsünü şöyle anlatıyor: 'Ailem,
1868'e kadar Belgrad'da yaşadı. O yıllarda Sırplar'ın taşkınlıkları ve
gelişen bazı üzücü olaylardan sonra Müslüman aileler yavaş yavaş Belgrad'ı
terketmeye başlamıştı. Dedemin büyük dedesi Belgrad'da Osmanlı Ordusu'nda
subay imiş.. Tayini üzerine, Belgrad'dan Bosna-Hersek'in Şamac kentine
taşınmış ve ailemiz Şamac'da toprak satın alarak yerleşmiş ve Şamac'ın adı
da artık, Aziziye olmuştu. Çünkü, zamanın Osmanlı Sultanı Abdulaziz
Belgrad'da Sırplar'ın taşkınlıklarından rahatsız olan Müslüman ailelerin
Şamac (Aziziye) bölgesine yerleşerek yeni bir kasaba oluşturmaları emrini
emrettmişti. Böylece Müslümanlar'dan oluşan yeni bir kasaba oluştuğu gibi,
Müslümanlar da korunmaya alınmış oldu. O zamanlar Belgrad'da Müslümanlar
rahat değilmiş ve Sırplar sürekli onlara saldırıyor ve faili meçhul
cinayetler çoğalıyormuş. Sultan Abdulaziz'in bu girişimiyle Müslümanlar'ın
can ve mal güvenliği sağlanmış. Bu kasaba büyümüş ve Yukarı Aziziye ve Aşağı
Aziziye diye ik bölüm halinde anılmış...
Vali dedem Sırpları kurtardı
Benim dedemin adı da Aliya idi. Adını bana vermişler. Rahmetli dedem, 1.
Dünya Savaşı'nda Aziziye'nin Valisi idi. Bu vesileyle ilgi çekici bir tarihî
anekdot aktarayım.. Haziran 1914'te Saraybosna ziyareti sırasında,
Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand'a suikast düzenlenmesi ve
öldürülmesi ardından Avusturya, Bosna-Hersek Başkomutanı emriyle tüm ülkede
Sırplar'ın evinde arama yapılma ve şüphelilerin gözaltına alınmasını
emretmişti. Bu emirle Aziziye'ye de gelmişlerdi. Aziziye'de 40 Sırp
tutuklanmış, götürülüyorlardı. Dedem vali olarak müdahale etti ve askerlere
"Bu sırplar suçsuz. Bunları götürmeyin. Onları tutuklarsanız, beni de
tutuklayın" demişti. Aziziye'deki Avusturya askerlerinin başındaki komutan
dedemin bu ifadesi üzerine 40 Sırp'ı serbest bırakmıştı.
Ölümün eşiğinden döndüm
Aziziye, daha sonraki yıllarda Hırvat milliyetçileri (Ustaşa'lar) tarafından
işgal edilmiş ve Müslümanlar buradan zorla göç etmişlerdi. Ailem de 1927'de
Saraybosna'ya yerleşmişti. O yıllarda Saraybosna'da okuyordum. 1944 yılı
Haziran ayı idi. 'Ustaşa'lar, beni hayalî Büyük Hırvatistan Ordusu'na almak
istiyorlardı. Onlardan kurtulmak için Müslümanlar'ın yoğunlukta olduğu
Gradaçac kasabasına kaçmaya karar verdim. Gradaçac'a varmadan, Sırp
milliyetçileri (Çetnikler) tarafından yakalandım. Beni ormanlık bölgedeki
karargahlarına götürdüler. Bir sürü işkenceden sonra boğazımı keserek
öldürmeye karar verdiler. O sırada karargaha dışarıdan bir grup geldi.
Alaylı bir şekilde beni sorguladılar. Hırvatlar'ın Aziziye'yi işgali üzerine
Saraybosna'ya taşındık. Hırvatlar beni zorla ordularına almak istedikleri
için Gradaçac'a kaçmaya karar verdiğimi söyledim. Çetnikler'in komutanı
Albay Keseroviç yüksek bir sesle "Bunu öldürmeyin!" dedi. Gerekçesi
ilginçti: "Bunun dedesi Aziziye Valisi iken, Avusturya askerleri tarafından
suçsuz yere tutuklanan Sırplar'ı kurtarmıştı. Bunlardan biri de benim.
Albayın bu gerçeği dile getirmiş olmasına rağmen gözü dönmüş caniler beni
öldürmekte kararlıydı. Ancak Albay ısrar edince beni bıraktılar.
Gençlik yıllarım ve Genç Müslümanlar Teşkilatına
katılışım
Gençliğiniz nerelerde ve nasıl geçti?
