Hz. Ali (599-662) |
Hz. Ali (radıyallahü teâlâ anh), Resulullahın damadı, Hz. Ömerin kayınpederidir. Resulullahın amcası olan Ebu Talibin dördüncü oğludur. Nesebi, Ali bin Ebi Talib bin Abdülmüttalib olup, Resulullahın nesebiyle ikinci babada [atada] birleşir. Neseb yönünden bundan yakın yoktur. Ama, üstünlük sırası, hilafet sırasıdır. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Ehl-i beytin birincisidir. Allahü teâlânın arslanı idi. Çeşitli hadisi şeriflerde meth edildi. Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Evliyanın büyüğü, vilayet yolunun reisidir. Her tarikatta herkese Vilayetin feyizleri ve marifetleri Hz. Aliden gelmektedir. Hz. Ebu Bekir Hz. Aliyi görünce buyurdu ki: Resulullahın huzurunda, makam yönünden en üstününe ve yakınlık yönünden yakınına ve kanaat yönüyle zenginine bakarak mesrur olmak isteyen, Ali bin Ebi Talibe baksın. Hicretten 23 yıl önce Mekkede doğdu. Annesi, Fatıma bint-i Esed bin Haşim idi. On yaşında iken iman etti. İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O’nun huzur ve hizmetlerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu. Resulullaha hicret için müsaade edilince, her tehlikeyi göze alarak, O’nun yatağına yatıp, hiç kimseden çekinmedi. Ertesi gün kendisine emanet edilen şeyleri sahiplerine verip, Mekke-i mükerremeden yola çıktı ve Peygamber efendimize Kuba’da yetişti. Bütün gazalarda kahramanlıklar gösterdi. Yalnız Uhudda on altı yerinden yaralanmıştı. Tebük gazasında, Medinede muhafız olarak bırakılmıştı. Âyet-i kerime ile meth ve sena buyurulmuştur. Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz.Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kusem’e nasip oldu. Definden sonra halife seçilen Hz.Ebu Bekire biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömerin halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osmanın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra 656 (H. 35) Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osmanı şehid edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe ismindeki yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vak’ası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddıka esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip Medine’ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviyenin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi. Halid bin Zeydi, bunlara nasihat için gönderdi ise de, faydası olmadı. Bunların üzerine yürüyüp, perişan etti. Hariciler, kendisine çok iftira ediyorlar. Hz. Ali, haricilerden Abdurrahman ibni Mülcem tarafından kırkıncı [40] yıl Ramazanın onyedinci Cuma günü, sabah namazında, kılıçla alnına vurularak yaralandı. İki gün sonra şehid oldu. Kufede yani Necef denilen yerde medfundur. Resulullah, Hz. Alinin İbni Mülcemin kılıcı ile şehid olacağını bildirmişti. Hz. Ali, İbni Mülcemi gördükçe; mübarek başını gösterip, (Bunu ne zaman kana bulayacaksın) buyururdu. İbni Mülcem de, (Ya Ali, bu kötü işi, Peygamberimiz bildirmiştir. Sen beni öldür de, kıyamete kadar lanete maruz kalmayayım) derdi. Hz. Ali de, (Öldürmeden önce ceza olamaz) buyururdu. Hz. Ali, şehid edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyti okuyordu: Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez. Ölüm gelince artık feryad fayda vermez. Hz. Alinin kızı ve aynı zamanda Hz. Ömerin hanımı olan Ümmü Gülsüm, hadiseyi duyunca (Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikasde uğradı) dedi. Hz. Ali, ölmek üzere iken (Yeminle söylüyorum ki umduğuma kavuştum) buyurdu. Kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Vefatına yakın da şöyle buyurmuştu: (Tabutumu Arneyn’e götürün, orada ışık saçan bir kaya vardır. Beni oraya defnedin.) Öyle yaptılar ve buyurduğu gibi buldular. (Şevahid) Hz. Alinin Hz. Fatımadan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında 3 erkek, Zeynep ve Ümmü Gülsüm adında iki kızı olmuştur. Muhsin küçük yaşta iken vefat etmiştir. Hz. Fatımadan sonra evlendiği hanımlarından da başka çocukları olmuştur. Hz. Ali, buğday benizli, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri ve siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı idi. Sakalı sık olup savaşta uzatırdı ve omuzlarına kadar yayılırdı. Son zamanlarda saçı ve sakalı pamuk gibi beyaz olmuştu. Hz. Ali ve Hz. Fatıma ve çocuklarının herkes üzerinde hakları vardır. İnsanların en şereflileri onlardır. Onlara tazim, dinimizin emridir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ali Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, ibni Asakir, Beyheki, Darekutni, Hakim, Ebu Nuaym, ibni Sa’d] (Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.) [Nesâî] (Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, müslümanların günahını yok eder.) [İ. Asakir] (Ali’ye düşman olanın düşmanı Allahtır.) [Ramuz] (İlim on kısımdır. Dokuzu Ali’de, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir.) [E. Nuaym] (Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir.) [Hakim] (Ali’yi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de