Ailem 1927'de Saraybosna'ya geldiğinde ben 2 yaşımdaydım. Aziziye'deki
günlerimi hatırlayamıyorum. Ancak daha sonraki yıllarda yazları amcalarımın
yanına giderdim. Orada hâlâ birçok akrabamız var. Eski Yugoslavya döneminde
Saraybosna'da orta öğrenimimi tamamladım. Almanya'nın yardımıyla 1941'de
kurulan Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altında bulunan Saraybosna'da
1943'te liseyi bitirdim. Hırvatlar beni askere almak isteyince
Saraybosna'dan kaçtım ve Gradaçac'a gittim. Çünkü o tarihde Bosna Hersek'in
büyük bir kısmı Faşist Ante Paveliçíin Almanlar'dan aldığı yardımla kurduğu
'NDH' Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altındaydı. Kuzeydoğu Bosna'nın bir
kısmını Müslüman milisler, diğer bir kısmını Sırp Çetnikler kontrol altında
tutuyordu. O zaman Sırplar'ın en büyük düşmanı Hırvatlar olduğu için Sırplar
Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Sırplar, 'Müslümanları zorlarsak Hırvat
ordusuna katılırlar' diye korkuyorlardı. ll. Dünya Savaşı'nda Kuzey Bosna'da
yanı sıra Breçko, Aziziye (Şamaç) ve Modrica bölgelerinde Sırplar tarafından
Müslümanlara yönelik bir katliâm duymadım.
Saraybosna'ya ne zaman döndünüz?
1943'ten 1944'e kadar Gradaçac'da gizlendim. Arasıra Saraybosna'ya gizlice
gider gelirdim. 1945'te Partizanlar (Tito'nun ordusu) Saraybosna'ya hakim
olunca ben de Saraybosna'ya döndüm. 6 Nisan 1945'te Partizanlar evime geldi.
Tifo hastalığına yakalanmıştım, ayağa kalkacak halim yoktu. Beni askere
almak için gelmişlerdi fakat yatalak olduğumu görünce "İyileşince askerlik
için teslim ol" dediler. Gitmeyince bir hafta sonra tekrara geldiler ve beni
askere aldılar. Zor bir askerlik yaptım. Askerliğimin sonuna doğru, 1 Mart
1946'da bir asker olarak tutuklandım. İddianame'de 'Mladi Muslimani' (Genç
Müslümanlar Teşkilatı) üyesi olmak, Tito'nun fikirlerini eleştirmek ve onun
fikirlerini devletleştirmek isteyen savaşcı önderler kabul edilen
Partizanlar'a karşı muhalefet oluşturmak ve Sovyet karşıtı gizli propaganda
yapmak gibi iddialar yer almıştı.
Doğru muydu bu iddialar?
İddialar doğruydu. Beni çok iyi tesbit etmişlerdi. Hitler ile işbirliği
yapan Hırvat Ustaşa'ları ile Sırp milliyetçiliğini temel esas alan Draja
Mihailoviç önderliğindeki çetniklere karşı elde edilen zaferden sonra
devletini kuran Josef Broz Tito Yugoslavya toprakları içindeki müslüman
nüfusun varlığından korkuyordu.
Müslümanları yeni rejim içinde eritmeyi hedefleyen Tito, bu görüşe engel
olan tüm teşkilatları yasaklamış ve üyelerinin mahkum edilmesini emretmişti.
İşte ben de bu plan çercevesinde tutuklanıp yargılandım. Başlatılan bu
kampanya sonucu cezaevleri müslümanlarla doldu. Mladi Muslimanií (Genç
Müslümanlar Teşkilatı) öncüsü çok sayıda kişi ağır cezalara carptırıldı.
İSLAM'IN HOŞGÖRÜSÜNÜ ANLATIYORDUK
Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar Teşkilatı)'nın kuruluşu ve amaçları
hakkında bilgi verir misiniz?
|
Aliya, bir görüşmemizde gençlik yıllarından ve içinde
yeraldığı "Genç Müslümanlar Teşkilatı"ndan anlatıyordu.
Tam o sırada cüzdanını açıp içinden küçük resim çıkartı.
Siyah-beyaz bu küçük resmin arkasına düşülen notu
okuyacağı sırada gözleri doldu. Gözyaşlarını sildikten
sonra okumaya başladı: (Müslüman Boşnak gençleri
tarafından kurulan Genç Müslümanlar 'Mladi Musilmani'
Teşkilatı'na katıldığım yıl, mücadele arkadaşlarımla bir
hatıra.. Tarih 14 . 05. 1943) Aliya sonra teşkilata öncülük
ettikleri için idam edilen üç şehid arkadaşı ve hayatta
olmayan arkadaşları için fatiha okudu. |
Mladi Muslimani ll. Dünya savaşından
önce kuruldu. Sadece Yugoslavya'da değil Avrupa kıtasına yayılmış ve çeşitli
Avrupa ülkelerinde yaşamaya mecbur kalmış Boşnak, Arnavut ve çeşitli ırklara
mensup Balkan müslümanlarının katılımıyla kurulmuş ise de, teşkilatın
öncüleri Boşnak Müslümanları idi. Kısa zamanda tüm Avrupa'da örgütlenmeyi
başarmıştı. O zamanlar 16 yaşımdaydım. 1939'da teşkilata karşı başlatılan
saldırı, yargı ve yasaklamalar ile teşkilatın lideri olan Mehmed Spaho'nun
öldürülmesi ile teşkilat büyük darbe aldı ve başsız kaldı. Bosna Hersek
toprakları çoktan paylaşılmıştı. Müslümanlara karşı bir yok etme hareketi
başlatılmıştı. Müslümanların malları ellerinden alınmış ve evleri ateşe
verilmişti. Bir yanda, Hırvat Ustaşalarının , diğer yandan Sırp
Çetniklerinin saldırıları karşısında Müslüman Boşnak halkı, her şeylerini
bırakıp belli bölgelere çekilmişti. Müslüman Boşnak halkının varlığını
korumak amacıyla 'Mladi Muslimani' kuruldu. Mladi Muslimani (Genç
Müslümanlar Teşkilatı)'nin kurulmasının tarihi sebepleri vardı. Milletçe
yaralıydık ve Osmanlı'nın bölgeden çekildiği günden beri hep
horlanmaktaydık. Topraklarımız gasp edildi. Bu olaylar karşısında
yaralarımızı sarmamız lazımdı. Halkımıza geleceğe ümitle bakabilen canından,
malından ve namusundan emin olabilecek bir ortamın sağlanması gerekmekdeydi.
Bunun için mutlaka teşkilatmamız gerekmekteydi ve âğabeylerimiz bunu
yapmıştı.
Siz kaç yılında teşkilata katıldınız?
Lise ikinci sınıftayken 1940'da teşkilata üye oldum. Belgrad Üniversitesi'ne
devam eden ve teşkilatın önde gelenlerinden Tarık Muftiç, Esad Karadozoviç,
Nusret Başagiç ve Emin Granov'la tanıştım. Üyelerin büyük bir kısmı
Saraybosna Lisesi öğrencileriydi. Beraber olduğum Eşref Çampara ve (daha
sonra şehîd olan) Muammer Sadoviç ile faaliyetleri tartışıyor ve fikirlerimi
geliştiriyordum.
Teşkilat nasıl çalışıyordu?
Teşkilatta yaptığımız görev dağılımında Liseliler ve Üniversiteliler diye
iki ayrı grupa ayrıldık. Aralık 1940'da yaptığımız bir toplantıda ilk defa
biraraya geldik. Ocak ve Şubat aylarındaki toplantılarda Boşnak halkının
içinde bulunduğu sıkıntılar ve çıkış yolları tartışıldı. İslam'ı daha iyi
anlamak için İslam dini dersleri başlatmıştık. Avrupalıların İslam'a bakışı
ve Haçlı Seferleri'nin sebepleri ve Müslümanlara karşı başlatılan yok etme
kampanyalarının sebepleri, en çok tartışılan konularımızdı. O tarihte İslam
ve Müslümanlar aleyhinde büyük bir karalama kampanyası başlatılmıştı.
Müslümanım demek suç olmuştu. Aleyhimizdeki bu yoğun kampanyaya karşı kendi
başımıza İslam'ı öğrenmek ve İslam'ın hoşgörüsünü tanıtabilmek için yazılar
yazmaya çalışıyorduk.
"Gizlice İslami eğitim alıyorduk"
İstanbul-Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek Müslümanları için çok önemli olan
ve İkinci Dünya savaşı yıllarında kurulan Genç Müslümanlar Teşkilatı'nın
Komünist Sırp yönetiminin baskıları ve Sırp gizli servisinin takiplerine
rağmen Boşnak gençler arasında yayılıp örgütlendiğine ilişkin ilginç
anekdotlar anlatıyor. İzzetbegoviç, 16 yaşında girdiği Genç Müslümanlar
Teşkilatı'ndaki fikri çalışmaları şu sözlerle anlatıyor:
"O sıralarda, Ali Mutevelliç tarafından kaleme alınan ve büyük bir hayranlık
duyduğum 'İslam Işığında' adlı eseri okudum. Bu, çok kıymetli bir eserdi ve
benim üzerimde büyük etkisi olmuştu. Ayrıca Osman Nuri Haciç'in yazdığı 'Hz.