elbette Allahı incitmiş olur.) [Taberânî] (Ben kimin mevlası [efendisi] isem, Ali de onun mevlasıdır!) [Nesai] (Ya Ali, senin sevdiğini sever, senin buğzettiğine buğzederim.) [Taberânî] (İmanın alametleri vardır. Birinci alameti Ali’yi sevmektir.) [M. Ç. Güzin] (Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.) [Deylemî] (Ali’yi sevmek, iman, ona düşmanlık, nifak alametidir.) [Kurret-ül-ayneyn] (Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buharî] (Ya Ali! Fatıma bana senden daha sevgilidir. Sen bana, ondan daha kıymetlisin.) [E. Kirâm] (Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatîb] (Bir kimseyi, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den üstün gören beni yalanlamış olur.) [Râfi'î] (Cebrail dedi ki: Allah buyuruyor ki "Her ümmet kıyamette susuzluk görecek, yalnız Ebu Bekir Ömer Osman ve Ali’yi sevenler müstesna.) [Râfi'î] (Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) [İbni Asâkir] (Allah, namazı, zekâtı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekiri, Ömeri, Osmanı ve Aliyi sevmeyi de farz etti) [Vesile] (Başınıza Ebu Bekir gelince, onu zahid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza Ömer gelince, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali gelince, hadi ve mühdi olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz) [Hakim, İ.Ahmed] (Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!) [Buharî] (Ebu Bekri Sıddık vezirim ve benden sonra halifemdir. Ömer benim lisanım üzerine konuşur; amcam oğlu Ali kardeşimdir, bayrağımı taşır. Osman benden, ben de Osmandanım.) [Taberânî] (Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Alidir.) [İbni Asâkir, Ebu Ya’la] (Her peygambere eşraf ve kerimden 7 kimse verildi. Bana ise 14 kişi verildi. Ali, Hasan, Hüseyin, Cafer-i Tayyâr, Hamza, Ebu Bekir, Ömer, Mus'ab ibni Umeyr, Bilâl, Selman, Ammar, Abdullah ibni Mes'ud, Mikdat ve Huzeyfe ibni Yemani) [Hâkim, Ebu Nuaym] (Ensara, Ehli beyte, Ebu Bekir ve Ömere ancak münafık buğzeder.) [İ.Asâkir] (Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekirle Ömeri kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Darekutni] (Ya Ali! Sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesi Meryem’e iftira etti. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.) [İ. Ahmed] Hz. Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü insanlar helak olur. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; Eshâb-ı kirâma düşmanlık edenler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir. Allah hepsine Cenneti söz vermiştir Hz. Ali, Medine'ye hicretle şereflenen, Allahın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerdendir. Kur’anı kerimde buyuruluyor ki (Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allahdan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100] Sadece Hz. Ali değil, Eshâb-ı kirâmın hepsi cennetlik idi. İşte bir âyet-i kerime meali: (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cenneti] va’detmiştir.) [Hadid 10] Âyet-i kerimede, sapıklara fırsat vermemek için, ve küllen vaadallahü husna buyuruluyor. Yani Allah hepsine Cenneti söz vermiştir buyuruluyor. Fazilet bakımından elbette, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi Mekke’nin fethinden önce Müslüman olup, bütün savaşlara katılanlar, Hz. İkrime, Hz. Vahşi gibi fetihten sonra Müslüman olanlardan üstündür. Ama hepsi de Cennetliktir. Allahü teâlâ, sadece Eshâbı kirâmın Cennetlik olduğunu bildirmekle kalmadı, o mübarek insanları sevip onların yolundan giden Müslümanlardan da razı olduğunu, onları da Cennete koyacağını bildirdi. İşte bir âyet-i kerime meali: (Muhacirlerin [Mekke’den hicret eden eshâbın] ve Ensarın [Medine’de muhacir eshâba yardım edenlerin] önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allahtan razıdır. Allah bunlar için, altından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır.) [Tevbe 100] Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshâbdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden dönmez. Allahü teâlâ, ağaç altında sözleşme yapılan Eshâbdan da razı olduğunu bildirmiştir. İşte âyet-i kerime meali: (Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.) [Fetih 18] Hz. Ali, ağaç altında söz verenlerden idi. Cabir bin Abdullah dedi ki, Resulullah, (Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!) buyurdu. [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi] Bu sözleşmeye, (Biat-ür-rıdvan) denir. Çünkü, Allahü teâlâ, bunlardan razıdır. (İmam-ı Begavi Meâlimüttenzil) İbni Sebeciler, rafiziler, hurufiler, birkaç sahâbi hariç hepsine kâfir diyorlar. Allahü teâlâ, sahâbi düşmanlarına fırsat vermemek için, sadece Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi cihad edenlerin değil, evlerinde oturanların da cennetlik olduğunu bildirmiştir. İşte âyet-i kerime meali: (Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cennet] va’detmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.) [Nisa 95] Bu âyette de, “hepsi cennetliktir” buyuruluyor. Eshâb-ı kirâm birbirlerini çok sever ve birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali: (İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshâbı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72] Eshâbı kirâmın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şudur: (Muhammed aleyhisselam, Allahın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshâb-ı kirâmın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29] Hz. Ali, Allah Resulünün damadıdır Hz. Ali, Peygamber efendimizin damadıdır. Resulullahla akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemî] (Allahü teâlâ bana insanların en iyilerini sahâbi olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak, İslam dinini bildirmekte yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da eshar [hanım tarafından akraba] olarak ayırdı. Onlara dil uzatanlara Allahın, meleklerin ve bütün insanları lâneti olsun!) [Hakim] (Allahü teâlâ, bana eshâb ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshâbıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni] (Eshâbımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) [Ramuz] (Esharımın [Hanım tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim] (Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemî İ. Neccar] Sırf bu hadis-i şerifler bile Hz. Alinin cennetlik olduğunu göstermektedir. Hz. Ali de Bedire ve bütün savaşlara katılan ve âyetlerle övülen bir sahâbidir. Bedir ehlinin şanı için hadisi şeriflerde buyuruldu ki: (Bedir savaşına katılan Müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutnî] (Allah Bedir ehline rahmetiyle tecelli edip şöyle buyurdu: "Ne yaparsanız yapınız, Ben sizi şimdiden affettim.") [Hâkim] (Cebrail geldi ve bana "Bedirde hazır olanları nasıl sayarsınız?" dedi. Dedim ki, Hayırlılarımızdır. Dedi ki, Melaikeden Bedirde bulunanlar da bizim nazarımızda meleklerin hayırlılarıdır.) [Buhârî] (Ya Halid, Eshâbı Bedirden birine nasıl söz söylersin? Eğer sen uhud dağı kadar altını infak etsen, onun derecesini bulamazsın.) [Hâkim] Hz.Alinin menkıbeleri Hz. Alinin menkıbeleri çoktur. Birkaçı şöyle: Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke’den Medîne’ye hicret ederken Hz. Ali’ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyleyerek buyurdu ki: (Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez!) Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Resulullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini feda etmeye hazırdı. Hicret gecesi müşrikler, Resulullahın evinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evden çıktı. Yasin-i şerif suresinin başından on âyet-i kerimeyi okudu ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtı. Sıhhat ve selametle aralarından geçip, Hz. Ebu Bekir’in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti. Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu: - Burada ne bekliyorsunuz? - Evden çıkmasını bekliyoruz. - Yemin ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı. Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakikaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler. Hz. Ali’yi, Resul aleyhisselamın yatağında görünce, Resul-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hz. Ali cevap verdi: - Bilmem! Beni, onun muhafazasına memur mu ettiniz? Bunun üzerine Hz. Ali’yi tartakladılar. Kâbe’nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resulullahın Kâbe-i şerifte devamlı bulundukları makama oturdu. Resul-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın diye nida ettirdi. Herkes gelip, nişanını söyleyerek emanetini aldı. Böylece emanetler sahiplerine teslim edildi. Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzin, Hz. Ali’nin kanadı altına sığındılar. Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki: - İnşâallah yarın Medine-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin! Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resul-i ekrem efendimizin eşyalarını toplayıp, Peygamber efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabaları ile beraber yola koyuldu. Resulullaha, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ’da yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzuruna gidemeyecek bir hâle gelmişti. Resul-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmişti. Hz. Ali’yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine afiyeti için dua buyurmuştu. Bunun üzerine Bekara suresinin, (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) mealindeki 207.ci âyeti kerimesi nazil oldu. Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Amr çok kuvvetli olup, ömründe hiçbir cenkten yenilerek dönmemişti. Yalnız Bedir cenginde yaralanıp düşmüştü. Yarası iyi olmuş, tekrar cenge gelmesiyle müşrikler kuvvet bulmuştu. Müslümanlardan kimse Amr’ın davetine cevap vermedi. Çünkü Resulullahtan emir bekliyorlardı. Amr’ın meydan okuması yedi kere devam etti. Yedincide Resulullah efendimiz, Hz. Ali’yi çağırıp huzuruna oturttu ve (Ya Ali, benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûd’un önüne yiğitçe, cesaretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endişe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum) buyurdu. Hz. Ali kılıcını kuşanıp atına bindi. Avını gözetleyerek giden bir arslan gibi, Amr’ın önüne varıp dedi ki: - Ya Amr! Duydum ki sen Kâbe’nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın. - Evet öyle söz verdim. - Biliyorsun ben Kureyş’tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabul et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselamın O’nun Resulü olduğunu kabul ve tasdik etmendir. - Bunu kabul etmiyorum, başka ne istiyorsun? - İkinci isteğim, bu iki kuvveti hallerine bırakıp, Mekke-i mükerreme’ye gitmendir. - Bunu kabul ettim, yalnız Ebu Bekir, Ömer ve Osmanın başlarını keserim. - Ey ahmak, benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin? - Ya Ali, sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem. - Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resulünün duası ile senin başını kesmek isterim. Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Ali’ye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amr’ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz. Ali’ye öyle bir fırlattı ki, eğer değseydi o devin ayak parçası ile helak olabilirdi. Hz. Ali de hemen geri dönüp Amr’ı öldürdü. Resulullah tekbir getirip buyurdu ki: (Ali’nin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyamete kadar olan ibadetinden hayırlıdır.) (Mçgüzin) Peygamber efendimiz, kuş kebabını yemek için sofraya oturunca, (Ya Rabbi en çok sevdiğimi gönder de, şu kebabı onunla beraber yiyelim) dedi. Hemen Hz. Ali geldi, beraber yediler. (Tirmizi) Peygamber efendimiz, Muhacirlerle Ensarı birbirleriyle kardeş yapmıştı. Hz. Ali gözleri yaşlı, (Ya Resulallah, Eshâb-ı kirâmı birbirleriyle kardeş yaptın. Beni kimseyle kardeş yapmadın) dedi. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Ya Ali, sen benim dünya ve ahırette kardeşimsin.) [Tirmizi] Kusuru var zannı ile Hz. Aliyi Peygamber efendimize şikayet ettiklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Ali’den ne istiyorsunuz, o benden, ben de ondanım. Benden sonra Ali her müminin velisidir.) [Tirmizi] Aynı konuda Peygamber efendimize bir de mektup yazmışlardı. Mektup okununca Resulullah efendimizin rengi değişip buyurdu ki: (Allah ve Resulünü seven, Allahın ve Resulünün de kendisini sevdiği bir zat hakkında ne denebilir?) [Tirmizi] Peygamber efendimiz, Hz. Aliyi aile efradına vekil bırakarak, Tebük seferine çıktı. Münafıklar, (Resulullah, Aliden hoşlanmadığı için sefere götürmedi) dediler. Hz. Ali hemen silahlanıp yola çıktı. Resulullaha vasıl olup söylenilenleri anlattı. Peygamber efendimiz onların yalan söylediklerini, onu Medinede bıraktıklarına halife yaptığını bildirip buyurdu ki: (Ya Ali, sen bana, Harunun Musaya yakınlığı gibisin. Ancak benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buhari] Harun aleyhisselam Hz. Aliye benzetilmiştir. Musa aleyhisselamdan sonra Harun aleyhisselam halife olmadı. Musa aleyhisselamın vefatından meşhur rivayete göre kırk yıl sonra vefat etti. Dediler ki, o vefat ettiğinde onu halife yapmadı. Rabbine münacat etmeye giderken onu yerine halife yaptı. (Mesabih) Hz. Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali'nin gözleri ağrıyordu. Resulullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya dua etti. Hz. Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı. Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab, (Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir) diyerek Müslümanlardan er istedi. Bunun üzerine Hz. Ali, (Ben oyum ki, anam bana Haydar, Arslan adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir) diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi. Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyayı hatırlattı. Rüyasında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Hz. Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab'ın başına inen kılıcın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme, (Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim) demiştir. Hz. Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür. Hayber gazâsından dönen Hz. Ali'ye Peygamber efendimiz: (Ya Ali, eğer halk, İsa'ya söylediklerini söylemeyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifa için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler. Âhırette havzımın üzerinde halifemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur) buyurunca, Hz. Ali şükür secdesi yaptı. Hz. Ali Hendek savaşında, çok kuvvetli olup müslümanlara zarar veren bir kâfir askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Öldürmeden önce son defa islama davet etti. Yenilmeyi hazmedemeyen cengaver çabuk öldürsün diye kılıcı havada bekleyen Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali onun üzerinden kalktı, kılıcını kınına koydu. Onu öldürmekten vazgeçti. Ölümünü bekleyen kâfir, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu, (Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin, neden öfken birden yatıştı?) Hz. Ali, (Ben kılıcımı Allah için vuruyordum. Ben Allahın arslanıyım, nefsin esiri değilim. Önce seni Allah için öldürecektim. Ancak, şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Halbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.) Hz. Alinin bu sözü üzerine o pehlivan dedi ki, bu halis niyet ve bu fütüvvet sizde vardır. Dininiz hak dindir. Bana imanı telkin eyle. İmana geleyim. Hz. Ali ona kelime-i şehadet telkin edip, Müslüman oldu. Peygamber aleyhisselam (Fakirlikle öğünürüm) buyurunca, Hz. Ali, dünya malına hiç kıymet vermedi. Eline bin altın geçse, ertesi güne bırakmazdı. Hepsini fakirlere dağıtırdı. Resul-i ekrem bu yüzden Hz. Aliye (Sultan-ül Eshiya), yani cömertler sultanı buyurmuştur. Hz. Ali, Haydar [aslan], Kerrar [düşmana defalarca hamle eden], Ebüttürab [toprak babası], Esedullah [Allahın aslanı] gibi çeşitli isimlerle anılmıştır. Hz. Ali, yanına oturan fakir bedeviye (Bir isteğin mi var?) buyurur. Bedevi utancından diliyle bir şey söylemeyip işaretle bildirir. Hz. Ali, yanında bulunan iki giyeceğin ikisini de bedeviye verir. Bedevi sevinerek güzel bir beyit okur. Beyit Hz. Alinin çok hoşuna gider. Çocukları için ayırdığı üç altının hepsini bedeviye verir. Bedevi (Ey müminlerin emiri, beni kendi ailemin en büyük zengini ettin) der. Hz. Ali de, şu hadis-i şerifi nakleder: (Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) [M.Cami] Hz. Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevi ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedeviden bir avuç hurma alacaktı. Hz. Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü. Bedevi, kızgınlıkla Hz. Ali’nin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hz. Ali mübarek elini uzatıp kovayı kuyudan çıkardı. Bedeviye verip oradan uzaklaştı. Bedevi, Hz. Ali’nin derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, eğer onun dini hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lâzım değil diyerek elini kesip Hz. Ali’nin evine gitti. Hz. Ali kapıyı açıp diğer elinde kesik elini tutan bedeviyi görünce, içeride bulunan Resulullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, Bedeviye, niçin böyle hata ettiğini sordu. Bedevi, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip imana geldi. Resulullah, kesik eli yerine koyup dua buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu. Bir gün Hz. Ali, Hz. Fatımaya, Ya Fatıma, yiyecek bir nesne var mı çok acıktım dedi. Hz. Fatıma, şu anda hiçbir şey yok. Lakin mendil ucunda bağlı, altı akçe var. Onları al, pazardan birşeyler getir. Hem Hasan ve Hüseyin meyve istemişlerdi, onlar için de bir miktar meyve alırsın dedi. Hz. Ali o altı akçeyi alıp, pazara gitti. Yolda giderken, bir Müslümanın eteğine yapışmış birisini gördü, artık seni bırakmam, ya hakkımı ver ya da gel mahkemeye gidelim diyordu. O dertli adam ise, bir kaç gün daha bana mühlet ver diye yalvarıyordu. O da, hayır, benim de sıkıntım var diyordu. Hz. Ali bunların çekişmelerini görünce, yanlarına varıp, davanız kaç akçedir dedi. Altı akçedir dediler. Hz. Ali, bu müslümanı sıkıntıdan kurtarayım, Fatımaya bir yol ile cevap veririm diye düşündü ve altı akçeyi alacaklıya verip, o müslümanı ızdıraptan kurtardı. Hz. Ali bir zaman Fatımaya ne cevap vereyim diye tefekküre vardı. Bir miktar zaman üzüldü. Sonra, Fatıma Resulullahın kızıdır, buna bir şey demez, o da memnun olur dedi. Eli boş eve gelip, kapıyı çaldı. Hasan ve Hüseyin babalarının meyve getirdiklerini zan edip koşarak geldiler. Bir şey getirmediğini görünce ağlamaya başladılar. Hz. Ali Hz. Fatımaya, o altı akçe ile bir müslümanı hapisten kurtardım deyip olayı anlattı. Hz. Fatıma, ne güzel yapmışsın ya Ali, elhamdülillah bir müslümanı sıkıntıdan kurtarmışsın, Allahü teâlâ bize kâfidir, dedi. Hz. Ali, iki şehzadenin ağladıklarını görünce; mübarek gönüllerine üzüntü gelip, bu elem ile dışarı çıktı. Resulullahın huzuruna varıp, cemali şerifini müşahede ederek, bu gamdan kurtulayım niyeti ile gitti. Zira bir kimsenin yüzbin gamı olsa, Resulullahın mübarek cemaline nazar eylese [baksa], bütün gamı ve gussası gittikten başka, kalbine birçok sürurlar ve safalar hasıl olurdu. Onun için Hz. Ali, Sultanı kainat hazretlerinin mübarek ayaklarına yüz sürmeye gitti. Biraz gittikten sonra, yolda elinde bir besili deve tutan bir kişiye rast geldi. Hz. Aliye dedi ki, ey yiğit, bu deveyi satarım, alır mısın? Hz. Ali, hazır akçem yoktur dedi. O şahıs, sana veresiye veririm dedi. Hz. Ali, ne kadara verirsin diye sordu. Yüz akçeye veririm dedi. Hz. Ali, kabul, alırım deyince o şahıs da razı olup, öyle olsun dedi. Deveyi Hz. Aliye teslim etti. Hz. Ali, devenin yularından tutup