Muhammed ve Kur'an da bana yön veren eserlerdendir. Yaklaşık 300 sahife olan
bu kıymetli eser, idealist bir uslûbla yazılmıştır. Bu ve benzeri kıymetli
eserler o zamanlar Mostar şehrindeki faaliyet gösteren 'Kalaycı' Kütüphanesi
tarafından bastırılmıştı. Bu çok büyük bir hizmet olmuştu ve teşkilatımız
üyeleri bu eserlerden büyük ölçüde istifade etmişlerdi. Bu eserler
teşkilatımızda okunuyor ve tartışılıyordu. Böylece ilk aylardan başlayarak
İslam'ı gerçek kaynaklarından öğrenmeye başlamıştık. Üyelerimizin sayısı
büyük bir hızla artıyordu. Müslüman gençlik içinde teşkilatımız büyük bir
kabul bulmuş oldu."
Aliya İzzet Begoviç, Mladi Müslümani(Genç Müslümanlar Teşkilatı)'nin
kuruluşunu, yapısını ve faaliyetlerini anlatmaya devam ediyor:
İlk lideriniz kimdi?
Teşkilat 1941 yılının Mart ayının sonunda Yugoslavya Krallığı'nın
parçalanmaya başladığı ortaya çıktı. O zaman biz Saraybosna'da Genç
Müslümanlar Teşkilatı olarak ilk genel kurulumuzu topladık. Genel Kurulda
teşkilat resmen ilan edildi. Genel Kurula 50 üyemiz katılmıştı. Çünkü herkes
katılmaya korkuyordu. O zamanki anayasa gereği, genel kurulumuza bir polis
katıldı. Kurulumuzun açılış konuşmasını Tarik
Muftiç yaptı ve ilk liderimiz o oldu. Genel Kurul'umuzdan 15 gün
sonra savaş patlak verdi. Genel kurul kararları,yeni yönetim kurulu
protokolü ve yeni tüzük mahkemeye verilemedi. Şavaşla birlikte işgal geldi
ve Bağımsız Hırvat Devleti ilan edildi ve Ustaşa'lar (Hırvat Milliyetçileri)
yeni bir hükümet kurdular. Hitler Almanyası'nın desteğinde olan bu hükümet,
Hitleri örnek alarak örgütlenmeye başlamıştı. Hükümete bağlı ''Genç
Ustaşalar Teşkilatı'' kuruldu.
Ustaşaların amacı neydi?
Bu örgütün hedefi tüm Hırvat ve müslüman gençleri çatısı altında toplamak ve
ilan edilen Bağımsız Hırvat Devletinin ordusuna katmaktı. Kimseye sorulmadan
tüm gençler kaydedilmiş ve toplantılara zorla getiriliyorlardı. Oluşturulan
eğitim kamplarında ideolojik seminerler veriliyordu. Büyük Hırvatistan
hayali taşıyan bu eğitim seminerlerinde müslüman Boşnakların aslen Hırvat
oldukları ve Osmanlılar tarafından zorla müslümanlaştırıldıkları israrla
vurgulanıyordu. Beni ve benim gibi çok sayıda müslüman genç bu kamplarda
verilen eğitimlere katılmak zorunda bırakılmıştı. Ancak biz birbirimizi
tanıyorduk ve Hırvatların oluşturduğu gençlik kamplarında gizlice biraraya
gelip İslami eğitim ve teşkilatlanma dersleri yapıyorduk. Onların
seminerleri hiçbir arkadaşımıza tesir etmiyordu, çünkü biz onların
amaçlarını çok iyi biliyorduk.
Hırvatlar teşkilata nasıl bakıyorlardı?
İnanır mısınız, o günlerde yaptığımız gizli çalışmalar sayesinde sayımız
hızla çoğaldı. Elbette Hırvatlar bizim gizli çalışmalarımızı tesbit etmişti,
ancak 'onlardan kaçıp, sırpların safına geçeriz..' korkusundan varlığımızı
bilmiyorlarmış gibi görüntü veriyorlardı. Ayrıca onlarla bir ortak yönümüz
vardı; biz de onlar gibi komünistlere karşıydık. Saraybosna Üniversitesi ve
liselerde müslüman gençlik arasında örgütlemeyi tamamlamış evlerde gizlice
sohbet toplantıları düzenliyorduk. Yani, vaziyete hakimdik. Ancak rahat
değildik ve illegal idik. Bazı arkadaşlar teşkilatımıza resmiyet kazandırmak
için bazı girişimlerde bulundu ise de Hırvatlar müsaade etmediler. Bu
durumlar karşısında, bazı arkadaşlarımız, imamlar tarafından 1930'larda
kurulan 'El'Hidayeh' teşkilatına katılarak resmiyet kazanmamızın doğru
olacağını savunmuşlardı... Bu teklife ben ve bir grup arkadaş karşı çıktık.
Çünkü bu teşkilat imamlar tarafından kurulmuş ve çok pasifti. Teşkilatın
başında büyük alim Mehmet Efendi Hanciç vardı, ancak bu teşkilatın adı var,
hiçbir etkinliği ve gücü yoktu. Onlara katılırsak biz de pasifleşir ve
mücadele azmimizi kaybederiz diye düşünüyorduk. Bazı arkadaşlar bu teşkilata
katıldı ve yöneticilik aldılar. Neticede biz haklı çıktık ve onlar da daha
sonra bu teşkilattan ayrıldılar.. Biz arkadaşlarımızla 'Merhamet' adlı
teşkilata katıldık. Müslümanlar tarafından kurulan bir yardım teşkilatı idi.
Biz burada Genç Müslümanlar Teşkilatını yeniden örgütlemek ve savaş
sebebiyle mağdur kalmış müslüman ailelere sahip çıkmak için bazı çalışmalar
başlatmıştık. Önemli ve faydalı şeyler de yapmış olduk. Ancak imkanlarımız
çok sınırlı idi.
Müslümanlar olarak ayakta kalabilmeyi neye
borçlusunuz?
Biz o zamanki şanlı mücadelemizin bu günlere gelişimizde büyük rolü olduğu
inancındayım. Biz mensubu olduğumuz mukaddes dinimiz İslamla varlığımızı
sürdürebileceğimize inanmıştık ve öyle de oldu. Bu şuna benzer: Bir çiçek
düşünün, eğer onun köklerini keserseniz; o,topraktaki gıdayı ve suyu alamaz.
Bir süre yaşar ve sonunda kurur ve en ufak rüzgar, onun alır kötürür.
Kısacası Müslüman Boşnak halkının geleceği İslam'dadır. Bu benim değişmez,
sâbit fikrimdir.
Faşist Ustaşalara da karşıydık
Mladi Müslümani olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında faşistlerle işbirliği
yaparak katliâmlara katıldığınız iddiaları doğru mu?
Kesinlikle doğru değil, Sırplar ve Hırvatlar karşılıklı katliamlar
yapıyorlardı. Biz Komünistlere olduğu kadar Faşistlere de karşıydık. Bu
nedenle ne Hırvatların yanında yer aldık ve ne de Sırpların. Bize göre ikisi
de birdi. Ancak hem Sırplar ve hem Hırvatlar işgal ettikleri bölgelerdeki
müslümanları zorla askere alıp cepheye sürmüşlerdi. Bu zoraki olan bir
hadiseydi. Yani, hiçbir müslüman gönüllü taraf olmamıştır. Biz müslüman
Boşnaklar kendi kimliğimizi korumanın mücadelesini veriyorduk. Elbette
savaşın içindeydik ve savaşla ilgimiz olmadığı halde en çok zarar
görenlerden birisi de biz olduk. Hırvatlar ve Sırplar bizi kendilerine
çekebilmek için bazı belediyelerde görevler teklif ettilir; ancak hiçbir
Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi bu görevleri kabullenmedi. Ve hiçbir üyemiz
faşist Ustaşaların SS ordusuna katılmadı. çoğunluğumuz asker kaçağı idi. Biz
Hırvatlar tarafından Sırplara karşı yapılan katliâmları sürekli kınadık. Biz
Hırvat ve Sırpların sivil halka yönelik katliâmlarını kınayan bir bildiriye
teşkilatımızın imzasını bile koyduk.
Af dilekçesini İMZALAMAYI reddettim
Dizinin bu bölümünde Aliya İzzetbegoviç, 1946'daki ve 1983'deki
tutuklamaları, hapiste geçen uzun 9 yılın öyküsünü anlatıyor. Ayrıca,
1970'de kaleme aldığı ünlü "İslami Deklarasyon"unTito rejimi üzerindeki
etkisine değiniyor:
"Savcıların gözleri dönmüştü"
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Tito rejimi Hırvat Ustaşalarını ve onlara
katılan müslümanları cezalandırmıştı. Burada bir ayırım yapmaları lazımdı,
yapmadılar. Çünkü, Hırvatlar gönüllü idi, müslümanlar ise zorla orduya
alınmıştı. Bizim davalar ise 1 Mart 1946'tan sonra başladı. Genç
Müslümanlar'ı, gruplar halinde ve sistemli şekilde yargıladılar. Birinci
grup 1946'da; İkinci, Üçüncü grup 1947'de, dördüncü ve beşinci gruplar
1948'de ve son tutuklama 1949'da yapıldı. Hiç unutmam, savcı "Bunlara öyle
ceza verelim ki bir daha böyle bir şeyi düşündükleri zaman damarlarındaki
kanları buz tutsun" diye haykırıyordu.