biraz gittikten sonra bir başka şahsa daha rast geldi. O şahıs, ya Ali ne güzel deveymiş bu, bana satar mısın dedi. Hz. Ali, evet satarım dedi. O şahıs, daha fazla eder ama üçyüz akçeye bana verir misin diye sordu. Veririm dedi. O şahıs çıkarıp üçyüz akçeyi verdi Hz. Ali de deveyi teslim etti. Hz. Ali doğru pazara gitti. Yiyecekler ve meyveler alıp eve geldi. Kapıyı açıp içeri girdiğinde şehzadeler sevinip meyveleri alıp yemeye başladılar. Hz. Fatıma, ya Ali bu akçeyi nereden aldın diye sordu. Hz. Ali meydana gelen hadiseyi anlattı. Ondan sonra yemeği yiyip, Allahü teâlâya hamd ettiler. Hz. Ali, şimdi ben, Resulullahın meclisine gideyim dedi ve kalkıp dışarı çıktı. Az gitmişti ki, karşıdan Resulullah göründü. Hz. Aliye tebessüm ederek buyurdu ki, (Ya Ali, deveyi kimden satın aldın kime sattın bilir misin?) Hz. Ali, Allah ve Resulü bilir dedi. Resulullah, (Ya Ali, sana deveyi satan Cebrail aleyhisselam, satın alan da İsrafil aleyhisselam idi. O deve Cennet develerinden idi. Ya Ali, sen o müslümanın sıkıntısını giderdiğin için, Allahü teâlâ razı oldu ve senin sıkıntını gidermek için bunu ihsan etti. Ahirette vereceğinin, ihsan edeceğinin hesabını ise Ondan gayri kimse bilmez) buyurdu. Ammar bin Yaser hazretleri dedi ki, Resulullah buyurdu ki: (Ya Ali, Allahü teâlâ seni bir zinet ile zinetlendirdi. Dünyayı terk etmek olan ve kendisine sevgili olan zühd ile zinetledi. Öyle takdir etti ki dünyadan birşeye nail olmayasın!) Hz. Ali namaza durunca dünya yıkılsa haberi olmazdı. Bir harpte Hz. Alinin mübarek ayağına bir ok saplanmıştı. Oku çıkaramadılar. Doktor geldi. (Bayıltıcı ilaç vermeli ki, ancak o zaman ok çıkarılır. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez) dedi. Hz. Ali (Bayıltıcı ilaca lüzum yok, ben namaza durunca çıkarın) buyurdu. Hz. Ali namaza başladı. Doktor da Hz. Alinin mübarek ayağını yarıp oku çıkardı. Yarayı sardı. Hz. Ali, namazını bitirince (Oku çıkardınız mı?) buyurdu. Doktor (Evet çıkardım) dedi. Hz. Ali (Hiç farkına varmadım) buyurdu. [İbni Mülcem bunu bildiği için Hz. Aliyi namaz kılarken yaralamış, şehit etmiştir.] Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim, Hz. Yusufun güzelliği karşısında da Mısır kadınları hayran olup, kendilerini öyle unutmuşlardı ki, ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı. Müminler de vefat anında Resulullah efendimizin güzel yüzünü görüp ölüm acısını duymazlar. Kays bin Haris anlatıyor: Birisi gelip Muaviye bin Ebi Süfyandan bir mesele sordu. Muaviye dedi ki, bunu git Aliden sor ki, o benden iyi bilir. O kişi, ben bu meselede senin cevabını isterim. Senin vereceğin cevabı Alinin cevabından çok severim dedi. Muaviye celallenip, sen ne bedbaht kişiymişsin. Muhakkak sen, Allah resulünün ilimde muazzez ve mükerrem tuttuğu kimseyi beğenmiyorsun. Resulullah buyurdu ki: (Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) Çok gördüm ki, Ömer onun ile meşveret ederdi. Eğer bir meselede müşkili olsa idi, Ali burada mıdır, derdi. Sen şimdi kalk, yıkıl karşımdan, Allahü teâlâ ayaklarına kuvvet vermesin. Amr bin el Cumi rivayet eder: Ben Resulullahın huzurunda oturmuş idim. (Ya Amr!) buyurdu. (Lebbeyk ya Resulallah!) dedim. (İster misin ki, Cennetin direğini sana göstereyim!) buyurdu. İsterim ya Resulallah dedim. O sırada Ali bin Ebi Talib oradan geçti. Buyurdu ki: (Bu kişi ve bunun ehli Cennetin direğidirler.) Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neşelenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar, bugün bayramımızdır dediler. Bunun üzerine Hz. Ali de (Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır) dedi. Hz. Ali buyurdu ki: (Bir taife beni Ebu Bekir, Ömer ve Osmandan üstün tutarlar. Bu taifenin gönüllerinde nifak vardır. Bununla ehli İslam arasına ihtilaf ve fitne salarlar. Bana Resulullah bunları haber verdi. Zahiren ehli İslam'a kardeş olduklarını söylerler. Batınlarında din düşmanıdırlar. Yalanı güzel, kötülükleri temiz görürler. Mushaf-ı şerifi iptal ederler. [Kur'an-ı kerimin hükmünü kaldırırlar.] Kötülük üzerine birbirleri ile yarışırlar. Resulullaha ve Eshâbı kirâmın büyüklerine dil uzatırlar. Hak teâlâ onları af etmez. Sünneti İslamı harap ederler. Bidat-ı seyyieleri yayarlar. O zamanda Resulullahın sünnetine yapışan kimse şehidlerin ve abidlerin efdalidir. Seadet onlarındır. (Fasıl-ül-hitab) Hz. Aliye dediler ki: Abdullah bin Sebe seni Ebu Bekir, Ömer ve Osman üzerine tafdil eder [üstün tutar]. Hz. Ali yemin ederek, vallahi onu öldürürüm buyurdu. Ya emir-el müminin! Sana muhabbet edeni öldürür müsün dediler. Elbette, benim olduğum şehirde olmasın buyurdu. Hemen bulunduğu şehirden sürdü. (Şevahid-ün nübüvve) Hz. Ali buyurdu ki: Ebu Bekir ve Ömer hakkında kalbimde iyilik ve güzellikten başka birşey bulundurmaktan Allahü teâlâya sığınırım. Nedir o kavimlerin hali ki, Kureyşin iki seyyidini kötülerler. Beni de öyle zan ediyorlarsa, ben o şeyden pakım, onların dediklerinden beriyim [uzağım]. Her kim ki o ikisini sever, muhakkak