Yargılamalar nasıl geçti?
Ben ve arkadaşım Necîb, Sagirbegoviç askeri mahkemede yargılandık. Ben 21,
Necib, 23 yaşındaydı. Ben 3 yıl, Necip 4 yıl ceza aldı. 1946 -1949 yılları
arasını hapiste geçirdim. Bizi Zenitsa cezaevinden Stolac'a, ordan da Bele
Cezaevine gönderdiler. 6 ay sonra ailem yerimi öğrendi, binbir zorluktan
sonra görüşme müsaadesi alabildi. Biz ormanda çalışıyor, Devlet'e kereste
hazırlıyorduk. İyi çalışmamız için verilen ekmek arttırıldı, süt vermeye
başlanmıştı. Pranga mahkumu gibiydik. Akşam yorgun olduğumuz için bir
kenarda yığılıp kalıyorduk.
'İslam Bildirisi' nasıl kaleme alındı?
1970'de müslümanların mevcut durumunu göz önüne alarak 'İslam Bildirisi'ni
kaleme aldım. Bu bildiri aslında bir çağrıydı, sadece Bosna ve Yugoslavya
müslümanlarına değil, tüm dünya müslümanlarına hitap ediyordu. Çağrımda
müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da
şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı siyasî bir
şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı haklı bir siyasi
başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri
Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokca
tartışıldı. Büyük bir kısmını ceza evinde yazdığım "Doğu ve Batı arasında
İslam" kitabım da öyle oldu. Kitabın çeşitli dillere tercüme edilerek
tartışılmaya başlanması Komünist yönetimi endişelendirdi. Ağustos 1983'te
Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi arkadaşımla yeniden tutuklandım, 14 yıla
mahkum oldum.
"Affedilmem için yalvarmam istendi"
6 ay sonra itirazda bulunduk, cezamızın hafifletilmesini istedik. Fikir
suçlusu olarak cezalarımızın indirileceğine inanmıştık. Ancak 14 yıl 12 yıla
indirildi. Bir kere daha dilekçe vererek cezamızın hafifletilmesini talep
ettik. Bu sefer 9 yıla indirildi. 1987'de halen sebebini anlayamadığım bir
olay oldu. Zamanın 'Af Komisyonu' Başkanı Zdravko Durişiç evime mektub
göndererek iki kızımı yanına çağırdı. Onlara 'Bu dilekçeyi babanıza götürün,
imzalasın, onu serbest bırakacağız' diyerek bir yazılı dilekçe örneği verdi.
Kızlarım sevinç dilekçeyi imzalamamı istediler. Dilekçede 'Yaptıklarım
yanlıştı ve pişman oldum. Affımı istiyorum ve bundan sonra, normal hayata
döneceğimi ve siyasetle asla uğraşmayacağımı garanti ederim' ifadesi vardı.
Asla kabul edemiyeceğim dilekçeye imza atmamı istiyorlardı. Çünkü onlar
korkmuşlardı, gelecekde yeni bir örgütlenmeye girişeceğimi iyi biliyorlardı.
İmzalamayı reddetim. Kızlarım üzüldü, onlara durumu izah edince gerçekleri
anladılar. Kasım 1988'de dış ülkelerin baskısıyla alınmış bir karar bana
ulaştırıldı. Yugoslavya Parlamentosu beni affetmiş. Demokratik ülkelerin ve
İslam ülkelerinin baskılarının bu afta büyük rolü olmuşdu. İslam ülkeleriyle
ticareti geliştirmek isteyen Yugoslav yönetimi bu karara varmış, serbest
kalmıştım..
Yaşlanmıştık, ama içimizdeki ateş çok gençti
1989'da hapisten çıkar-çıkmaz ziyaretime gelen arkadaşları uyardım.
Yugoslavyanın parçalanacağını, bu ihtimali göz önüne alarak siyasi
çalışmaları gecikmeden başlatmamız gerektiğini söyledim. Bazıları "tekrar
hapse atacaklar seni, gel bu işlere girme!" dedi. Bazıları ise, benim gibi
düşünüyorlardı. Ben ve arkadaşlarım korkmuyorduk. Zira, hiçbir zaman
korkuyla arkadaş olmamıştık. Mladi Muslimani Teşkilatı eski üyeleri ile
yeniden biraraya geldik. Aradan yıllar geçti ve artık hepimiz yaşlanmıştık.
Ancak, içimizdeki ateş çok gençti. Milletimiz için bize bir kere daha tarihi
bir görev düştüğünün bilinci içinde yeniden yola çıktık. Tam bir yıl sonra
1989 Kasım'ında partiyi kurduk. Ve tam bir yıl sonra seçilmiş olarak
parlamentoya girdim. Bu nedenle Kasım ayı benim için önemli bir aydır. Ve bu
olaylar hep birer yıl arayla gerçekleşti.
DOMUZ ETİ YEMEYE ZORLADILAR
Cezaevi şartları nasıldı?
Cezaevi şartları çok ağırdı ve büyük bir baskı altındaydık. Buna
girersek uzun sürer ve kitaplar yazılır. şartlar çok zordu, insanlık dışı
muamele vardı. İbadet yapmamız yasaktı, domuz eti yemeye zorlandığımız
zamanlar olmuştur.
Olayları oradan nasıl değerlendiriyordunuz?
Çıkmamıza birkac yıl kalmıştı. BM İnsan Hakları Komisyonu ve çeşitli
ülkelerde faaliyet gösteren insani kuruluşlar Yugoslavya'daki cezaevlerinde
süren insanlık dışı zulmü biliyorlardı. Her hafta heyetler geliyor ve
incelemeler yapıyorlardı. Yugoslav yönetimi bu kuruluşlara şirin
görünebilmek için habishanelerdeki şartları değiştirdiler ve odalara
televizyon almamıza ve dışarıdan gazete getirtmemize müsaade edildi. Ondan
sonra dünyanın yeni bir değişime gebe olduğunu daha iyi anladık. Televizyon
haberlerinde hürriyet ve insan hakları programları yer almaya başlamış, ABD
ile Rusya ve Avrupa ülkeleri arasında ziyaretler sıklaşmıştı. Gorbaçov'un
mesajları ve Perestroika fikri Sovyetlerin tıkandığını ve çıkış yolu
aradığını gösteriyordu. Komünist dünyada, durdurulamayan hızlı inişin sonu
nereye varacağı merak ediliyordu.
Bizde bu değişimin Yugoslavya'yı nasıl etkileyeceğini tartışıyorduk. Çünkü
Yugoslavya Komünist Partisi Hırvat, Sırp, Makedon, Arnavut, Sloven ve Boşnak
üyeleri birbirini eleştirmeye ve suçlamaya başlamışlardı. Bir anda
Yugoslavya'yı meydana getiren Cumhuriyetlerde milliyetçi akımları baş
göstermiş ve ülkenin geleceği tartışılır olmuştu.. Kısacası, tünelin ucu
görünmüştü.
Çektiğimiz zulümleri imanımızla göğüsledik
Müslüman Boşnakların efsanevi lideri merhum Aliya İzzetbegoviç, Genç
Müslümanlar Teşkilatı'nın devamı olarak kurulan SDA(Demokratik Eylem
Partisi)'nın kuruluşunun öyküsünü şöyle anlatıyor: "GMT incelediğinde
fonksiyonunun çok güçlü olduğu ve insanlarda derin izler bıraktığı
görülecektir. Komünist rejim karşısında teslim olmayan tek teşkilat
olmuştur.Yok edilmek istenen müslüman Boşnak halkının kimliğini korumak en
büyük emelimizdi, bizi ayakta tutan güç buydu. Zulümleri imanımızla
göğüsledik. Uzun yıllar cezaevi hayatı çeken üyelerimizle 1989'da gizlice
biraraya geldik, o ruhu parti kurarak yaşatmaya karar verdik.
GMT'nin ihtiyarlayan ama ruhları genç olan bir grup insan hayatı bahasına
yeniden ortaya çıktı ve SD kuruldu. Çocuklarımızı yanımıza alarak yola
çıktık. Çünkü genç yaşımızda yemin ettik: İslam ve müslümanlar için
çalışacağımız hususunda Allah'a söz verdik. Bunca cefaya rağmen yolumuzdan
ayrılmadık. Komünistler battıkça, partimiz Bosna semalarında yükseldi ve
beklenen güneş doğdu. Partimizin aydınlık yolundan yürüyen halkımız
kimliğine sahip çıktı, partimizi iktidara taşıdı. Sevinç göz yaşları aktı,
camilerde şükür namazları kılınarak Allah'a hamd edildi. Dünya bir kere daha
görmüştür ki müslüman Boşnak halkı yok edilemedi. Bu bize Allah'ın lütfudur.
İnanıyorumki, GMT ve onun devamı SDA, Yugoslavya müslümanlarının uyanışında
tarihi rol oynadı.
Parti kurma fikri nasıl gelişti?
Parti kurma fikri aklıma cezaevindeyken geldi. Komunizmin birgün biteceğine
inanmıştım ve planlarımı buna göre kurardım. Arkadaşlarıma cezaevindeyken
bunları söylediğimde gülerlerdi. Mahkemede bile bu fikri savundum. Bu
fikrimin yakın olduğunu, dünyada yaşanan siyasi ekonomik çalkantılardan
anlamıştım. Bu çalkantıların Komünistsiz bir dünyanın doğum sancıları olduğu
anlaşılmıştı. Bu günler için hazırlıklara başlanması gerektiğine inanarak
parti kurmayı o zamandan kararlaştırdım. Zaman beni haklı çıkardı.