beni sever. Her kim o ikisine buğz eder, bana buğz eder. Bilmiş olun ki, muhakkak cümle insanların hayırlısı bu ümmette, Peygamberden sonra Ebu Bekri Sıddıktır. En önce Müslüman olan odur. Resulullahın en sevdiği odur. Allah indinde bu ümmetin en mükerremi odur. Bu ümmette Peygamber efendimizden sonra ondan efdal ve ondan hayırlı kimse yoktur. Ebu Bekirden sonra da, dünyada ve ahirette bu ümmetin en hayırlısı, en büyüğü Ömer-ül Faruktur. Ondan sonra Osman-ı Zinnureyndir. (Şevahid-ün nübüvve) Birgün birisi gelip kinayeli bir şekilde Hz. Aliye, Ebu Bekir ve Ömerin zamanında, birlik vardı, huzur vardı, hilafetleri çekişme, kavga, fitne ve ihtilaflı değildi. Senin ve Osmanın hilafetlerinin zamanları sıkıntı ve değişiklik ve fitneden hali olmadı. Sebebi nedir diye sordu. Hz. Ali buyurdu ki: Sebebi şudur: Ebu Bekir ve Ömerin yardımcıları Osman ve bendim. Sen ve senin emsalin gibiler de benim ve Osmanın yardımcıları oldunuz. Böyle oldu. (Şevahid-ün nübüvve) Said bin Cübeyr, Abdullah bin Abbas hazretlerinin elini tutup, gidiyordu. Zemzem kuyusuna geldiler. Orada bazıları oturmuş, Hz. Aliyi kötülüyorlardı. Bunu işitince, İbni Abbas hazretleri buyurdu ki, dönün, beni onların yanına götürün. Onlardan yana dönüp yanlarına geldiler. İbni Abbas hazretleri, Allah ve Resulüne yaramaz sözler söyleyen kimdir diye sordu. Bizim aramızda hiç kimse Allaha ve Resulüne yaramaz söz söylemez dediler. Ali bin Ebi Talibe yaramaz söyleyen, onu kötüleyen var mı diye sordu. Evet var dediler. Bunun üzerine İbni Abbas hazretleri dedi ki: İyi dinleyin, Allaha yemin ederim ki Resulullahdan bizzat işittim, buyurdu ki: (Her kim Aliyi kötüler, muhakkak beni kötülemiş olur. Her kim beni kötüler, muhakkak Allahı kötülemiş olur. Her kim Allahı kötüler, Allah onu yüzü üzerine Cehenneme atar.) Mekke feth edildiği zaman bütün putlar parçalandılar. Ancak, Beyti şerifin içinde büyük bir put var idi ki, taştan yapılmıştı, o kaldı. O putu zincirler ve çiviler ile tavana ve duvara bağlamışlar idi. Resulullah Kâbe-i şerife geldi. Hz. Aliyi çağırıp buyurdu ki, (Ya Ali, Benim omuzum üzerine çık. Bu putun bendlerini yerinden kopar.) Hz. Ali, Ya Resulallah, ben kim olayım ki, ayağımı mübarek omuzunuz üzerine koyayım. Buyrun siz benim omuzum üzerine basın dedi. Resulullah, (Ya Ali, sen benim gayret ve hamiyyet, nübüvvet ve risalet yükümü çekecek kuvvet ve takati bulamazsın) buyurdu. Sonra, emri şerifleri ile Resulullahın mübarek omuzuna basıp, o putu bütün zincirleri, çivileri ve bentleri ile o yerden ayırıp, attı. [Hz. Ebu Bekri Sıddıkın, hicret gecesinde [mağarada] Resulullahı bir miktar kendi omuzunda götürdüğü hadisi şerifler ile sabittir.] Bir gün sabah namazı vaktinde, Hz. Ali mescide giderken, yolda bir ihtiyara rast geldi. İhtiyarın ak sakalına hürmet edip, önüne geçmeyip, yavaş yavaş ardınca giderdi. Mescid kapısına vardığında ihtiyar içeri girmeyip, yoluna devam edip gitti. Hz. Ali onun hıristiyan olduğunu anladı. Mescidde Resulullahı rükuda buldu. Güneşin doğma zamanı yaklaşmış idi. Cemaate uyup, namazı kıldılar. Namazdan sonra, eshâbı güzin Resulullaha, Ya Resulallah, birinci rükuda adeti şerifinizden fazla durdunuz. O kadar ki, güneşin doğması yaklaştı. Sebebi ne idi diye sordular. Resulullah, (Adet miktarı rüku tesbihini eda ettikten sonra, Semiallahülimen hamideh deyip, kıyama kalkmak istediğimde, Cebrail aleyhisselam başımı tutup, kalkmama engel oldu. Bundan başka, hikmetinin ne olduğunu ben de bilmiyorum) buyurdu. Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselama, Habibime sebebini bildir, eshâbına bu sırrı açıklasın buyurdu. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam dedi ki: ya Resulallah, mübarek başınızı rükudan kaldırmak istediğiniz zaman, Allahü teâlâ bana, (Habibimin arkasını tut; rükudan kalkmasın ki, Ali, yolda bir ak sakallı ihtiyarın, sakalına hürmet edip, yavaş yürümekle, cemaat sevabından mahrum kalıyor. Kalmasın, Habibime yetişsin. İftitah tekbirinin sevabına nail olsun) diye emretti. Ben de gelip emredileni yaptım, Ali de yetişmiş oldu. İşte hikmeti budur. Resulullah bu haberi eshâbı kirâm hazretlerine nakil buyurdu. Bir gün emir-ül müminin Hz. Ali pazara varıp, bir gömlek satın aldı. Terziye bunun yenleri [kol uçları] uzundur, kes dedi. Terzi, uzun değildir, kesmem, zira kusurlu olur dedi. Hz. Ali, aybı benim, sen kes diye emir verip kestirdi. Terzi, Hz. Alinin kim olduğunu bilmiyor, onu tanımıyordu. Hey, görün bu kişi mecnun olmuş dedi. Hz. Ali bunu işittiğinde çok sevindi, elhamdülillah dedi. Ya emir-el müminin, bu beyhude ve makul olmayan söze niçin hamd ettiniz diye sordular. Dedi ki, bir gün Resulullahtan işittim, buyurdu ki: (Bir kimseye deli denilmedikçe imanı tamam olmaz!) Bu müjdeye kavuşmak için böyle yaptım. Terzi o sözü söylemekle, benim imanıma şehadet etti, bu yüzden de hamdettim. Resulullah buyurdu ki, (Ben ilmin şehriyim. Ali kapısıdır.) Hariciler bu hadisi şerif için, Hz.Aliye hased ettiler. Hatta haricilerin büyüklerinden