Cezaevinde başlattığım parti çalışmalarımı çıktıkdan sonra arkadaşlarımla
fiiliyata koyduk. SDA cezaevinde kuruldu. Tüm hazırlıkları arkadaşlarımızla
içerde iken tamamlamıştık. SDA Yugoslavya tarihinde en hızlı örgütlenen
parti olmuştur.
Neden SDA adını seçtiniz..?
Henüz ayrılık olmamıştı ve biz Bosna-Hersek'te yaşayan Sırp ve Hırvatları
vatandaşlarımız kabul ediyorduk. Partimizin adını ünlü sanatçımız Saffet
İseviç buldu. Görüş birliğiyle, partimizin adı SDA oldu. SDA'yı resmen Mart
1990'da kurduk. Kurultayımızı 26 Mayıs 1990'da topladık. Yugoslavya'da yüz
küsur parti vardı. Elhamdülillah partimiz bunların içinde en büyük parti
durumuna geldi. Müslümanlar olarak çok baskı gördük. Dinimizi öğrenebilecek
kadar özgür olamadık. Ben İslamı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyit Kutup,
Hasan El Benna ve Fazlurrahman gibi âlimlerin kitaplarından öğrendim.
Partimizin kazandığı zaferler sayesinde İslam yeniden ülkemizde hayat
bulmaya başladı. İlk seçimde oyların % 33'ünü alarak 130 sandalyeli
parlamentoda 42 Milletvekilliği kazandık. Bu Müslüman Boşnak halkının ilk
demokrasi zaferi oldu. Kısacası yok edilmek istenen bir halkın kimliğini
ayağa kaldırdık, biz varız dedik."
Aliya ikinci defa başkan
Aliya İzzetbegoviç'in anlattıkları burada bitiyor. Boşnak halkı 200 bin
şehidin ardından özgürlüklerine kavuştular. ABD'nin Dayton kentinde parafe
edilen ve Paris'te imzalanan anlaşmayla 4 yıl süren kanlı savaşın yaşandığı
savaş resmen bitmiş olsada Bosna Hersek'te normal hayata dönüş kolay
değildi. Yakılıp yıkılan bu ülkenin yeniden yapılanması birinci derecede
düşündüren faktör olmakla birlikte, ülkeyi kim yönetecek, seçimler nasıl
gerçekleştirileçek düşüncesi herşeyin önündeydi. Müslüman Boşnak, Hırvat ve
Sırplardan oluşan taraflar kadar Dayton antlaşmasına imza koyan garantör
ülkeler de, seçimin sonucunu merak ediyorlardı. 14 Eylül 1996'daki
seçimlerde 24 ayrı parti ve bağımsızlarla birlikte 3398 aday yarıştı. En çok
oyu toplayan Aliya ikinci defa Cumhurbaşkanı seçildi. Sırp ve Hırvatlar
tarafından bölgeden kovulmak istenen müslümanlar verdikleri onurlu direniş
sonunda hem bu bölgede kalmayı hem ülke yönetimini yeniden ele geçirmeyi
başardılar. Aliya 1998'e kadar Cumhurbaşkanlığı yaptı. 13-14 Eylül 1998'da
yapılan Devlet Başkanlığı seçiminde Aliya'nın şahsında müslüman Boşnak halkı
bu zaferi yenilemiş oldu. Özgür ve Demokrat Bosna Hersek adı altında SDA
(Demokratik Eylem Partisi), ZABİH ( Herşey Bosna İçin Partisi) ve LP
(Liberal Parti)'den oluşan seçim koalisyonu Aliya'yı Devlet Başkanlığına
aday gösterdi. Aliya Bosna Hersek Cumhurbaşkanlık Konseyi Başkanlığına
seçildi. Sırp aday Zivko Radişik ve Hırvat aday Ante Yelaviç, Aliya'ya
yardımcı olarak seçildiler. Böylece Aliya, halkı tarafından kabul bulmuş
karizmatik lider olduğunu bir kere daha isbatlamış oldu.
'Selam sana ey halkım!'
"Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum.
Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert
değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde
ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri
haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız.
Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle
anıyoruz. Onlarla inşallah cennet'de buluşacağız, onları Allah'ın ve
meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen
noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede
eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev
sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor,
bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle
yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı
teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız
kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza,
bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."
(Aliya'nın SDA'nın Genel Kurulu'ndaki veda konuşmasından)
|