on kimse, Aliden hepimiz aynı meseleyi soralım, eğer herbirimize ayrı ayrı cevap verirse, âlim olduğunu anlarız diye karar verdiler. O on kişi Hz. Alinin huzuruna gelip birisi sordu: -Ya Ali, ilim mi efdaldir, mal mı efdaldir? -İlim efdaldir. -Ne delil ile söylersin? -İlim Enbiyadan mirasdır. Mal Karundan ve Firavundan ve Hamandan mirasdır. İkincisi sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim maldan efdaldir. Zira ilim, sahibini saklar. Malı, sahibi saklar. Üçüncüsü sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Zira, mal sahibinin düşmanı çoktur. İlim sahibinin dostu çoktur. Dördüncüsü sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Zira malı tasarruf etseler eksilir. İlmi tasarruf etseler artar. Beşincisi sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Mal sahibi cimri diye [şüpheyle] anılır. İlim sahibi büyük isimler ile anılır. Altıncısı sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Mal haramiden hıfz olunur. İlim haramiden hıfz olunmaz. Yedincisi sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Mal çok durmakla zayi olur. İlim her ne kadar durur ise de zayi olmaz. Sekizincisi sordu: -İlim mi efdaldir, mal mı? -İlim efdaldir. Mal kalbe kasavet verir [katılaştırır]. İlim kalbi nurlandırır. Dokuzuncusu sordu: -İlim mi efdaldir mal mı? -İlim efdaldir. Mal sahibi, mal sebebi ile tanrılık davasında bulunur. İlim sahibi böyle etmez, aciz bir kul olduğunu bilir. Onuncusu sordu: -İlim mi efdaldir mal mı? -İlim efdaldir. Mal, sebebi isyandır. İlim, sebebi rahmettir. Bunun üzerine o on harici tövbe edip, Hz. Aliye muti oldular. (Mişkat-ül envar) Hz. Ali’nin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır: - Müslümanlar, âhirete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmayanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi. Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir. - İnsan bilmediğinin düşmanıdır. - Allaha yemin ederim ki, beni yalnız mümin sever ve bana yalnız münafık buğz eder. - Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allahü teâlâ bilir demekten sakınmasın. - Amellerin en zoru üçtür; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allahü teâlâyı hatırlayabilmek, din kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. - Takva, hataya devamı bırakmak, aldanmamaktır. - Kalpler kaplara benzer. Hayırlı olanı hayırla dolu olanıdır. - Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. - Affetmek fazilettir. Kararlı olmak metâ’dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Yalancılık hıyânettir. İnsaf rahatlık, şer küstahlıktır. Güleryüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Haset yıpratır, nefret çökertir. - Amellerin en faziletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işleyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, müminin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vaz geçirirse, münafığın burnunu yere sürtmüş olur. - Akıllı kimse, günahlarını tövbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir. - Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz. Hz. Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tayin ettiği kimseye şöyle derdi: Sana Allahtan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de ahirete maliktir. Vazifene sarıl. Seni Allaha yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın. Peygamber efendimiz Hz. Ali’ye buyurdu ki: - Ya Ali, altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüz bin altın mı veya altıyüz bin nasihat mı istersin? - Altıyüz bin nasihat isterim ya Resulallah. Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Şu altı nasihata uyarsan, altıyüz bin nasihata uymuş olursun: 1) Herkes nafilelerle meşgul olurken, sen farzları ifa et. [Yani farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları ifa et!] 2) Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla! [Yani din ile meşgul ol, dine uygun yaşa, dine uygun kazan, dîne uygun harca!] 3) Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara! Kendi ayıplarınla meşgul ol! 4) Herkes, dünyayı imar ederken, sen dinini imar et, zinetlendir! 5) Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken, sen Hakkın rızasını gözet! Hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara! 6) Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et! Hz. Ali, Peygamber efendimize on mesele sual etti. Dedi ki: -Ya Resulallah, Allahü teâlâya nasıl ibadet edeyim? -Sıdk ve safa ile! -Ya Resulallah, Hak teâlâdan ne isteyeyim? -Dünyada ve ahirette afiyet ve mağfiret iste. -Ya Resulallah, benim üzerime ne lazımdır? -Allah ve Resulünün buyurduğunu tutmak. -Ya Resulallah, ne edeyim ki, benim kurtuluşum onda olsun? -Helal ye ve doğru söyle! -Ya Resulallah, rahat ne şeydedir? -Allahü teâlânın didarında! -Ya Resulallah, fesat nedir? -Kâfir olmak, Hak teâlâya şirk koşmak. -Ya Resulallah, vefa nedir? -Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah! (KAYNAK: http://www.dinibilgiler.org) |
|